Tuz da koktuysa

Şöyle bir derin nefes alarak başlıyorum klavyenin tuşlarına basmaya.

Dün hem Türk-İş tarafından açlık ve yoksulluk sınırı açıklandı, hem de büyüme verisi açıklandı. Gerçekler ve açıklanan rakamlar arasındaki uyumsuzluk devam ediyor…

30.700 lira yoksulluk sınırı olarak açıklanırken, asgari ücretin 8.506 lira olduğu ülkede 4 kişilik bir ailenin tamamı asgari ücret ile çalışıyor olsa eve giren para yoksulluk sınırının 4.024 lira üstüne ancak çıkabiliyor.

TÜİK verilerine göre 2022 yılında yüzde 5.6 büyüyen Türkiye ekonomisinde kişi başına düşen milli gelir. 10.655 dolar olarak açıklandı.

Oysa bu veri 2013 yılında 12.500 dolardı.

Türkiye ekonomisi 2013’ten bu yana aralıksız büyümesine rağmen gelinen noktada kişi başına milli gelir neredeyse 2.000 dolar daha az.

Hiçbir zaman Türkiye’nin gelir dağılımında adaleti sağladığına tanık olmadık. Bu adaletsizlik son açıklan rakamlarla kendini iyiden iyiye ortaya koyuyor.

2016 yılından bu yana emekçinin pastadan aldığı pay giderek azalıyor. 2016 yılında emekçinin pastadan aldığı pay yüzde 36.3 iken 2022 sonu itibarıyla bu pay yüzde 26.5’lere düştü.

Bu konularla ilgili de çok anlatacaklarım var ama bambaşka yangınlar var yüreğimde. Müsaadenizle biraz bunları paylaşmak isterim bu hafta sizlerle.
Yazmazsam vicdanıma yenik düşerim.

Okuyucularımızın arasında kaç kişidir acaba koluna taktığı bantta “Kızılay Kolu” yazan bilemiyorum. O kol bandı benim yaş grubum için bir gurur nişanesiydi. İyi insan olmakla, din, dil, ırk ayırmadan yardıma koşmakla ilgiliydi.

Kızılay kimdir?
”Türk Kızılay ya da resmi adıyla Türkiye Kızılay Derneği, Türkiye’deki en büyük insani yardım kuruluşudur ve Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi’nin bir parçasıdır. Türk Kızılay, kâr amacı gütmeyen, yardım ve hizmetleri karşılıksız olarak sağlayan ve kamu yararına çalışan bir gönüllü sosyal hizmet kuruluşudur.”

Kızılay’ın kâr amacı gütmeyen yardım ve hizmetleri karşılıksız olarak sağlayan bir hizmet kuruluşu olduğu daha kuruluş amacı olarak ortaya konurken, Kızılay’ın 3 gün boyunca deposundaki çadırları, bilâbedel depremzedelere ulaştırmak yerine bir başka gönüllü çalışan derneğe satmasını hazmedemiyorum.

İnsanlar açken konserve barbunyaları, fasulyeleri satmasını kabullenemiyorum.

Bedava ilaç dağıtmak için çırpınan Türk Eczacıları Birliği’ne, yardım için çadır tedarik etmek isteyen nice kuruluşa da çadır satmış. İnanamıyorum.

Tam diyeceğim ki yok artık daha başka şaşıracağım haber okumam…

Ne mümkün.

Deprem bölgesini ziyaret eden onlara “şefkat” göstermeye giden siyasilerin “dağıtın bunları” demesi kalbimi acıtıyor.

Bir de değinmeden geçemeyeceğim şu futbol meselesi var.

Genel kurul üyesi olmaktan gurur duyduğum, kendimi bildim bileli gönül verdiğim Beşiktaş’ımı bir kez daha maçın 4. dakikası 17. saniyesinde depremzede çocuklara oyuncak göndermek için düzenlediği kampanya için kutlarım.

Diğer yandan renklerden bağımsız olarak bir taraftar gurubunun tezahüratı nasıl “devlet düşmanlığı” olarak sayılır anlamakta zorluk çekiyorum.

Hükümet edene karşı olmakla devlete karşı olmak çok başka şeyler. Zira devlet ve hükümet birbirinden bambaşka kavramlar.

Ezcümle bu kadim millet elbette yaralarını saracak güçtedir. Bu devlet bin yılların geleneğinden gelmektedir ve her ne olursa olsun ayağa kalkacak güçtedir. Yeter ki yeni yaralar açmayalım… Yeter ki daha fazla kavga etmek yerine şefkatle birbirimize sarılalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mine Uzun Arşivi