“ÜLKER’İN MİHMANDARLIĞI DAHA UZUN SÜRSÜN İSTEDİM”

Sibel, Reyhan, Ayşe, Nergis, Elif, Leyla, Ülker Abla… Koca dayağından kaçan, tacize uğrayan, şiddet gören kadınlar… Yazar Seray Şahiner her gün bir yenisine tanık olduğumuz kadın cinayetlerini, erkek şiddetini kitaplarında farklı kadın hikayeleriyle gözler önüne seriyor. Sadece erkekler tarafından uygulanan şiddeti değil, toplumun kadına bakışını da irdeliyor. Yani okuyucuyu kendi gerçekliğiyle baş başa bırakıyor. Son yayınlanan Ülker Abla kitabında da koca şiddetinden kaçıp hastaneye sığınan, orayı evi belleyen bir kadının hikayesini okuyoruz. Ülker Abla kıvrak zekâsı ve mizah duygusuyla bazen bir psikolog bazen bir sosyolog kimi zaman bir doktor kimi zaman da bir bilge olarak çıkıyor karşımıza. Şahiner’in Antabus isimli kitabında Leyla’nın hastane bahçesinde sohbet ettiği daha sonra koca dayağından, yaşamından bıkan kadını kendine getiren Ülker Abla bu kez kendi hikâyesini anlatmak üzere okuyucuyla buluşuyor. “Kimsesizlerin kimsesi” haline gelen, “Ben filmin sonu gelmeden hayatımın arka kapısını aramaya başladım. O kapıdan çıkınca kendimi burda buldum” diyenÜlker Abla’yla ilgili merak ettiklerimizi biz sorduk Seray Şahiner yanıtladı:

Kitaplarınızda kadınların yaşadığı dramı, şiddeti, eşitsizliği, kadınlık hallerini anlatıyorsunuz. Adeta bu kadınlarla yaşıyor gibisiniz. Bu kadar çok kadınla yaşamak yorucu değil mi?

Odaklandığım, yazacağım karakterlerin gözünden bakmaya çalışıyorum. Çocuk yazıyorsam çocuk mesela… 2000 sonrasında yaşayanlarımız için kendi olma kendiyle bütün olma öğretisi o kadar reklamist ve ikrah getirtici oldu ki, el aleme kurban olayım. Bu konuda “başkaları cehennemdir” sözü özelinde Sartre’a katılmıyorum.

Yazmaya ne zaman başladınız? Kadın hikayeleri yazmaya nasıl karar verdiniz? Tüm kadınlar zihninizde ne zaman bir araya geldi?

Okuma yazma öğrendiğimden beri yazıyorum. Kadın hikayesi yazmaya hiç karar vermedim. Şimdiye kadar hiç masaya haydi ben bir kadın hikayesi yazayım diye oturmadım. Bu benim belirlediğim, projeleştirdiğim bir izlek değil. Derdin neyse, öfken ne ile ilgiliyse, masaya oturduğunda o çıkıyor. Benim sebattan ziyade dert edindiğim bir mevzu bu.

Son yayınlanan kitabınız Ülker Abla’daki karaktere 2014 yılında yayınlanan Antabus kitabınızda da rastlıyoruz. Leyla’ya hastanede refakat eden daha sonra evine gelip onu kendine getiren de Ülker Abla. Ülker Abla nasıl doğdu? Okuyucuyu da kendine getiren bu güçlü kadın, Antabus’un dışına mı çıkmak istedi?

Antabus’ta Ülker, Leyla’nın yol rehberiydi. Ülker Abla bağımsız bir kitap, ama Ülker’in mihmandarlığı daha uzun sürsün istedim. Kayıt dışı yaşamanın bir yolu olarak hastanede refakatçilik ettiği hastalara ve okuyanlara. Belki bana da… Kimliğini gizleyerek yaşarken ulu orta gezinenlerin yüzüne o kadar çok şey vuruyor ki, bu şova dökülmemiş açık sözlülüğü seviyorum.

NORMAL DEDİĞİMİZ ŞEY FANTEZİYE DÖNÜŞTÜ”

Kitaba Dante’nin bir sözüyle başlıyorsunuz. “Çevrene iyi bak, söylense inanmayacağın şeyler göreceksin”. Ülker Abla’nın hikayesi de böyle bir hikâye mi? Yoksa aşina olduğumuz kadın cinayetlerinin, şiddetin bir parçası mı?

İlahi Komedya’da Vergilius Cehennem’i Dante’ye gezdirir. Bahsettiğin söz de onun sözüdür, Ülker’le birlikte de onun cehennem algısını görüyoruz, kat kat, günahkarları, cimrileri, oburları, katilleri tanıyoruz. Fantastik sandığımız pek çok şey o kadar gerçek ki, artık makul- normal dediğimiz şey bir fantaziye dönüştü.

Ülker Abla “Ne sığınabilecek bir geçmişim ne yürüyebileceğim bir gelecek var. Ben burada, sığındığım yerde mahsur kaldım: Şimdide” diyor. Sığındığı yer de bir hastane. Bir kadın sığınma evi değil. Neden hastaneyi tercih ettiniz?

Ülker, kocasından kaçıp gidecek yeri olmadan kendini sokaklara vurmuş bir kadın. Biraz ayak alışkanlığıyla hareket ediyor. Şimdiye kadar evden çıktığında ya bakkala markete gitmiş ya kocası dövdüyse tedavi için hastaneye. Bu kez başka yaralarını sarmak için belki de hastaneye gidiyor. Ambulansla değilse de gene can havliyle. Şu da var, yabancı dünya başta onu ürkütüyor, hastane nispeten tanıdığı bir ortam. Oradaki işleyişi biliyor. İlk gece sadece evine yakın diye, geceyi atlatmak için bekleme salonunda oturuyor. Kayıt dışı refakatçi olarak hastanede yaşamaya sonradan karar veriyor.

“OKUYUCUYU SORGULATAN BİR ÖFKEYLE YAZIYORUM”

Ülker Abla kimsesizlikten kimsesizlerin kimsesi olduğunu söylüyor. Toplumsal ön yargıları, komşuluk ilişkilerini, kadının kadına yaptığı zulmü de gözler önüne seriyorsunuz. Aslında okuyucunun kendiyle hesaplaşmasını sağlıyorsunuz. Belleğinizden, kaleminizden dökülenleri yazdığınızda rahatladınız mı?

Ben hesaplaşmaya değil tanıklığa davet ediyorum. Hiç rahatlamadım bunları yazınca. Zira rahatlamak amacıyla değil genelde bir öfkeyle yazıyorum. Bu da tabii okuyana parmak sallayan bir öfke değil. Birleştiren, harekete geçiren, sorgulatan öfkeye inanıyorum.

“YAZDIKLARIM İÇİNDE EN KEFİL OLDUĞUM KARAKTER; ÜLKER ABLA”

Ülker Abla yakanızı bıraktı mı? Yoksa Ülker Abla’yı başka kitaplarınızda da görecek miyiz?

Hikayesi ben yazmasam da devam eden bir karakter. Galiba şimdiye kadar yazdıklarım içinde en kefil olduğum karakterim. Antabus’ta kitabın içinde şöyle bir göründüğünden beri de Ülker’i ona odaklanarak yazacağım günün geleceğini biliyordum. Başka bir kitapta ana karakter olarak yazacağımı sanmıyorum. Bir sonraki kitabım masada, onda olmadığını biliyorum en azından.

Ülker Abla diyor ki “Herkes birbirinin televizyonu. Kimse karşısındakiyle gerçekten konuşmak istemiyor. Öyle birbirimizi izleyip yorum yapıyoruz. Beğenmezsek kanalı değiştiriyoruz.” Ülker Abla bazen bir sosyolog bazen bir psikolog oluyor. Doktorlardan, hemşirelerden öğrendikleri de cabası. Freud’la ilgili sözleri de çarpıcı. Bir bilge olarak çıkıyor karşımıza. Onu nasıl tanımlarsınız? 

Deli değil de delimsirek. Hayatın en sert yanını görmüş, artık kolay kolay şaşırmıyor. Ve aslında büyük sözleri laf arasında herhangi bir şey olarak söylüyor. Her gün kendi hayatını yeniden kurtarmakla mükellef bir kadın. Üstelik çok da heveslisi olmadığı bir hayatı oğlu üzülmesin diye sürdürüyor. “Benim annelik görevim hayatta kalmak” diyor. Hayatla alışverişini bu bağlamda tamamlamış bir kadın, menfaat, çıkar, titr gibi her şeye, üstü kalsın diyor. Bilgeliği müdanasızlığından.

“HAYATTA DEFOLARINA SAHİP ÇIKAN İNSANLARI SEVİYORUM”

Yarattığınız karakterlerin etkisinde kalıyor musunuz? Ayırt ettiğiniz, öne çıkan bir karakter var mı?

Hep en çok ne yapacağı belli olmayan karakterlerimi daha çok sevdim. Onların pervasızlıkları bana çok tutarlı geliyor. Hanımların Dikkatine’de en çok Sibel’i severdim misal. Çünkü defolarına sahip çıkıyordu. Hayatta da böyle insanları daha çok sevmemle alakalı sanırım.

Anlattığınız kadınların hikayelerini bir erkek yazabilir miydi?

Hepimizin parmak izi farklı, kadın erkek diye ayırmadan söylüyorum, ama bir başka yazar arkadaşımın yazdığı konuyu ben de onun gibi yazamam.

Yazar Hulki Aktunç ‘Gelin Başı’ kitabınızda “Seray Şahiner, kişilerin ruhundan süzülerek okurun ruhuna giriyor. Acımasız ama hüzünlü olmayı başarıyor” diyor.” Hem acımasız hem hüzünlü nasıl olunur?

Hulki Bey’in bazı sözlerini kelimelerle değil, sezgiyle anlayabiliyorum. Mesela “sokakta herkes beni sevse ne yapardım diye gezenler” diye bir sözü vardı, çok derin… Sözlük yazmış birinden bahsediyoruz. Onun sözü kendini tanımlar.

Antabus kitabınızda Yeşilçam replikleri de var. Televizyon ve Yeşilçam filmleriyle büyüyen bir neslin çocuklarına o günden bugüne kadına bakışın pek de değişmediğini, tüm bu yargılarla toplum içinde yoğrulduğunu gösteriyorsunuz. Bu topraklarda kadınların kaderi ne zaman değişir?

Hala çok severek izliyorum, bazı savlarına rol modellerine karşı çıksam da beni de şekillendiren o dünya. Sonrada ailemize başkaldırır gibi sinemadaki rol modellere başkaldırdık. E o da aile terbiyesi nevi bir pay sahibi üstümüzde. Bahsettiğin özgürleşmenin zamanını kestiremiyorum, o süreyi kısaltmak için çabalamakla mükellef olduğumuz bilgisiyle hareket ediyorum.

Bir yazar olarak nelerden besleniyorsunuz? Daha önce gazetecilik yapmanızın yazın hayatınıza katkısı oldu mu?

Yazmak, birçok alanda kondisyon istiyor. En azından benden istiyor. Müzikten, sinemadan, resimden, sanatın pek çok dalından icra etmeye çalışarak ve takip ederek besleniyorum. Ama asıl ritim de fotoğraf da sokakta bence.

“EN SEVDİĞİM YAZAR VEDAT TÜRKALİ”

Siz neler okuyorsunuz? Takip ettiğiniz yazarlar kimler?

Derya Bengi’nin yazdığı her şeyi hayranlıkla takip ediyorum. Keza Nurdan Gürbilek’e ve Serpil Kırel’e de derin bir hayranlığım var. En sevdiğim yazar Vedat Türkali. Tekrar tekrar okumaktan hiç vazgeçmeyeceğim.

Antabus tiyatro oyunu olarak da sahnelendi. Ülker Abla tiyatro sahnesine taşınacak mı?

Ülker Abla romanı çok yeni, bu konuda pek düşünmedim açıkçası. Ama bu sene için başka tiyatro oyunları yazma planım var.

ÇOK SATANLAR

1. Dune, Frank Herbert

2. Efsun, Selahattin Demirtaş

3. Okçu’nun Yolu, Paulo Coelho

4. Var mısın? Güçlü Bir Yaşam İçin Öneriler, Doğan Cüceloğlu

5. Balıkçı ve Oğlu, Zülfü Livaneli

HAFTANIN KİTAPLARI

HANIMLARIN DİKKATİNE

Seray Şahiner

Everest Yayınları

“Hanımların dikkatine, overlok makinesi ayağınıza geldi” diye sokak aralarında gezen araçlardan yayılan sesi bir zamanlar duymuş olabilirsiniz. Bu ses hala bazı eski semtlerde yankılanmaya devam ediyor. Seray Şahiner’e 2012 yılında Yunus Nadi Öykü Ödülü kazandıran

Hanımların Dikkatine kitabındaki öyküler farklı kadınların hikayelerini ve kadınlık hallerini anlatıyor.

ANTABUS

Seray Şahiner

Everest Yayınları

Seray Şahiner’in yeni yayınlanan kitabı Ülker Abla’yla tanışmadan önce veya sonrasında Antabus’u da okumanızı öneriyoruz. Çünkü kıvrak zekâsı ve yaşam mücadelesiyle dikkat çeken Ülker Abla’yla ilk bu kitapta karşılaşıyoruz.

ZAMİR

Hakan Günday

Doğan Kitap

“Demek ki bu evrende her şey bir şarapnel. Ve genişlemekte olan, aslında bir şarapnel bulutu. Demek ki Samanyolu ve içindeki güneş ve etrafındaki dünya ve üzerindeki insan ve aklındaki her şey bir şarapnel. Düşüncesi, inancı, duygusu, icadı, hepsi. Demek ki insan insana saplanmak için var… Zaten öyle olmasaydı bu kitap olmazdı” diyor Hakan Günday yeni yayınlanan kitabı Zamir için. Zamir’in görevi ne pahasına olursa olsun savaşları durdurmaktır. Baş döndüren barış senaryoları, komplolar ve mücadeleler içinde Zamir ‘İnsan nasıl barışır?’ sorusunun yanıtını arıyor.

KAR ÜZERİNE YAZILAR

Hazırlayan: Sibel Erol

Yapı Kredi Yayınları

Orhan Pamuk’un Kar romanı hakkında en çok yazı yazılmış, karşılaştırmalı edebiyat alimleri tarafından defalarca yeniden yorumlanmış kitabıdır. New York Üniversitesi profesörlerinden Sibel Erol bu yazı ve yorumların en ilginçlerini ve en çarpıcı sayfaları Orhan Pamuk’la görüşerek yeniden ele aldı. ‘Kar Üzerine Yazılar’ kitabı Sibel Erol’un hazırladığı, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan detaylı bir çalışma.

KİTAP KURTLARI NE OKUSUN?

ARKA SIRADAKİ ÇOCUK

Onjali Q. Rauf

Doğan Egmont Yayıncılık

‘Arka Sıradaki Çocuk’ kitabı savaştan kaçan mülteci bir çocuğun hikayesini ve sınıfındaki arkadaşlarının ona yardım etmek için yaptıkları planı anlatıyor.

ÇOCUKLAR İÇİN BACH

Helen Garner

Yapı Kredi Yayınları

Avustralyalı yazar Helen Garner’ın 1984 yılında yayınlanan ‘Çocuklar İçin Bach’ kitabı Yapı Kredi Yayınları tarafından Darmin Hadzibegoviç’in çevirisiyle okuyucuyla buluşuyor. Kitap yetmişli yılların Melbourne’ünde farklı bakış açıları, beklentiler ve yaşam tarzları arasında geçen çok sesli bir yolculuk.

ÇEVRİMİÇİ ŞERAFETTİN

Seza Kutlar Aksoy

Can Çocuk

Şerafettin, derece ile girdiği yeni okulunda kendini bambaşka bir çevrede bulur. Bir yandan okula uyum sağlamaya çalışırken bir yandan da okulda uğradığı zorbalıklarla baş etmek zorunda kalır. 4 Kasım okullarda siber zorbalık da dahil olmak üzere ‘Şiddet ve Zorbalıkla Mücadele Günü’. Şiddetin arttığı bir dönemde çocuklar için  Can Yayınları’ndan çıkan ‘Çevrimiçi Şerafettin’ kitabını öneriyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi