Medusa’nın Salı

Biliyorsunuz bu aralar Sol TV’nin “Medusa'nın Salı: Bir AKP Belgeseli” adlı ilk sezonu 7 bölümden oluşan belgeseli gündemde. Ağzından “dış mihrak” sözünü düşürmeyen ama aslında o mihrakların bir beslemesi olan siyasal islamın, işbirlikçi sermayeyle birlikte, bir ülkeye nasıl “çöktüğünü” ve çökerttiğini anlatan dizinin devamını sonraki aylarda izleme olanağı bulacağız umarım.

Pek çok kişi “Medusa’nın Salı” adını ilk kez duymuş olsa da resim sanatına meraklı olanlar için bildik bir isim bu; Fransız ressam Théodore Géricault'un 1818-1819’da yaptığı ünlü resmin adı “Medusa’nın Salı”. 1816’da Fransa’dan yola çıkan Medusa adlı fırkateynin(1) Batı Afrika açıklarında batmasından sonra hayatta kalanların bir sal üstünde günler süren mücadelesini konu edinen bu resim, ilk sergilendiğinde Fransız kamuoyunda büyük bir gürültü koparan, çarpıcı bir eser.

Demir Alma

1816 yılı haziran ayında Fransa’nın Rochefort Limanı’ndan dört gemi demir alır. Senegal’in sömürgeleştirilmesine yönelik bir keşif seferine çıkan bu filonun en görkemli gemisi, Medusa adlı fırkateyndir. Kral XVIII. Louis’nin sömürgecilik hayallerini gerçekleştirme amacı taşıyan bu uğursuz yolculuğa çıkan mürettebatın çoğu, yağmalanacak zenginliklerinden paylarına düşecek ganimet umuduyla sarhoş, sefere gönüllü olmuştur.

Tepelerden bulduğu torpille göreve atanmış gemi kaptanı Hugues Duroy de Chaumareys’in yıllardır denize açılmamış olması kimsede bir endişe yaratmamışa benzemektedir; kolay bir sefer olacağı düşünülmektedir bunun.

İspanya’nın Galiçya kıyısındaki Finisterre Burnu’nu(2) geçerler önce; okyanus şaşırtıcı derecede sakindir. Sonra birden ortaya çıkarak gemilerin çevresini saran domuzbalığı sürüsünü fark eder denizciler, daha yaşlı olanların içlerine bir endişe düşer; eski denizcilerin inancına göre domuzbalıkları yaklaşan bir felaketin habercisidir çünkü.

Felaketin ilk işareti çok gecikmez, 15 yaşındaki bir miço iskele tarafından denize düşer. Çocuğun çığlığı güvertede bir telaş yaratır. Cankurtaran salı hemen denize indirilir ve işaret fişeği ateşlenir, ancak dalgalar genç miçoyu çoktan yutmuştur bile.

Gemidekiler, bu talihsizliği denizde her zaman olabilecek bir şanssızlık olarak yorumlar ve filo yoluna devam eder.

11111.jpg
Théodore Géricault, Medusa’nın Salı, 1818-1819

Kanarya Adaları

Günler sonra İspanya’ya bağlı Kanarya Adaları’nın en büyüğü Tenerife’ye varır filo; limanda gemidekileri karşılayanlar arasında hayat kadınlarının sayısı da hiç az değildir. Pek çok denizci bu kadınlarla birlikte Santa Cruz’un dar sokaklarına dağılırken diğerleri azalan erzakın ikmali işine girişir; birkaç gün içinde gemiler demir alarak yola çıkar yine.

Tenerife’den ayrıldıktan sonra güney-güneybatı yönünde ilerler filo. Sert rüzgârla karşılaşan gemiler, kaptanın deneyimsizliği yüzünden bir süre sonra birbirinden kopar. Tek başına kalan Medusa tropikleri geçer. Sahile yakın seyretmektedir gemi; tam Moritanya kıyısındaki Blanco Burnu’nu geçmişlerdir ki kendilerini sığlaşan suda buluverirler. Karaya oturmamak için yarım saatte bir iskandil(3) atmaya başlar denizciler. Gün ağarırken, nöbetçi teğmen Bay Maudet mevki tayini yapar ve deniz yüzeyinin hemen altına kadar tuzak gibi uzanan kayalarıyla ünlü Arguin Kayalıkları’nda oldukları sonucuna varır. Söylediğine kulak asılmaz; ne var ki denizcilikten anlamayanlar bile su renginin yeşile dönmüş olduğunu görmektedir. Kaptan Chaumareys, “Ben kralın temsilcisiyim, deniz bana ihanet etmez!” diyerek uyarılara kulağını tıkar!

İskandil, derinliğin on sekiz kulaç, çok geçmeden de altı kulaç olduğunu gösterir ve kısa bir süre sonra da Medusa büyük bir gürültüyle kayalara oturur. Geminin ambarlarına su dolmaya başlar. Hemen kolla çalışan tahliye pompalarına koşsalar da deniz suyu pompaların boşalttığından daha hızlı dolmaktadır; gemi hafifçe yan yatmaya başlar.

Önce Kodamanlar!

Gemide yaklaşık 400 kişi vardır; mürettebat dışında sömürge valisi ve diğer bürokratlarla, bunların aileleri de gemidedir. Ama tahliye filikaları yalnızca 250 kişiyi alabilmektedir. Denize indirilen filikalara tabii ki önce vali ve bürokratlar, aileleri, gemi kaptanı ve diğer subaylar bindirilir. Kalan 150 kişi için, gemideki ahşap malzemeler birbirine bağlanarak, derme çatma, 7’ye 20 metre ölçülerinde bir sal yapılır ve suya indirilir.

Sala ilk binenler beline kadar suya gömülür; salın, malzemelerle birlikte 150 kişiyi taşıması olanaksızdır. Un varillerini ve diğer ağır malzemeleri denize atmak zorunda kalırlar.

Tıklım tıklım dolu sal önden giden iki filikaya bağlanır ve kazazede konvoyu bir süre bu şekilde ilerler. Ancak sal filikaların hızını çok yavaşlatmaktadır. Öndekiler bir süre sonra, saldakilerin filikalara hücum edebileceğinden endişe etmeye başlar ve halatları keserek saldakileri kendi kaderlerine terk eder.

İlk gece çıkan fırtına, salı bir o yana bir bu yana savurur; insanlar kütüklere tutunmuş, çığlık çığlığa bildikleri tüm duaları okuyarak getirirler sabahı. Güneş doğduğunda, saldakilerin bir kısmının fırtınada denize düşmüş olduğunu fark ederler. Kazazedelerden üçü, iki genç ve bir fırıncı, “Ölümü beklemektense zamanını kendimiz seçelim” diyerek denize atlar.

İkinci gece, açlık ve susuzluğun yol açtığı kavgalar başlar. Bir grup asker, her nasılsa suya kapılmamış bir şarap fıçısını açarak tüm şarabı içer. “Hepimiz öleceksek, o zaman salı batıralım!” diye bağırmaya başlar ve kütükleri bağlayan halatları kesmeye girişirler o sarhoşlukla. Kılıçlar çekilir, salın üstünde ölümüne bir dövüş başlar. Sabah salın üstünde 12 ceset daha vardır.

Üçüncü gün, susuzluk dayanılmaz hale gelir. Kazazedeler idrarlarını içmeye başlar; tuzlu suyun etkisiyle dudakları çatlar, dilleri şişer. Salda 30-40 şişe daha şarap vardır ama şarap susuzluklarını arttırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Nuh’un Güvercini

Dördüncü gün, açlık sanrıları baş gösterir. Bir asker, ufukta yeşil bir ada gördüğünü öne sürer. Bir diğeri, kurtarma gemilerinin düdüğünü duyduğunu söyler. Ancak en çarpıcı an, beyaz bir kelebeğin salın üzerine konmasıdır. Kimileri bunu “Nuh’un güvercini” sanıp umutlanır. Kimileriyse, kelebeği yemek için üstüne atılır. Kelebek uçup gittiğinde, geride kalan sadece umutsuzluktur.

Beşinci gün, ölüm kokusu sarar saldakileri. Cesetler şişmeye başlamıştır. Bir doktor, daha fazla bozulmadan etleri tuzlamayı önerir! İlk lokmayı alan denizci, “Tadı domuz etine benziyor,” diye mırıldanır. Diğerleri de ölü bedenleri yemeye başlar, artık dayanamadıkları açlıklarını gidermek için. Neyse ki gece bastıran kısa birkaç sağanakla susuzluklarını bir ölçüde gidermeyi başarırlar.

Altıncı gün, altı kişi daha dayanamayıp denize bırakır kendini. Kalanlar, ölülerin kemiklerini kemirmeye başlar. Bir subay, defterine şu satırları karalar: “Deniz bizi yuttu, açlık ruhumuzu… Geriye kalan, sadece kemik ve gurur.”

Sonraki günlerde, daha iyi durumda olanlar, ellerinde kalan şarapların hepsine yetmeyeceğini düşünerek, hasta, bitap düşmüş yatan ve karşı koyamayan kazazedeleri canlı canlı denize atarlar! Günlerdir salın peşinden ayrılmayan köpekbalıkları için gerçek bir ziyafet!

Aradan günler geçer; on üçüncü sabah ufukta bir yelken belirir, Argus. Saldakiler bayrak yapmak için gömleklerini yırtarak sallar. Sonunda rüzgar, çığlıklarını geminin güvertesine taşır. Ama sonra gemi uzaklaşır. Tam umutlarını yitirmişlerdir ki birkaç saat sonra Argus’un geri döndüğünü görürler büyük sevinçle.

Kurtarıldıklarında, yalnızca 15 kişi hayattadır.

Geri dönüşlerinde, kurtulanların anlattıkları Fransa’da şok etkisi yaratır. Kaptan Chaumareys, üç yıl hapis cezası alır, ancak cezasının küçük bir kısmını çektikten sonra sessizce serbest bırakılır.

Medusa’nın Salı

Théodore Géricault, eserini bu trajediden iki yıl sonra yapmaya başladığında 27 yaşında genç bir ressamdır. Bu önemli eser iki katmanlıdır; umutla çaresizlik arasında sıkışmış kazazedeleri resmeden eser, ilk bakışta, ne kadar “medenileşmiş” olursa olsun, bir ölüm-kalım durumunda, insanoğlunun ne kadar bencil ve acımasız olabildiğinin bir betimlemesidir; ama bu eser, devrimini yitirmiş Fransız halkının birbirine düşmesinin de çok güçlü bir anlatımıdır aynı zamanda.

Cumhuriyet salının büyük bölümü çoktan çözüldü ve denize dağıldı; gücü elinde bulunduran yamyam tayfası, kalan birkaç kütüğün bağlarını kesmek için var gücüyle uğraşsa da unutmayın, insana yakışır biçimde yaşamak isteyen bizler daha kalabalığız ve direnirsek mutlaka kazanacağız!

  1. Fırkateyn, daha büyük gemileri korumak ve desteklemek amaçlı, hızlı ve silahlı orta boy savaş gemisidir, günümüzde “destroyer” adıyla da bilinir.
  2. Finisterre Burnu, İspanya'nın Galiçya kentinin batı kıyısında, kayalarla çevrili bir yarımadadır. Roma döneminde bunun bilinen dünyanın en son noktası olduğuna inanılıyordu. Finisterre adı, Fransa'daki Finistère adı gibi, “dünyanın sonu" anlamına gelen Latince “finis terrae”den türemiştir.
  3. Suyun derinliğini ölçmek için kullanılan, ucunda ağırlık bağlı ip.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi