Alkin ve Lakin…

Perşembe akşamı Kerem Hoca ile Ekotürk kanalında ilk kez bir araya geldik. Her perşembe 21:30 'da canlı yayınlanacak olan programın ismi "Alkin ve Lakin". Bazı konularda aynı fikirde olmadığımız için bu ismi uygun bulduk. Soyadımızın harfleriyle de gayet uyumlu oldu.

İlk programda Kerem Hoca konuk, ben de moderatör oldum. Kerem Hoca’ya genel olarak şu üç başlık altında sorular sordum:

*Türkiye'nin uzun süredir devam eden, bazen tam olarak anlaşılmayan ama bugün küresel meselelerde tarafları masaya davet edecek güce kavuşturan diplomasi sürecinin vatandaşa refah açısından bir yansıması olacak mı?

* Uygulanan Ekonomi Politikası Türkiye'nin uzun vadeli emelleriyle uyuşuyor mu?

*Küresel güç olma yolunda, enerji güvenliği, barışın mutlak tesisi gibi uzun soluklu diplomatik hamleler yapılırken hayat pahalılığı ve karsızlık yaşayan Türkiye'nin başka bir iktisadi reçeteye ihtiyacı var ancak bunu nasıl yapacak ?

Kerem Hoca hem büyükelçilik görevi hem de yaptığı diğer görevlerden gelen ağırbaşlılık ve soğukkanlılıkla ısrarlı sorularıma sakinlik içinde cevap vermeye çalıştı desem yanlış olmaz. Ancak, dikkat çekici saptamalarda bulundu diyebilirim.

Her şeyden önce IMF gibi kuruluşların ve derecelendirme kurumlarının değişen dünya düzenine ayak uyduracak bir formata henüz kavuşmadıklarını ve neoliberal tezlerle gerçeklerden uzak değerlendirmeler yaptıklarından bahsetti. Bu değerlendirmesine ben de katılıyorum. Buradan hareketle Türkiye'de uygulanan ekonomik reçetenin bu anlayıştaki kurumların uygun bulacağı kalemleri içerdiği rahatlıkla söylenebilir tabii. Ancak, kamu harcamaları ve mega projelerin Türkiye'nin gelecekteki hedefleriyle örtüştüğü için vazgeçilemeyeceğini savundu. Burada kendisiyle ayrıştığımı, üstü kapalı olarak her mega projenin kendisinin bahsettiği stratejik önemde olmadığını söyledim.

Kerem Hoca, diplomasi ve enerji güvenliği konusundaki başarıların yanında, Rusya-Ukrayna, Suriye ve Batı ile ilgili konularda elde edilecek başarılar ile Türkiye'nin kuracağı yeni ittifakların 2050 yılına kadar 4 trilyon dolarlık ek kaynak yaratacağını ve bunun çarpan etkisiyle yine 2050 yılında milli gelirin 5 trilyon dolar ve ihracatın da 750 milyar dolar olacağını söyledi.

"Bu durumun şu anki Türkiye'ye faydası olmadığı için, vatandaşların bahsedilen hedeflerin arkasında durması için onları rahatlatacak ekonomik ortamın sağlanması gerekmiyor mu?" diye sorduğumda, oldukça uzun bir yanıt aldım.

Kerem Hoca, maliyet yönetimi, israf ve vicdansız fiyatlama üzerinde uzun uzun durdu, kamunun şu an yaşanan şartlardaki sorumluluğundan bahsetmeyi sanırım bana bıraktı. Ben, kamu bu amaçlar doğrultusunda harcamaya devam edecek ise, gerekli kaynağın sağlanmasının bu reçete ile mümkün olamayacağını, hatta uygulanan programın Türkiye'nin uzun vadeli amaçlarını engelleyen nitelikte olduğunu söyledim. Yüksek faiz ve düşük kur politikası ile Kerem Hoca'nın bahsettiği trilyonlarca dolarlık işlerin altından kalkınması imkansız olduğu gibi, vatandaşın rızasını almadan atılacak adımların meşruiyet açısından sorgulanacağını anlatmaya çalıştım.

Anladığım kadarıyla kısa ve orta vadede yeni bir iktisadi reçetenin yazılması mümkün değil. Çünkü ekonomi yönetimine atanmış olanların profili, cesur ve radikal bir reçetenin yazılmasını mümkün kılmıyor. Arjantin çok radikal ve cesur adımlarla 1 yıl içinde enflasyonu hızla düşürmeye başlamışken, Türkiye'deki ekonomi yönetimi 2 yıl önce göreve başladığı enflasyon seviyesinde duruyor. Hem de büyük bedeller ödetmesine rağmen.

Programın özetinden anladığım şu: Türkiye'nin uzun vadeli çıkarları için oldukça ağır bedeller ve yüklü bir fatura ödemiş olan Türk vatandaşlarının daha uzun süre bu çileyi çekeceği anlaşılıyor. Sokaktaki vatandaş diplomatik başarıları olumlu karşılıyor ancak bir numaralı meselesi olan hayat pahalılığına çare bulunmazsa, belki isyan etmeyecek ancak söz konusu kazanımlara ilgisi azalacak. Siyaset vatandaşın refahı için yapıldığına göre, sokaktaki insanın ve iş erbabının bu umudunu canlı tutacak bir yaklaşımın sergilenmesi gerekir diye düşünüyorum. Aksi takdirde, olan biten her şey vatandaş tarafından "güçlü ülkelerle aynı masada oturabilmek için demokratik kalitelerden vazgeçmek" olarak değerlendirilmeye başlanır. Açıkçası 19 Mart'tan beri yaşananlar, tekrar yükselen faiz ve düşmeyen enflasyon ile büyük maliyetlerle oluşmuş rezervlerin bir çırpıda kaybedilmesi giderek farklı şekilde anlamlandırılır ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıldır verdiği mücadeleye büyük zarar verilmiş olur. Güçlü ülkelerle masaya oturma deneyimi ise uzun soluklu olmaz.

2003-2013 arasındaki olumlu deneyimi baştan yaşamamız bu şartlar altında imkansız ancak diplomatik başarıların refaha dönüşmesi için toplumun rızasını alan ve umudunu yeşerten bir yaklaşımın sergilenmesi daha doğru olacaktır diye düşünüyorum.

Bu hafta perşembe akşamı, Kerem Hoca moderatör ben de konuk olacağım. Ekotürk’teki yayın için sorularınız varsa bekliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emre Alkin Arşivi