
Kaya Türkmen
Yetti Artık
Sesi çıkmaz çoğu zaman, içi yanarken insanın.
Uzun suskunluktan sonra dökülen ilk sözcükler ise yalındır, yakıcıdır:
“Yetti artık!”
İki ay önce Saraçhane’de başlayıp, memleketin farklı noktalarına yayıldıktan sonra, dün İzmir’de haykırılan, yarın Pendik’te yankılanacak bu iki kelime, aslında koca bir halkın yorgun, incinmiş ama hâlâ inançlı kalbinin iç sesidir.
“Yetti artık!”
Sokaklara dökülen, artık susamayan insanlar yalnızca bugünün yüküyle değil, yılların içe atılmış acısıyla konuşuyor. Çünkü bu yalnızca bir iktidardan bezmişliğin, yoksulluğa mahkum edilmişliğin ifadesi değil, bir değerler yıkımına, bir hafıza ihanetine tepki aynı zamanda.
Atatürk’ü kalbinin başköşesine yerleştirmiş Cumhuriyetçileriz biz. Meclis kürsüsünde konuşan kadın milletvekilimizin duruşunda, laboratuvarında evrensel bilime katkı sunan genç araştırmacımızın gözlerinin ışıltısında, sahneye çıkan ilk köy tiyatrosunun mahcup heyecanında, laik eğitimi savunan velilerin itirazında hep onu görürüz.
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sözleri ordudan atılma sebebi olduğunda içine düştüğümüz duygu durumunun tarifi zordur.
Cumhuriyet’i ve devrimleri yalnızca bir rejim değil, bir varoluş biçimi sayarız. Lozan’ı yalnızca diplomatik bir belge değil, toprağın dili, sınırın onuru, milletin bağımsızlık senedi olarak gören kuşaklarız biz…
Atatürk’ün gençliğe hitabesini aklından çıkarmayan nesilleriz.
Ve yıllardır izliyoruz. Atatürk’e edilen hakaretleri, Lozan’a “zafer diye yutturulan hezimet” diyen çarpık cümleleri, laikliğe yöneltilen sinsice saldırıları...
Cumhuriyet’in öz evlatlarının kendi ülkesinde öksüz bırakılışını izliyoruz. Ve her izleyiş derinleşen bir öfkeye dönüşüyor. Çünkü bu halkın vicdanına saldırılıyor.
Yolsuzlukla, kayırmacılıkla, cezasızlıkla kirlenmiş bir düzen, hukuk yerine sadakatle işleyen bir yargı…
Üstümüze boca edilen bitmez tükenmez kötülük…
Sanatın hor görüldüğü, bilimin küçümsendiği, aklın yerini itaatin aldığı bir “Yeni Türkiye”…
Ve bütün bunlar olurken, toplum konuşmasın isteniyor. Sokak röportajında bir-iki söz söylemek bile çok görülür oldu ona.
Suskunluk, dayatılan bir teslimiyet biçimi hâline getirildi. “Ne yapalım, kaderimiz bu” diye diye alışmamız beklendi bu düzene.
Suskunluk baskının en büyük müttefikidir.
Ama Türkiye bugün bir eşiğe dayandı. Sessizlik dönemi kapandı. İnsanlar konuşmaya, itiraz etmeye, sokağa çıkmaya başladı.
En güçlü direniş, kararlılıkla “bana reva gördüğünüz bu hayatı reddediyorum” demektir.
Bize reva görülen bu hayatı reddediyoruz.
Özgürlüklerimizin kısıtlanmasını, hukuksuzluğu, adaletsizliği reddediyoruz.
Yolsuzluğu, rüşveti, soygun düzenini, kayırmacılığı, nepotizmi reddediyoruz.
Gericiliği, kitlelerin dinle imanla uyuşturulmasını, Cumhuriyete, Atatürk’e, devrimlere düşmanlığı reddediyoruz.
Yalanı, iftirayı, “turpunan, şalgamınan” kurulan yargı kumpaslarını reddediyoruz.
Ve bugün gençliğin izleyen değil, belirleyen bir özne hâline gelmeye başlaması, Büyük Atatürk’ün “bütün ümidim gençliktedir” sözünün sadece nostaljik bir kelam olmadığını müjdeliyor.
Gençler yalnızca gelecek değil, aynı zamanda bugünün değiştirici gücü olduklarını gösteriyorlar.
Ve iyi ki varlar.