YASAKLAR ÜLKEYİ ÇORAKLAŞTIRIR

Gerçek niyetleri saklayıp, pandeminin arkasına gizlenerek yasaklara yönelik yapılan açıklamalar komik olmaktan çıkıp, trajik oluyor; Alkol yasağından sonra şimdi de 24 sonrası müzik yasağı gibi…
Kolonyada ve dezenfektanlarda yüzde 80 alkol kullanıp sokağa çıkma kısıtlamaları sırasında marketlerde ve Tekel bayilerinde alkol satışını yasaklamanın salgınla mücadele bilimsel bir dayanağı yoktu, müzik yasağının da yok!
Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli iktidarı olan AKP, yaklaşık 20 yıllık iktidarında bir ideolojik politik hegemonya kurdu, siyaset dilini hem kutuplaştırma üzerine oturttu hem de dili hukuk dilinden uzaklaştırarak dini referanslarla beslenen “yeni bir dil” yarattı. Yasalar çerçevesinde kişi hak ve hürriyetleri üzerinden yürümesi gereken yurttaşlık ilişkileri dini referanslardan beslenen “helal-haram” ikilemine ve “kulluk ilişkisine” hapsedilmeye çalışıldı.
Yalnız alkol ve müzikte değil, doğum kontrolünden çocuk sayısına, “mutlu evliliğinin” formülünden “kırmızı ruja” kadar birçok kişisel tercihe, “iki ayyaş” söyleminden yılbaşı kutlamalarına kadar hayat tarzına müdahale edildi.
Ancak AKP iktidarı bütün çabasına rağmen “kültürel hayatta” bir hegemonya kuramadı. Nitekim, Erdoğan bu gerçeği her fırsatta dile getirdi. Hem de, “kesintisiz iktidarız ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var” diyerek çok açıkça ve “sansürsüz” dile getirdi!
Tarihi gerçeklerden önemli ölçüde kopuk ve “Yeni Osmanlıcı nostalji üretimi” yapmaya odaklı TRT dizileri de, siyasi mizahı baskılama çabaları da, alkol üzerinden karşıt yaratma çabaları da kısmi başarılar elde etse de tutmadı. Hatta yalnızca soldan değil kültür sanat hayatının birçok kesitinden yapılan devşirme operasyonları da iktidarın istediği sonuçları vermedi.
“Batsın bu dünya” diyerek bir dönem milyonları peşinden sürükleyen Orhan Gencebay, ya da sesiyle ve söyledikleriyle bir dönem Alevi müziğinin yıldız ismi Yavuz Bingöl gibi isimler iktidar için “derda deva olmak” bir yana iktidarın yanında yer almaya başladıkları için büyüleri bozuldu, sihirleri kayboldu. Belki daha fazla para kazandılar ama onları besleyen ana damarlardan koptular ve kültür hayatından silindiler.
Nasıl ki AKP medyanın ezici bir bölümünü kontrol ediyor olsa da, muhalif seçmen dışında hatırı sayılır bir AKP-MHP seçmeni muhalif basını takip ediyorsa, kültür sanatta da AKP’ye oy veren kitle de iktidarın baskılayarak yok etmeye çalıştığı sanata ve sanatçıya bakıyor, “muhalif kültürü” izliyor. Çünkü sanat ve kültür biatı reddeder; asidir, aykırıdır ve özgürlüğü tercih eder. Aykırı olmaktan ve özgürlükten beslenir. Doğası gereği muhaliftir ve iktidar karşıtıdır. Örneğin, müzik yalnızca keyifli zaman geçirme değildir, aynı zamanda bir siyasal eleştiridir, hem siyasette, hem günlük yaşamda, aşkta da bir isyandır aynı zamanda.
Sağda, hele hele siyasal İslamcı çevrelerden evrensel ölçülerde sanatçı çıkmaması tesadüf değildir. Şiir de, edebiyat da, sinema da, müzik de aykırı olmayı gerektirir, bu yüzden ulusal ve evrensel ölçüde öne çıkan isimlerin ezici bir çoğunluğun duruşlarının “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” eksenine oturması tesadüf değildir.
Ömer Hayyam’dan Nazım Hikmet’e, Sabahattin Ali’den Aşık Mahzuni’ye bu çizgi hep böyle olmuştur; İsyanla buluşan umut ve yarın hayali… Siyasi olarak durdukları yer “sağ” olsa da dünkü Orhan Gencebay’ın ya da Müslüm Gürses’in isyanlarıdır onları öne çıkaran, efsane yapan!
Bu anlamıyla Erdoğan’ın hatta Bahçeli’nin kendi parti kongrelerinde, mitinglerinde Aşık Veysel’den parçalar okutmaları, Nazım Hikmet şiirleri okumaları tesadüf değildir!
Yaratıcılığın olduğu bütün toplumlarda alkol, müzik, eğlence hep vardır. Güzel sanatlar hep öndedir. Yasak yerine özgürlük vardır. Avrupa’nın birçok önemli kentinde hafta sonları sabaha kadar tramvay seferleri konması tesadüf değildir. Demokratik bir devlet yurttaşının yaşam tarzına müdahale etmez, gece saat kaça kadar eğleneceğine devleti yönetenler karar vermez, onun hayatını kolaylaştırır, bu nedenle alkol alan, eğlenen vatandaşını koyduğu ek tramvay seferleriyle evine taşır.
Toplum hayatını, sosyal hayatı dini referanslara göre dizayn etmeye çalışan, kurguyu yasaklar üzerine kuran siyasal sistemler bu yüzden ne kendileriyle ne de toplumla barışık olmazlar. Örneğin, üç imparatorluğa başkentlik etmiş İstanbul’un “eğlence başkenti” Beyoğlu’sunda alkole, müziğe, eğlenceye müdahale ettiğinizde, esnafın sokağa masa atmasını engellediğinizde bugün olduğu gibi Beyoğlu’nu Beyoğlu olmaktan çıkartırsınız, oranın müdavimleri yer değiştirmek zorunda kalır.
Müzikten, eğlenceden, sanattan, siyasi mizahtan, itiraz kültüründen nefret eden bir toplum yaratma çabası da, çok kültürlülüğü tek kültürlülüğe indirme çabası da ülkeyi çoraklaştırıyor, kentleri karanlığa gömüyor…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Necdet Saraç Arşivi