Andromeda

İlk kez M.Ö. 5. yüzyılda, Küçük Asya üzerinden Yunanistan’a saldıran Persler için kullanılan “Barbar” sözcüğü de önceleri aşağılayıcı bir anlam taşımaz; yalnızca yabancıların, “bar-bar” biçiminde algılanan -ve anlaşılamayan- konuşmalarını tarif etmek için kullanılır. “Barbar”ın daha düşük bir uygarlığı anlatır hale gelmesi ve küçümseme içermesi daha sonradır.

Geceleri gökyüzünü seyretmeye meraklıysanız ve biraz da yıldız haritası karıştırmışlığınız varsa, tabii astrolojik değil astronomik olanından, gökte küçük ve soluk bir fırça darbesi gibi görünen parlaklığa aşina olabilirsiniz. Tek bir yıldızdan fazlası olduğu belli bu parlaklık Messier 31’dir, ya da daha bilinen adıyla, Andromeda Gökadası.

Bir uçtan bir uca genişliği 220 bin ışık yılını aşan spiral biçimli Andromeda Gökadası, Güneş Sistemi’nin de içinde bulunduğu Samanyolu’na 765 kiloparsek(1) uzaklıktadır; yani Andromeda’ya baktığımızda onun 2,5 milyon yıl önceki durumunu görüyoruz aslında. Yerel gökada topluluğumuzun(2) en büyüğü olan Andromeda’yı 4,5 milyar yıl kadar sonra daha yakından görebileceğiz; o zaman Samanyolu’yla Andromeda gökadaları çarpışacak ve bunun sonucu, devasa tek bir gökada doğacak.

[İki gökada kafa kafaya çarpışmayacak aslında; yaklaştıkça, kütle çekiminin etkisiyle Samanyolu Andromeda çevresinde önce daha geniş sonra gittikçe daralan bir elips çizmeye başlayacak ve daha da yakınlaştıkça dış çeperlerindeki gök cisimlerini Andromeda’ya kaptıracak. Muhtemelen yüz milyonlarca yıl sürecek bu vals sonunda iki gökada birleşecek.]

Andromeda gökyüzünde yalnız değil; çevreleyen komşu takımyıldızları, onunla aynı öykünün kahramanları olan Perseus, Kassiopeia ve Kepheus’un adını taşıyor.
Öyküyü anlatalım önce.

Frederic Leighton, Perseus ve Andromeda, 1891



Poseidon’un Öfkesi
Antik Yunan ve Roma mitolojisinde güzelliği Andromeda kadar övülen çok az kadın vardır. Etiyopya Kralı Kepheus ve Kraliçe Kassiopeia’nın kızı olan Andromeda dilden dile anlatılan bir güzelliğe sahiptir. Kraliçe Kassiopeia da kızıyla o denli gururlanmaktadır ki bir gün birilerine Andromeda’nın, güzellikleriyle ünlü su -ve deniz- perileri nimflerden daha güzel olduğunu söyleyiverir. Bu söz uzun yollar aşar, sonunda Poseidon’un kulağına kadar gider. Güzellikleriyle ünlü perilerinin bir ölümlü tarafından aşağılanmasına öfkelenen Poseidon, kıyılarına dehşet saçmak üzere deniz canavarı Ketos’u Etiyopya üzerine salar. Canavarın yaptığı kıyımlara karşı elinden bir şey gelmeyen Kral Kepheus, Ammon(3) bilicilerine danışır ve onlardan ancak kızı Andromeda’yı Ketos’a kurban ederek bu beladan kurtulabileceği yanıtını alır.

[Perseus, Tanrı Zeus ve Argoslu Akrisios kızı Danae’nin oğludur. Bir gün kahinler Akrisios’a, yazgısının gelecekte bir torunu tarafından öldürülmek olduğunu bildirince, o da kızı ve bebeğini ölmeleri için bir sandalla denize salar. Denizde uzun süre sürüklendikten sonra Seriphos adasına ulaşmayı başaran ana-oğul, adanın kralı Polydectes tarafından kabul edilir. Aradan yıllar geçer, Perseus büyür. Danae’ye göz koymuş olan kral, bu birleşmeye karşı çıkan Perseus’a Gorgonlar arasında tek ölümlü olan yılan saçlı Medusa’nın kafasını getirme görevi verir. Onun bu görev sırasında öleceğinden ve o arada gönülsüz olan Danae’yi ikna edebileceğinden emindir. Perseus Hermes ve Athena’nın yardımıyla Gorgon kız kardeşleri yenerek onlardan uçan sandaletler ve Hades’in görünmezlik miğferini alır; ganimetleri arasında, Medusa’yı öldürmek için bir orak ve kesik başı saklamak için bir heybe de vardır. Artık hazırdır korkunç düşmanın karşısına çıkmaya. Medusa’nın taşa çeviren bakışlarından korunmak için Athena’nın verdiği kalkanla kendini saklar Yorgunun karşısına çıkınca; ona değil, kalkandaki yansımasına bakarak savaşır Musa’yla. Sonunda düşmanını alt ederek kafasını keser ve geri dönmek üzere yola çıkar. Yolda, konaklamak için izin istediği titan Atlas’ın isteğini geri çevirmesi üzerine onu Medusa’nın kesik başıyla taşa çevirerek Atlas sıradağlarına dönüştürür. Oradan Seriphos Adası’na doğru koyulduğu yolda Perseus ve Andromeda’nın yazgıları kesişir.]

Titian, Perseus ve Andromeda, c.1554-1556



Kurban Andromeda
Yeniden Andromeda’ya dönelim. Ammon kahinlerinin öğüdü üzerine güzel Andromeda deniz kıyısındaki bir kayaya zincirlenir ve birazdan canını alacak canavarın denizden çıkmasını beklemeye koyulur korku içinde. O sırada Perseus, Medusa’nın kesik başı heybesinde, kanatlı at Pegasus’un sırtında(4) Etiyopya üzerinden uçarak Seriphos’a dönmektedir. Kayaya zincirli genç kızı fark edince önce onu mermer bir heykel zanneder, o denli güzeldir gördüğü. Sonra esen rüzgar Andromeda’nın saçlarını savurur hafiften ve Perseus genç kızın gözlerinden süzülen yaşları fark eder hayretle, ancak o zaman onun bir heykel değil insan olduğunu anlar. Genç kızın dibinde toprağa ayak basar, Hades miğferini takmış, ayaklarında Hermes’in kanatlı sandaletleriyle, Perseus. Tutsak kıza yaklaşır ve sorar: “Yakışmıyor sana bu bağlar. Sana yaraşan ancak yüreği taşan sevenlerinin sunduğu bileziklerdir. Yanıtla sorduğumu, nedir senin, bu yerlerin adı? Nedendir bağlanışın?(5)” Andromeda başına gelenleri hızlıca anlatır gözyaşları içinde. Sonra, suları yara yara kıyıya doğru hızla yaklaşan, kocaman bir tekne büyüklüğündeki canavar görünür denizde. Bir ok atımı kadar yaklaştığında Perseus yere vurur ayağını ve göğe yükselerek hızla Ketos’un üzerine çullanır oradan, boğuşurlar uzun süre ama sonunda Perseus canavarı öldürmeyi başarır.

Yaşlı Jan Brueghel, Perseus ve Andromeda, 1599-1613



Andromeda’yı kurtardıktan sonra Perseus onunla evlenmek ister; ama amcası Phineus’un da genç kızda gözü vardır. Phineus ona saldırdığında Perseus yine heybesindeki Medusa başıyla hasmını taşa çevirir. Sonunda genç çift evlenir ve Seriphos(6) Adası’na gider. Perseus orada annesini rehin tutan Polydectes ve yanındakileri de taşa çevirir. Sonraki durakları Perseus’un tahtın yasal mirasçısı olduğu Argos’tur. Ancak bir disk atma yarışmasında büyükbabası Kral Akrisios’un ölümüne neden olunca(7) Perseus üzüntüsünden taht üstündeki haklarından vaz geçerek Argos’u terk eder ve Peloponez’de Miken kentini kurar.

[Mikenler, M.Ö. 1600-1100 yılları arasında Yunanistan’da hüküm sürmüş bir kavimdir. Bir Hint-Avrupa dili konuşan bu topluluğun, M.Ö. 2000’lerden başlayarak, Karadeniz’in kuzeyindeki Hazar düzlüklerinden Avrupa ve İran-Hindistan yönlerine doğru ilerleyen büyük kavimler göçünün bir kolu olduğu düşünülmektedir. Geleneğin Perseus’la başlattığı Mikenler, ilk olarak Peloponez Yarımadası’nda kurdukları -ya da geliştirdikleri- kentlere mutlaka bir saray da inşa ettikleri için toplumsal yapının öncekilere göre daha hiyerarşik ve sınıflı olduğu sanılmaktadır. Ticaret ve sanat alanlarında yerli halklara göre daha gelişmiş bir kültüre sahip olan Mikenlerin egemenliği, M.Ö. 1200’lerde başlayan ve Balkanlardan geldikleri sanılan savaşçı bir kavim olan Dorların istilasıyla sona erer.]

Miken kenti çevresinde gelişen uygarlığın kurucu olan Perseus ve Andromeda’nın yedi oğlu ve iki kızı olur. Mutlu bir yaşam süren çiftin bu dünyadan göçmesinden çok sonra, M.S. 2. yüzyılda İskenderiyeli gökbilimci Ptolemy (Batlamyus), gözlemlediği ve listelediği 48 gök cisminden birine verir güzel Andromeda’nın adını. Sonraları ona yakın takımyıldızlarına da Perseus, Kassiopeia ve Kepheus’un adları verilir ve bu ilginç öykü ölümsüzleştirilir.

Abraham van Diepenbeeck, Perseus Andromeda’yı Kurtarırken, 1655 (gravür)



“Beyazlatma”
Andromeda ve Perseus’un öyküsü, M.Ö. 6. yüzyıldan başlayarak pişmiş topraktan yapılan eserleri süsler. Sophokles, Euripides ve Aristophanes bu öyküyü konu alan oyunlar yazarlar. Romalılar arasında da sevilen bir öyküdür Andromeda ve Perseus. Sonraki yüzyıllarda da sanatın gözde konularından olan öyküyü resmeden bir çok resim, heykel biliyoruz; bu sanatçılar arasında Titian, Brueghel (Yaşlı), Rembrandt, Rubens, Ingres, Moreau, Leighton, Delacroix ve Regnault gibi ünlü adlar sayılabilir. Ancak ilginç olan, Abraham van Diepenbeeck’in 1655 yılında yaptığı gravür dışında, bunların tümünde Andromeda’nın beyaz bir kadın olarak resmedilmesidir.

Eski Yunancada “Etiyops” sözcüğü “yanık yüzlü” yani siyahi anlamına gelir ki Etiyopya da adını bundan alır, “Yanık yüzlüler ülkesi” (işin aslı, eski Yunanlılar -ülkesi neresi olursa olsun- tüm siyahlara Etiyopyalı derler). Etiyopya Kralı Kepheus ve Kraliçe Kassiopeia da resmedildiklerinde siyah tenli olarak gösterilirler Batı sanatında. Ancak nedense bu büyük ressamların eli Andromeda’yı siyahi olarak göstermeye varmaz. O, uzun, sarı, dalgalı saçları, beyaz ve pürüzsüz cildiyle ideal bir Avrupalı olarak boy gösterir tüm sanat eserlerinde.

[Siyahların ya da beyaz dışında başka ten rengine sahip olan olanların sanat eserlerinde “Batılılaştırılmasının” bir adı da var, İngilizce “whitewashing” sözcüğü “beyazlatma”,”aklama” anlamına geliyor.]

Peter Paul Rubens, Perseus ve Andromeda, ca.1622



Elbette Andromeda’nın beyaz tenli resmedilmesi yalnızca sanatçıların ırkçı önyargılarına bağlanamaz. Kendisi öyle düşünmese bile, resmi sipariş eden soylu ya da burjuvaların, resmi sergileyenlerin, izleyenlerin çoğunluğunun, siyahları “düşük ırk” olarak görmesi, siyahları çirkin bulması, sanatçıları da bu yöne itmiş olmalı. Yalnız Andromeda da değil elbette; Fenikeli Europa, Mısırlı Aziz Marius, İmparator Septimius Severus, Mısırlı Kleopatra, Saba Melikesi Belkıs, hepsi Afrikalı ya da Orta Doğulu oldukları halde sanat eserlerinde “bembeyaz” birer Avrupalı olarak gösterilirler.

Bu hastalığa yalnızca Avrupa sanatında değil, ondan çok daha eski yazın eserlerinde bile rastlıyoruz. Örneğin Yunanlı Philostratus’un(8) M.S. 200’lerin başında yazdığı “İmgeler” (İmagines) kitabında Andromeda’dan şöyle söz ediliyor: “Kız, Etiyopyalı olmasına rağmen açık tenlidir, güzelliği ve çekiciliği benzersizdir; zarafette Lidyalı, asalette Atinalı ve dayanıklılıkta Spartalı genç kızların çok önündedir”.

Chasseriau Theodore, Andromeda Su Perileri Tarafından Kayaya Zincirlenirken, 1840



[Yunanistan’da, M.Ö. 5. yüzyıla tarihlenen pişmiş toprak vazolarda Andromeda’nın beyaz olarak gösterilmesi daha da ilginç aslında çünkü eski Yunanlılarda ten rengi ırksal bir özellikten çok çevre ve iklimin bir sonucu olarak görülür; bu nedenle ırk özellikleri bugünkü anlamdaki bir ırkçılığın kaynağı değildir o dönemde(9).

İlk kez M.Ö. 5. yüzyılda, Küçük Asya üzerinden Yunanistan’a saldıran Persler için kullanılan “Barbar” sözcüğü de önceleri aşağılayıcı bir anlam taşımaz; yalnızca yabancıların, “bar-bar” biçiminde algılanan -ve anlaşılamayan- konuşmalarını tarif etmek için kullanılır. “Barbar”ın daha düşük bir uygarlığı anlatır hale gelmesi ve küçümseme içermesi daha sonradır.]



İşin aslına bakarsanız, konu edildiği ırkçılık dışında öykünün kendisi de kadınlar konusunda gerici özellikler taşımıyor değil. Andromeda’ya baksanıza, durmadan çok güzel olduğu tekrarlanan, kişiliğiyle ilgili başka hiçbir şey bilmediğimiz bir kadın; bir erkeğin gelip kendini kurtarmasını bekleyen, evlenirken düşüncesi bile sorulmayan bir kadın; evlendikten sonra da çocuk doğurmak -ve güzel olmaya devam etmek- dışında ne yaptığını, ne düşündüğünü bilmediğimiz bir kadın. İşte eski zamanlardaki ataerkil anlayışın en ideal kadını, güzel olan, boyun eğen, bağımlı, doğuran, çalışan, sızlanmayan. Yalnızca eski zamanlardaki mi acaba, ya bugün?

1) Parsek, yaklaşık 30 trilyon kilometrelik bir uzaklık birimidir.
2) Yerel gökada topluluğumuz, en büyükleri Andromeda, Samanyolu ve Triangulum olmak üzere teleskopla görülebilen gökadalardan oluşan ve genişliği 10 milyon ışık yılını bulan bir gök cisimleri topluluğudur.
3) Etiyopya -ya da Libya- kökenli tanrı Ammon, pantheondaki en güçlü tanrıdır. Eski Mısırlıların Amon’u da Ammon’a dayanır. Tek tanrılı dinlerdeki “Amen” ve “Amin” sözcüklerinin “Amon”dan türediğini öne süren araştırmalar vardır.
4) Pegasus, Zeus’la Medusa’nın birleşmesinden doğmuştur. Bazı öykülerde Perseus Medusa’yı öldürdükten sonra Pegasus’a binerek memleketine döner, bazılarındaysa Medusa’nın ölümünden sonra Olimpos’a uçarak Zeus’un yanına gider Pegasus.
5) Ovidius, Dönüşümler V.
6) Koyunluca Adası.
7) Böylece en baştaki kehanet gerçekleşmiş olur.
8) Yaşlı Philostratus diye bilinir.
9) Eski Yunanlılara göre dünya, kuzeyde “yazsız”, ortada “ılıman” ve güneyde “kışsız” olmak üzere üç iklim kuşağına ayrılır. İnsan için en uygunu olan “ılıman” olanıdır; buradaki insanlar daha sağlıklı ve güçlü olur, bu kuşakta kurulan kentler diğerlerine göre daha uygar ve ileridir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi