Cortés, La Malinche, Pizarro, Suçiçeği-II

Gerçek şu ki, başta İspanya, sömürgeciler, Amerika yerli halklarının, tarihsel akış içinde kendi dinamikleriyle daha insanca yönetimler kurma olasılıklarını, daha doğrusu şanslarını, baştan yok etmişler ve tüm kıtayı iliklerine kadar sömürmüşlerdir

Geçen hafta Cortés’in Orta Amerika’nın güçlü imparatorluğu Aztekleri yenmesi ve bölgeyi sömürgeleştirmesinden söz etmiştik. İki yıl süren seferi boyunca Cortés’in yanında, onun başarısına -ve Azteklerin felaketine- çok katkısı olan bir yerli kadın da vardır, La Malinche, Malintzin ya da asıl adıyla Malinal.

Malinal tahminen 1501’de, Meksika’nın güneydoğusunda bulunan Maya bölgesindeki Painalla’da  dünyaya gelir. Babası güçlü ve zengin bir kasikedir(1), bu sayede yaşıtlarına göre daha iyi bir eğitim alır(2).  Malinal’in yazgısı, babasının o çok küçükken ölmesiyle çok farklı bir yön alır. Başkasıyla evlenen ve bir oğlan çocuk doğuran annesi, kölelerinden birinin küçük çocuğu öldüğünde bunu fırsat bilir ve çevresindekilere, ölen çocuğun kızı olduğunu söyler; Malinal’in hakkı olan mirası oğluna verebilmek için kızını gizlice köle tüccarlarına satar, hatta gösterişli bir cenaze töreni de düzenler Malinal için.

18 yaşına gelene kadar Malinal’in başına neler geldiğini bilmiyoruz. Bildiğimiz, Cortés’in 1519’un mart ayında Tabasco yakınlarında denize dökülen Grijalva Nehri ağzında kıyıya demir attığı, yerlilerin onlara dostça yaklaşmalarına rağmen İspanyolların Tabasco’ya (ya da o zamanki adıyla Potonchán’a) beklenmedik bir saldırı düzenleyerek şehri ele geçirdiği, kasike Tabscoob’un İspanyol egemenliğini kabul etmek zorunda kaldığı ve diğer armağanlarının yanında 20 köle genç kızı Cortés’e sunduğu…

Malinal de işte bu 20 köleden biridir. Maya dili dışında Aztek dilinin çeşitli lehçelerini de akıcı olarak konuşabilmesiyle hemen diğerlerinden öne çıkar Malinal, çünkü Cortés’in yerel halktan yanına aldığı çevirmenleri arasında Aztek dilini (Nahuatl) konuşabilen yoktur. Malinal’in farklı yerel dilleri bilmesi, köle olarak satıldıktan sonra sıklıkla el değiştirmesi olmalı büyük olasılıkla; ama zaten dil konusunda doğal bir yeteneği de vardır; kısa bir süre sonra İspanyolcayı da akıcı olarak konuşmayı başarınca kendine Cortés’in yakın ekibinde bir yer bulması çok zor olmaz.

Malinal zeki bir kadındır, dil yeteneği dışında iyi bir gözlem yeteneğine sahiptir; yerel toplulukların zayıf ve güçlü yanlarını, aralarındaki düşmanlıkları bilir ve bunlardan İspanyolların çıkarına yararlanmayı becerir. Sefer sürecinde, Cortés’in çevirmeninden, rehberine ve hatta danışmanına dönüşür yavaş yavaş genç kadın; hatta İspanyolları, kurulan pusudan kurtarır birkaç kez. İspanyol komutanın entourage’ındaki(3) önemli kişilerden biridir artık. Cortés onun için, “Bu seferde Tanrı’dan sonra en büyük yardımcım Malinal oldu” diyecektir sonradan.

La Malinche, 1885 (gravür)

Doña Marina

İspanyollar onu “Doña Marina” olarak çağırmaya başlar ki köle bir kadına “Doña(4)” sıfatı verildiği görülmemiştir daha önce. Aztekler de adına, saygı eki olan “tzin”i ekler, yerliler arasında da Malintzin olarak bilinmeye başlar genç kadın.

“… Onun İspanyollara olan büyük katkıları sadece dilsel değildi… Bölgeye yol gösteren, yerli adetler ve inançlar konusunda danışman olan uzman bir stratejist, rehber ve arabulucuydu. Cortés için en önemsiz işlevi kadın olarak ondan en sık bekleneniydi: Bir kadın olarak görevleri.”(5)

Evet, Malintzin aynı zamanda Cortés’in cariyelerinden biridir. Başlangıçta pek çok köle kadından biriyken, yararlılıkları görüldükçe bir “gözde”ye dönüşen Malintzin’e Cortés’in eşi gibi davranılmaya başlanmıştır artık (Cortés evlidir ve resmi eşi İspanya’da kalmıştır).

Malintzin ve Cortés’in 1522’de bir oğulları olur. Cortés’in babasının adı verilen Martín Cortés iki yaşına gelmişken, Meksika’dan sonra yeni toprakları fethetmek için can atmakta olan Cortés, anne-oğulu  kuzeni Juan Altamirano’ya emanet eder ve Honduras’a doğru yola çıkar.

Cortés adadaki bir ayaklanmayla uğraşırken ona yine Meksika’daki gibi çevirmenlik yapan Malintzin bir süre sonra Cortés’in kaptanlarından Juan Jaramillo ile evlendirilir; Cortés’in eşi, kalmak üzere, İspanya’dan yola çıkmıştır çünkü. Ama Malintzin, bebeğini Juan Altamirano’nun yanında bırakmak zorunda kalmıştır.

[İspanya’daki eşinden çocuğu olmayan Cortés’in, İspanya’ya dönerken oğlunu da yanında götürmeyi düşünmüş olması akla uygun geliyor, onu küçük yaşta Malintzin’den ayırarak İspanyol gelenekleriyle büyümesini sağlamak istemiş olmalı. Nitekim küçük Martín 1928’de Cortés’le birlikte İspanya’ya gidecek, bir yıl sonra da Papa VII. Clement tarafından vaftiz edilecektir.]

Kendi iradesi dışında Cortés’e cariye yapılan, çocuğunu doğuran, sonra tanımadığı biriyle evlenmek ve çocuğunu geride bırakmak zorunda kalan Malintzin, bu evlilikle özgür bir İspanyol kadın payesini kazanır.

İlk Mestizo

Malintzin ve Cortés’in çocukları Martín, ilk mestizo kabul edilir, yani Avrupalı bir erkekle yerli bir kadının “melez” çocuğu. Evlendiği Juan Jaramillo’dan bir kızı olur Malintzin’in, Maria adını verirler ona da. Sonraki yıl, 1527 ya da 1528’de, o güne dek suçiçeğine yakalanmamayı başarmış olan Malintzin halkı kıran büyük salgından kaçamaz bu kez ve henüz 25 yaşında yaşama veda eder.

Malintzin’in, ya da sonra daha sonra yaygınlaşacak adıyla La Malinche’nin, fetihteki rolü günümüzde bile tartışılan bir konu. İnsanların bir kısmı onu ilk mestizonun annesi olduğu için “Meksika’nın Annesi” olarak nitelendiriyor; çok haksız sayılmazlar çünkü bugün Meksika’da kendini “yerli” olarak görenlerin oranı yalnızca %15 civarında; toplumun büyük çoğunluğu kendini bir mestizo yani Avrupalı-Meksika yerlisi melezi olarak tanımlıyor. Öte yandan La Malinche’nin tarihteki en büyük hain olduğunu öne sürenler de az değil, onlara göre genç kadın İspanyol sömürgecilere yol göstererek, hatta iki kez Cortés’i ölümden kurtararak, Meksika’nın sömürgeleştirilmesinde en büyük rolü oynayanlardan biri. 1960’lardan sonra gelişen feminist söyleme göreyse, La Malinche kendine öğretileni yapmış, yani erkeklere boyun eğmiş ve hizmet etmiş bir kurban yalnızca; onlara göre, öyle ya, onu daha ufacık bir çocukken köle yapan bir kültüre/uygarlığa neden borçlu hissetmelidir ki?

Bunların tümünde haklılık payı olsa da, aslında Orta ve Güney Amerika’nın kaderi daha Kolomb üç gemiyle Kastilya’da denize açılmadan önce çoktan çizilmiştir. Amerika’nın, Avrupa’nın doymak bilmez hırsının yanda bilim, askeri/sivil teknoloji ve örgütlenme üstünlüğüne karşı hiçbir şansı yoktur. Montezuma, gelenlerle önce uzlaşma yolları aramakta haklıdır, ilk gelenler yenilgiye uğratılsa bile arkası gelecektir. La Malinche bu büyük oyunda yalnızca önemsiz bir piyondur.

Ayrıca La Malinche’nin sömürgeleştirme sürecindeki işlevini, yaşadığı dönemin merceğinden bakarak yargılamak gerekir. Bugün Avrupa’nın Amerika’yı sömürgeleştirmesini tarihin en önemli olaylarından biri olarak görsek de, yaşamı boyunca, gücü yeten kabilelerin diğerlerini katlettiği, köle yaptığı ve haraca bağladığı bir coğrafyada yaşayan bu genç kadın için İspanyollar, diğerleri gibi  bir kabiledir yalnızca(6). Üstelik büyük gemilerine, silahlarına ve aletlerine bakınca Tanrı’nın bu kabilenin yanında olduğu da açıktır. Köle olarak geçirdiği yıllardan sonra İspanyolların ona öncekilerden daha iyi davranması, zaman geçtikçe önemli bir figür haline gelen ve saygı gören genç kadını İspanyollara daha çok bağlamış olmalıdır.

Cortes, Martin ve Malinche heykeli, Meksiko

Apocalypto

Bitirirken, yönetmenliği, sıradan oyunculuğunu aşan Mel Gibson’ın 2006’da çektiği ve Yunanca “Yeni bir başlangıç” (apokaluptō) anlamına gelen “Apocalypto” filminden söz edelim. Gibson’un, Will Durant’ın Roma İmparatorluğu için söylediği, "Büyük uygarlıklar, içlerinden kendi kendini yok etmedikçe fethedilemez” sözüne filmin açılışında yer vermesi, sağcı-Hristiyan yönetmenin mesajını en baştan açığa vuruyor.

Film, barış içinde yaşayan bir Maya kabilesinin, elit yönetici sınıf için kurban ve köle avına çıkmış acımasız avcılar tarafından baskına uğraması, direnenlerin öldürülmesi, kalanlarında da tutsak edilmesiyle başlar. Filmin kahramanı Jaguar Pençesi doğurmak üzere olan eşini ve küçük oğlunu derin bir kuyuya saklamayı başarsa da kendi avcıların eline düşmekten kurtulamaz. Kalabalık bir tutsak topluluğuyla sık ormanlarda zorlu bir yolculuktan sonra başkente varır topluluk. Kadınlar köle pazarına teslim edilirken erkek tutsaklar tören saatine dek bekletilir. Törenlerde, Ziggurat benzeri dik bir piramidin tepesindeki sunağa sırayla çıkarılan tutsakların birer birer önce göğüsleri yarılır ve henüz canlıyken kalpleri çıkarılır, sonra da kesilen kafaları yüzlerce basamaklık merdivenlerden aşağıya, infazları coşkuyla izleyen seyircilerin ayaklarına doğru fırlatılır(7). Tam kurban sırası Jaguar Pençesi’ne gelmiştir ki, beklenmedik bir şey olur ve güneş tutulması başlar. Rahiplerin bunu tanrısal bir işaret sayarak töreni sona erdirmeleri üzerine, kalan tutsaklar öldürülmeleri için yine avcılara teslim edilir. Ancak Jaguar Pençesi  avcılardan kaçmayı başararak ormana sığınır. Ormanda süren nefes kesici bir takipten sonra, Jaguar Pençesi yaralı halde sahile ulaşır, avcılar da hemen arkasından yetişmiştir. Her şeyin bittiği bu sırada, kıyıda demir atmış büyük İspanyol gemileri fark edilir ve film burada sona erer.

Kapanıştaki sahnenin söylediği çok açık; artık yeni bir dönem başlamıştır; Mayalar ya da Aztekler çoktan sona ermiş bir döneme aittir. Film diyor ki, “Sizinki, tanrılarınız için insanların kalbini canlıyken sökecek kadar vahşi bir uygarlıktı, bitmesinin zamanı gelmişti”. Ama bunu öne sürerken, yeni gelen bu uygarlığın, törenlerdekilerle karşılaştırılamayacak kadar çok sayıda yerliyi katlettiğinden, getirdiği mikroplarla yerli nüfusun büyük çoğunu öldürdüğünden ve yüzyıllarca yerlilere ait zenginlikleri çaldığından hiç söz etmiyor.

Maya, Aztek ya da İnka devletlerinin, toplumu dehşet içinde ve denetimi altında tutmak için dinsel ritüelleri kullanan, halkı aşırı yüksek vergilerle sömüren acımasız yönetimler olduğu açık, bunu yadsımak anlamlı değil. Ama tam da aynı dönemde pek çok kişiye Hristiyanlık adına işkence yapan, öldüren, yakan bir Engizisyon’a sahip İspanya mı daha uygardır? Kolomb’un ilk seferiyle aynı yılda, 1492’de, ülkedeki yüzbinlerce Yahudiyi kovan, kalanlardan din değiştirmeyenleri yakarak öldüren İspanya mı?

Gerçek şu ki, başta İspanya, sömürgeciler, Amerika yerli halklarının, tarihsel akış içinde kendi dinamikleriyle daha insanca yönetimler kurma olasılıklarını, daha doğrusu şanslarını, baştan yok etmişler ve tüm kıtayı iliklerine kadar sömürmüşlerdir.

Haftaya Pizarro ve İnkalarla sürdürelim…

  1. Güney Amerika’daki yerel kabile şeflerine verilen ad.
  2. Maya yazısı, Mısır hiyerogliflerini andıran logogramlardan oluşur; okuma ve yazma bilgisi, elit sınıf ve rahiplerin tekelindedir.
  3. Önemli, ünlü biri için çalışan kişiler topluluğu; arkadaş çevresi.
  4. İspanyolca “Saygıdeğer (kadın)”.
  5. Cordelia Candelaria, Frontiers Volume V, No 2, 1980.
  6. İnkalar, Mayalar ya da Aztekler bugün anladığımız anlamda birer ulus değildir, bu devletler, çıkarları çoğunlukla çatışan ve kıyasıya rekabet eden kabileler federasyonudur; üyeleri, kendilerini bir ulusa değil, kabilelerine ait görürler.
  7. Mayaların da insan kurban etme törenleri olsa bile, filmdeki törenler daha çok Azteklere özgüdür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi