Küçük Viyana Valsi-II / Federico García Lorca

Lorca Endülüs’ün, Arap, İbrani, Çingene ve  Roma  kültürlerinin  kaynaştığı bu eşsiz kültürler potasının çocuğudur ve bütün bu kültürleri iliklerinde hisseder; hatta Endülüs’ün İspanya Krallığı tarafından fethedilerek Müslümanların ve Yahudilerin göçe zorlanmasını uğursuz bir felaket olarak nitelendirecek kadar -İspanya’ya değil- Endülüs’e ait görür kendini. Ne de olsa Mağribi Arapların coşku anında söyledikleri “Allah!” nidasının “Ole!”ye dönüştüğü yerdir Endülüs…

Lorca’nın, 1919’da yerleştiği ve 1928’e dek kalacağı “Residencia de Estudiantes” öğrenci yurdunda Guillermo de Torre, José Moreno Villa, Louis Buñuel, Salvador Dalí, Rafael Alberti, Pedro Salinas ve Gerardo Diego gibi sanatçılarla dostluk kurduğunu söylemiştik. Bunlardan özellikle Buñuel ve Dalí’yle çok yakındır; hatta Dalí’yle yakınlığı dostluktan da öteye gidecektir, sevgisini hiç haketmeyen bu kişiye aşkla bağlanacaktır çünkü.

[Lorca  eşcinseldir, 1920’lerin koyu Katolik İspanya’sında bunun ne kadar sıkıntılı olabileceğini hayal edebilirsiniz. Her ne kadar içinde bulunduğu entelektüel ortamın ona nefes almak için bir pencere açtığı düşünülebilirse de aslında durum farklıdır, Madrid,  özgürlükçü ortamıyla öne çıkan dönem Viyana’sından çok farklıdır; oysa ki o yıllarda Madrid’in -Lorca’nın en yakın dostlarından Buñuel de içlerinde olmak üzere- sanatçı ve aydınları arasında bile homofobi az rastlanan bir şey değildir.]

Kukla Tiyatrosu, Cristobicas

Madrid’in zengin düşünsel yaşamıyla birlikte Lorca’nın sanatı tomurcuklanır, çiçek açar; müzik ve şiir dışında resim yapmaya ve tiyatro oyunları yazmaya başlar. Oyun yazmaya Madrid’te başlasa da aslında Lorca’nın tiyatroya düşkünlüğü çocukluğuna, Granada köylerinde ve kasabalarında gezgin kumpanyaların sergilediği geleneksel Endülüs kukla tiyatrosuna, cristobicasa uzanır(1). Kukla tiyatrosuna o denli tutkundur ki annesi ve dadısıyla birlikte küçük bir kukla sahnesi kurar ve kızkardeşinin yardımıyla diğer çocuklar için oyunlar sergiler. Kuklalarla başlayan tiyatro tutkusu ileride onun şairliği kadar oyun yazarlığıyla da tanınan bir sanatçı olmasını sağlayacaktır(2).

Lorca’nın bir kelebekle hamamböceğinin olanaksız aşkını konu edinen ilk oyunu “El Maleficio de la Mariposa” (Kelebeğin –Kötücül- Büyüsü) iyi eleştiriler almasa da bu, onun yeni oyunlar yazma coşkusunu azaltmaz. Öyle ki yaşamının son yıllarında neredeyse tüm zamanını tiyatroya ayıracak, aralarında “Bodas de Sangre” (Kanlı Düğün, 1932), “Yerma” (1934) ve “La Casa de Bernarda Alba” (Bernarda Alba’nın Evi, 1936)’nın da yer aldığı oyunları sahneye koyacaktır.

Şiirler Kitabı

Lorca’nın ilk şiir kitabı “Libro de Poemas” (Şiirler Kitabı) 1921’de çıkar. Ana temaları ruhani inanç, doğa ve yalnızlık olan şiirlerinin çoğunluğu aslında 1918’de yazılmıştır. Dinleyici önünde şiirlerini  okumaktan çok hoşlansa da Lorca, şiirlerinin basılmasına karşı genelde bir isteksizlik göstermiştir(3), belki de kendini sözlü şiir geleneğinin taşıyıcısı bir troubadour olarak görmek ister(4).

Yas içinde yüz atlı,

portakal bahçelerinden

böyle nereye gider

bulutlar yığılırken?

Ne Cordoba’ya varacak yolları

ne Sevilla’ya,

ne de hiç durmadan

denizi sayıklayan

Granada’ya.

Götürür

Uykulu atları onları

türkünün titrediği

çarmıhlar çıkmazına.

Yedi çivili acılarıyla

portakal bahçelerinden

böyle nereye gider

Endülüslü yüz atlı?(5)

20. yüzyılın ilk çeyreği tüm Avrupa’da eski düzenin yıkılıp yerine yenisinin kurulmakta olduğu bir dönemdir. Bunun sanattaki yansımaları çoğunlukla geleneksel olanın terkedilerek yepyeni ve deneysel anlatım biçimlerinin ortaya çıkmasıdır. Lorca ise her ne kadar İspanyol modernismosunun öncülerinden olsa da, geleneği reddeden değil onu dönüştürerek canlandıran bir şairdir.

Lorca Endülüs’ün, Arap, İbrani, Çingene ve  Roma  kültürlerinin  kaynaştığı bu eşsiz kültürler potasının çocuğudur ve bütün bu kültürleri iliklerinde hisseder; hatta Endülüs’ün İspanya Krallığı tarafından fethedilerek Müslümanların ve Yahudilerin göçe zorlanmasını uğursuz bir felaket olarak nitelendirecek kadar -İspanya’ya değil- Endülüs’e ait görür kendini. Ne de olsa Mağribi Arapların coşku anında söyledikleri “Allah!” nidasının “Ole!”ye dönüştüğü yerdir Endülüs…

Lorca’nın şiirleri, kökleri kadim Arap şiirine kadar uzanan Endülüs şiir geleneğinin yepyeni içeriklerle dirilmiş halidir. Adı bilinmeyen halk ozanları için şunları der örneğin(7):

Üç dört dizede insan yaşamındaki en yüksek duygusal anların karmaşıklığını özetleyiverir. Bunlar lirik duyguyu pek az şairce ulaşılabilen bir noktaya vardıran coplalardır(6).

Ay kuşatıldı

sevgilim öldü.

Bu iki halk dizesinde Maurice Maeterlinck’in oyunlarından daha çok giz vardır. Yalın, gerçek, temiz bir giz.”

Türk geleneğindeki mani ya da Japon haikunun Endülüs karşılığı sayılabilecek copla, bir duygu ya da durumun, en az sözcükle ve en çarpıcı biçimde, yalın bir dille anlatılmasıdır.

Yaklaş bana sevdiğim

minik kertenkeleler

nasıl yaklaşırsa duvara.

Qasida ve Ghazal

Denilir ki 1492’de Granada’nın düşmesinden, Lorca’nın yeniden canlandırmasına dek geçen dört yüzyıl boyunca Avrupa’da qasida (kaside) ve ghazal (gazel) formunda şiir yazılmamıştır. Zamanın imbiğinden geçtikçe kısalan, kısaldıkça keskinleşen geleneksel bir formun, Lorca gibi, kendi müziğine sahip birkaç dizeyle okurun zihninde capcanlı imgeler çizebilen bir şairle kavuşması çok mutlu bir rastlantıdır. Lorca’nın sonraları 20. yüzyıl İspanyol şiirinin, hatta Cervantes’le birlikte tüm İspanyol yazınının en önemli adı sayılmasının kökeninde onun Endülüslü ve Akdenizli olması, bu benzersiz kültürden beslenmesi ve onu yüceltmesi yatar.

Lorca’nın yaşam öyküsünü konu edinen kitaplarda Franco taraftarı Falanjistlertarafından anti-faşist ve eşcinsel olduğu için katledildiği yazılıdır genellikle. Kuşkusuz doğru, ancak bunlara Lorca’nın Arap, Çingene ve Yahudi kültürlerinin, yani Endülüs kültürünün bir temsilcisi olmasını da eklemek gerekir diye düşünüyorum.

Ancak bu büyük şairin katledilişine gelmeden önce, sonraki şiir kitaplarından, oyunlarından ve resimlerinden de söz etmek gerek, onları da haftaya anlatalım…

  • Cristobicas, adını oyunun baş karakteri Don Cristóbal’dan alır, diğer karakterler hanımefendi, şeytan ve köpektir. Don Cristóbal karakteri Napoli kukla tiyatrosundaki Pulcinella’ya dayanır. Bizdeyse, geleneksel kukla oyunlarından  “İbiş ve İhtiyar” bir gölge oyunu olan “Hacivat ve Karagöz” kadar bilinir olmasa da televizyonların yaygınlaştığı 1970’lere kadar köy ve kasabalarda sergilenmiştir.
  • Lorca ömrünün sonuna dek kuklalarından hiç ayrılmaz, hatta ABD ve Latin Amerika ülkelerine yaptığı uzun gezilere çıkarken de kuklalarını yanında götürür.
  • Lorca’nın pek çok şiiri yazılmasından yıllar sonra basılır, ölümünden sonra basılan şiirleri de çoktur.
  • Troubadour: Avrupa’daki gezgin halk şairleri, gezgin müzisyenler.
  • “Yol” şiiri, Cevat Çapan çevirisi.
  • Copla: genellikle dört dizeden oluşan, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı şiir formu; seguidilla, cuarteta, soleá, alegría, seguiriya gitana ve saeta gibi faklı dize sayılarına sahip olabilen alt-formları vardır.
  • Buradaki örnekleri Erdal Alova’nın “Ne Garip Federico Adında Olmak” (Can Yayınları, 2016) şiir seçkisinde yer alan -çok aydınlatıcı- “Lorca Şiirinin Kökleri” bölümünden alıntıladım, teşekkür ederim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi