Yakup’un Merdiveni-II

Joan Miró kendi alfabesini yaratmış ressamlardandır. Aynı merdiven gibi, resimlerinde sıkça karşınıza çıkan, kadın, yıldız, takımada, kuş, göz, ayak ya da saç, her biri farklı anlamlar yüklü simgelerdir; bunları okumayı öğrenmeden Miró’nun sanatını anlamak hiç kolay değildir

Geçen hafta Yakup’un Harran’a yolculuğu sırasında bir gece gördüğü, meleklerin göğe yükselen bir merdivenden inip çıktığı rüyasından söz etmiştik. Bu merdiven aynı zamanda Tanrı’yı -ve cennetini- göğe yerleştiren -bildiğim kadarıyla- ilk simge.

Tek tanrılı dinlerden önce tanrılar her yerdedir, gökte olduğu kadar yer altındadır, dağlarda, denizlerde ve akarsulardadır. Ancak tanrıların birleştirilmesi sürecinde -tek- Tanrı için bir mekan seçmek gerektiğinde doğal olarak akla en en bilinmez, ulaşılmaz ve sonsuz olan gökler (gökyüzü ve ötesi, uzay) gelmiş olmalıdır. Oysa ki bundan önceki uzun binyıllarda insanoğlunu, her gün şaşmaz bir şekilde doğan ve batan güneş, geceler boyunca gökyüzünü tarayan ay ve akşamları göğü süsleyen yıldızlar kadar şaşırtan bir şey daha vardır, doğanın her bahar uyanması ve  tüm canlıları besleyecek nimetler sunması.

Avcı-toplayıcılıktan çiftçiliğe ve böylece yerleşik yaşama geçen insan topluluklarının bu yeni yaşam biçimine uygun tanrılar yaratması doğaldı. Hemen hepsi dişi olan Toprak Ana’nın (Gaia), akarsu ve bereket tanrıçalarının mekanı yeryüzüdür. Ama tanrı ve tanrıçaların güçleri tek varlıkta toplanmaya başlayınca, Tanrı yeryüzünden (insanların arasından),  ulaşılamaz bir yere, göklere yükselir ve bir daha oradan hiç inmez.

Yeryüzü ve gökler arasındaki merdiven eğretilemesi, yani insanla ve kutsal, ölümlüyle ölümsüz, bedenselle tinsel ya da somutla soyut olan arasındaki bu bağlantı, sanatçılara esin kaynağı olur yüzyıllar boyunca. Önce manastırlarda ikona ve fresk formunda anlatılan öykü, 15. yüzyıldan başlayarak pek çok ressamın tuvalinde de yer bulur kendine.

Merdiven öyküsünü konu edinen resimlere örnek çok. En bilinenlerinden ikisine, Nicolas Dipre’nin 1500’e ve Giorgio Vasari’nin 1558’e tarihlenen “Yakup’un Rüyası” adlı eserlerine geçen haftaki yazıda -görsel olarak- yer vermiştik. Bunlara ek olarak Jusepe de Ribera’nın 1639’da yaptığı ve diğerleriyle aynı adı taşıyan resmini anabiliriz (bu eserin diğerlerinden ayrıldığı yön Yakup’un neredeyse sıradan biriymiş gibi resmedilmesi ve görünürde olmayan bir merdivenin, yalnızca gökyüzünden inen altın renkli belli belirsiz melekler yoluyla izleyiciye sezdirilmesidir).

Zigguratlar, Piramitler

Önemli “Yakup’un Merdiveni” resimlerine, William Blake’in 1800 başına tarihlenen çalışmasını da eklemeliyiz. Blake’in ve ondan iki buçuk yüzyıl önceki Vasari’nin resimlerinde diğerlerinden farklı bir yön vardır, ikisinde de düşteki merdiven, taşınabilir değil basamaklı merdiven olarak resmedilmiştir(1), bunun anıştırdığıysa yer ve gök arasındakinin, eğreti ve her an kalkabilecek bir bağlantı olmadığı, insanoğlu ve Tanrı’nın sonsuza dek birbirine bağlandığıdır …

[Şunu da söylemek gerekir ki insan ve tanrıları arasındaki (basamaklı) merdiven fikri çok daha eskilere dayanıyor. Ünlü Babil Kulesi de aralarında olmak üzere, M.Ö. II. binyıldan başlayarak Mezopotamya’nın her yerinde görülen irili ufaklı zigguratlar da yer ve gök arasındaki bir bağlantı, bir geçit olarak görülmüştür. Bunlara belki de Orta Amerika’da görülen kesik piramitler ve Mısır piramitlerini de katmak gerekir.]

Çağdaş sanata geldiğimizde ise, göğe uzanan merdiven imgesinin çoğunlukla dinsel bağlamından kopuk ve daha özgürce kullanıldığını görüyoruz. Örneğin Adrian Lyne’in yönettiği 1990 yapımı psikolojik gerilim filmi “Jacob’s Ladder”de (Yakup’un Merdiveni) merdiven, akıl sağlığı ve delilik arasındaki gelgitleri simgeler; bu merdivenden hem yukarıya, cennete (akıl sağlığı), hem de aşağıya, cehenneme (sanrılar ve delilik) gidilir.

Led Zeppelin’in 1971 tarihli unutulmaz “Stairway to Heaven” şarkısında da aynı imge var. Mezopotamyalı bir çobanın rüyasındaki bir imgenin neredeyse 4 bin yıl sonra bir rock grubunun şarkısında kendine yer bulması ilginç gelebilir ama insan zihni de arkeolojik bir kazı sahasıdır zaten, kazdıkça hangi dönemden ne çıkar bilinmez.

Miró ve Klee

Yapıtlarında merdiven imgesini çok kullanan ressamlar deyince akla ilk gelenlerden biri de kuşkusuz Joan Miró; merdiveninin bir adı da var, “Kaçış Merdiveni”.  Ancak Miró’nun uzaklaşmak, kaçmak istediği şeyler, dönem dönem değişiyor. 1921-1922 yıllarında yaptığı “Çiftlik” gibi, erken dönem eserlerinde yükselmeyi, bir üst evrene geçmeyi simgeleyen merdiven, Nazilerin Paris’i işgalinden sonra yaptığı 1940 tarihli “Kaçış Merdiveni”nde Nazi vahşetinden kaçışın simgesidir örneğin; ya da sonraki dönemde Franco faşizminden kurtulma ve  özgürleşme özlemini anlatır. Siyasi bir bağlamda kullanılmadığı resimlerindeyse, Miró’nun “dünya gailesi”nden uzaklaşıp, kendi içine çekilme ve kendini soyutlama özlemini anlatır(2)  merdiven.

[“Soyut Gerçeküstücü” bir sanatçı olarak adlandırabileceğimiz Joan Miró kendi alfabesini yaratmış ressamlardandır. Aynı merdiven gibi, resimlerinde sıkça karşınıza çıkan, kadın, yıldız, takımada, kuş, göz, ayak ya da saç, her biri farklı anlamlar yüklü simgelerdir; bunları okumayı öğrenmeden Miró’nun sanatını anlamak hiç kolay değildir.]

Merdivene eserlerinde çokça yer verenlerden bir diğeri de,  aynı Joan Miró gibi 20. yüzyılın anıtsal ressamlarından biri olan Paul Klee; Miró’nun tersine onun merdivenleri her eserinde nüanslı bir anlam yüklü olabiliyor; ancak genel olarak merdivenin Klee’de, bedensellik ve tinsellik arasındaki bağı ve insanoğlunun kendi sınırlarını aşma arzusunu simgelediğini söylemek yanlış olmaz.

Bu yazıda Klee’nin yalnızca adını anmış olalım çünkü onu ve sanatını anlatmaya sayfalar yetmez.

Mordecai Ardon

Resimlerde kullanılan merdiven imgesinin örnekleri çok demiştik, en sevdiklerimden biriyle yazıyı bitirelim o zaman.

Son resmimiz, Klee’nin -bence en iyi- öğrencilerinden Mordecai Ardon’un(1896-1992) 1972’de yaptığı “Stefan’ın Anısına”. 1920’lerde Berlin’deki Bauhaus’ta eğitim gördüğü sırada tanıştığı ve ömrünün sonuna dek yakın arkadaşı kalan Alman besteci Stefan Wolpe için yaptığı bir resim bu. Merdivenin iki yanındaki “f-delikleri”(3),Stefan’ın müzisyen kimliğine bir gönderme; merdivenin üstündeki iki kırmızı daire, Dante’nin “Cennetin 9 Küresi”nden esinlenme olsa gerek, cennet kürelerini simgeliyor; merdiven de ölümlü dünya ile cennet arasındaki geçit, doğal olarak. Ardon, sevgili dostunun cennete gittiğini ve huzura kavuştuğunu düşlüyor bu resmiyle. Ne güzel bir veda!..

  • Türkçede ne yazık ki taşınabilir ve basamaklı merdiveni aynı sözcükle karşılıyoruz ancak Batı dillerinin çoğunda bunlar farklı sözcükler, İngilizcedeki “ladder” ve “stairs” gibi…
  • Adında “kaçış” olsa da Miró korkak bir sanatçı değildir, aslında kişilik olarak siyasetle çok ilgili olmasa da, Salvador Dalí gibi şarlatanların tersine,  her zaman Franco faşizmine karşı durmuştur.
  • Yaylı çalgılardaki iki ses deliği, kuyruklu ve stilize bir “f” harfini andırdığı için bu adı almıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi