PENCEREDEKİ KADIN

Yaşadığımız agorafobi sürecinin etkili küresel aktörü haline gelen dijital platform Netflix’de, bu aralar agorafobinin merkezde olduğu başarılı bir gerilim sineması örneği olan “Penceredeki Kadın”  (The Woman in The Window), Top 10 listesinde yer buluyor...

İnsanlığın yaşadığı pandemi süreci, evden çıkmayı bir tehdit haline getirdi. Yaşam normal akışındayken, evden çıkamamak travmatik bir olgu olarak kabul ediliyor. Bu travmanın ismi ise agorafobi. Genel anlamı ise açık alanlarda bulunma korkusu... Agorafobik kişiler aynı zamanda alışveriş merkezleri, dükkanlar, sinema gibi kalabalık ortamlarda bulunmaktan korktuğu gibi; otobüs, uçak gibi vasıtalarla da seyahat edemiyorlar. Yaşadığımız pandemi nedeniyle yaşamlarımız da agorafobik hale geldi... Temaşa bu süreçte manipülasyon unsuru olmaktan çok, neredeyse bir rehabilitasyon unsuruna  dönüştü.

YAŞADIĞIMIZ AGORAFOBİK DÖNEM

Yaşadığımız agorafobi sürecinin etkili küresel aktörü haline gelen dijital platform Netflix’de, bu aralar agorafobinin merkezde olduğu başarılı bir gerilim sineması örneği olan “Penceredeki Kadın”  (The Woman in The Window), Top 10 listesinde yer bulmuş.

Sinemalar ve tiyatrolar, geçen yıl kısa bir açılma süreci sonrasında neredeyse bir yıldır kapalı. Bu sürecin yeni normali ise küresel anlamda büyük bir oyuncu olan Netflix’in, vizyonun yeni adresi haline gelmesi oldu. Bu süreç özellikle dizi film sektörümüz açısından olumlu bir gelişme sağlayarak, sansürün hışmından olabildiği ölçüde kurtulan, daha rasyonel ve makul süreleriyle yaratıcı dizi filmlerin üretim sürecine de destek oldu.

GERİLİM USTASI HITCHCOCK’DAN ESİNLENME !

Penceredeki Kadın filminin girişinde gerilim sinemasının büyük ustası Alfred Hitchcock’un “Arka Pencere” (Rear Window) filminden bir kare ile yönetmen Joe Wright sinefil olan seyircilere de göz kırpıyor.

Film, yaşadığı travmatik olay sonrasında agorafobi gelişen psikolog Anna’nın (Amy Adams) tıpkı Hitchcock’un filminde James Stewart’ın canlandırdığı fotoğrafçı “Jeffa karakterinin, bacağının kırılmasıyla Newyork’da evde kalmak zorunda olması nedeniyle penceresinden fotoğraf makinasıyla çevresini gözetlemesi gibi, Anna’nın da karşı komşusunu gözetleme sürecine ve polisleri de inandırmakta zorlandığı bir olaya tanık olmasına yoğunlaşıyor.

ARKA PENCERE İLE BENZERLİKLER

“Penceredeki Kadın”, Hitchcock’un “Arka Pencere” filmiyle benzerlik taşıyan bir film. Filmin ana karakteri Anna’nın yaşadığı ağır dram onun gerçeklik duygusunu yok etmiş, yaşadığı travma nedeniyle evinde psikiyatrist desteği alırken çeşitli ilaçlar da kullanmaktadır.

Anna, yaşadığı travma nedeniyle evinden çıkamasa da, bodrum katını David (Wyatt Russell) adında genç bir erkeğe kiralamıştır. Diğer yandan karmaşık bir karakter olan karşı komşusu Alistair Russell’ın (Gary Oldman) oğlu Ethan (Fred Hechinger), kendisiyle iletişim kurar ve evine gelir. Bu arada Cadılar Bayramı nedeniyle sokaktaki çocukların evine yaptıkları yumurtalı saldırılara tepki göstermek için kapıyı açmak zorunda kalan Anna, istemeden yaşamındaki pandora kutusunun da açılmasına neden olacak olayları tetikler...

Sinema sanatı bulunduğu 1895 yılından günümüze neredeyse insana değgin her  öyküyü anlattı. Bu süreç yeniden çevrimlerin de ortaya çıkmasına neden oluyor. Gerilim sinemasının büyük ustası Alfred Hitchcock’un “Rebecca” isimli filminin yeniden çevrimi de, Netflix filmleri arasında kendisine yer bulan örneklerden. Bu bağlamda diğer bir Hitchcock esinlenmesi “Penceredeki Kadın” ise, gerilim sineması açısından seyircinin nabzını elinde tutmayı bilen bir yapım olduğu kadar, bu bağlamda sinematografik anlatımını dijital teknolojinin olanaklarından yararlanarak daha etkili bir sunuma dönüştürüyor.

FİLMİN GÜÇLÜ OYUNCU KADROSU

Film oyunculuk başarısıyla öne çıkıyor. Sinemanın önemli oyuncuları Julianne Moore ile Gary Oldman ilk dikkati çekenler arasında. Filmin ana karakteri Anna rolünde ise Amy Adams, göz dolduran bir oyunculuk sergileyerek, Anna Fox karekterinin yaşadığı travmayı ve agorafobik takıntısını başarılı şekilde yansıtıyor.

Filmin ana karakterlerinden bir diğeri ise görüntüleri. İnsan denilen gizemli canlının içerdiği değişik ruh hallerinin yansıtılmasında ve özellikle Anna karakterinin yaşadığı travmanın boyutlarının, sinemanın anlatım dilinin doğal bir parçası olan sürreel geçişlerle desteklenmesi kadar; neredeyse filmin bütününe hakim olan gerilim unsurunun vurgulanmasında ve özellikle mekanların atmosfer kimliğine bürünmesinde görüntü yönetmeni Bruno Delbonnel’in başarılı görüntü yönetmenliği çalışmasını da vurgulayalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bülent Vardar Arşivi