TEK ADAMIN ANATOMİSİ

Kurulu düzenin temsilcileri, muhafazakâr çevreler gençleri hiç sevmezler, susturmaya çalışırlar. Onun için bugün üniversiteleri kapatmaya girişiyorlar. Gençler bir arada olmasın, sesleri çıkmasın. Ama korkunun ecele faydası yok. Bu iktidar gidicidir.”

Bu bölümde girişte bahsettiğim kitabın yazarıyla ilgili bilgi veriyorum. O nedenle söyleşi kısmına başlamadan kitabın kapağının yanında belki bir çerçevede birlikte yer verebiliriz.

Ryszard Kapuscinski Kimdir?

Ryszard Kapuscinski 1932 yılında Polonya’da doğdu. Varşova Üniversitesi’nde Polonya tarihi eğitimi gördü. Daha sonra gazeteci olarak çalışmaya başladı. 1981 yılında Polonya Haber Ajansı’nın yurtdışı muhabiri olarak Latin Amerika, Afrika, Ortadoğu ülkelerinde iç savaşlar, devrimler ve toplumsal yaşama ilişkin haberler yaptı, kitaplar yazdı. Afrika Aslanı, Futbol Savaşı-Üçüncü Dünyadan Haberler, Bu İş Siniklere Göre Değil, Heredot’la Yolculuklar, Şahların Şahı ve Abanoz Türkiye’de yayımlanan kitapları arasında.

Saygıdeğer Majesteleri… Hiç okumazdı. Ona göre, ne yazılı ne de basılı söz mevcuttu. Her şey ağızdan çıkan sözcüklerle aktarılmalıydı. Majesteleri hiç eğitim de görmemişti. Dolayısıyla diploması da yoktu! Saray’da sorular yukarıdan aşağıya sorulurdu, asla ters yönde değil! Soruların alışılmış yönünü değiştirmesi, devrimin başlamış olduğunun bir işaretiydi. İmparator gününe muhbirlerin haberlerini dinleyerek başlardı. Kim kiminle nerede buluşmuş, ne hakkında konuşmuş her şeyi bilirdi. Ülkeye ilk arabayı olduğu gibi uçağı da ilk o getirmişti. Sadece ülkeye getirdikleri ilkler bununla da sınırlı değildi. İlk posta teşkilatı, havalimanı hatta matbaa… Yüce imparator sayesinde ülkeye gelmişti. Sarayları da unutmayalım. Majesteleri tam on altı saray yaptırmıştı. Her bir saraydaki hizmetlileri, ihtişamı varın siz düşünün. Tabi imparator bunları yaparken yalnız değildi. İktidarını meşrulaştıran, ona bir tanrıya tapar gibi inanan has adamları vardı. Bu has adamlar koltuk kapma uğruna birbirleriyle yarışırdı. Majesteleri bu koltuk yarışını bakın nasıl sonuçlandırırdı. Tayinleri kişinin yeteneğine göre değil, daima ve sadece sadakat esasına göre yapardı. Yani liyakat falan hak getire! Ülkede üniversite de yoktu. O nedenle yakın adamlarının çocuklarını okumaları için yurtdışına gönderdi ama ne bilsin o çocuklar ülkelerine geri dönecek ve devrimi başlatacaklardı.Yüce majesteleri için gençler büyük sorun teşkil ediyordu. Sadık kullarının çocukları biraz sessizleşse babalarının ödleri kopuyordu ve aralarında şöyle bir diyalog geçiyordu:

  • Oğlum ne yapıyorsun?
  • Düşünüyorum baba.
  • Düşünme, düşünmek tehlikeli bir hastalıktır. Sakın düşünme!

Gençler isyan ediyordu ve vatanın her yerinden “Yolsuzluk ve yozlaşma istemiyoruz. Bu ülkeden utanç duyuyoruz. Yerin dibine batsın sarayınız” sesleri yükseliyordu.

Sakın yanlış anlaşılmasın. Haşmetmeap reforma karşı değildi. Bilakis ilerme ve gelişmeye her zaman ilgi duyardı. Ama biri, reforma kendi başına giriştiği zaman buna tahammül edemezdi. Çünkü ona göre bu bir anarşi doğururdu. Hem de imparatorlukta majestelerinden başka hayırsever kişiler bulunduğu izlenimi yaratırdı. Mazallah her şey yüce majestelerinin emrinde olmalıydı.


Yukarıda resmini çizmeye çalıştığım imparatorla ilgili satırları okuyanların yüzlerindeki tebessümü görür gibiyim. Aman yanlış anlaşılmasın. Olay Etiyopya’da geçiyor. Anlatılan yüce majeste kökleri Kral Süleyman’a dayanan ve ülkenin üzerine 44 yıl bir karanlık gibi çöken Etiyopya İmparatoru Haile Selassie’in gerçek hikâyesi. Polonyalı gazeteci Ryszard Kapuscinski Türkçe’ye ‘Afrika Aslanı’ olarak çevrilen kitabında Etiyopya tarihine ışık tutuyor. Bunu didaktik bir anlatımla değil hikâyeleştirerek yapıyor. Etiyopya’da imparatora en yakın isimleri buluyor. Bu kişiler ordunun imparatoru devirmesine rağmen korkudan konuşmak istemiyorlar. Konuştuğu kişileri tarif etmeden imparatorun adamlarını, ne iş yaptıklarını ve yaşananları anlamaya çalışıyor.

Kapuscinski’nin anlattığı hükümdarın hikâyesi artık tiyatroda. Türkiye’de politik tiyatro denilince akla gelen ilk isimlerden biri olan, sahnede 60 yılı deviren Genco Erkal Kapuscinski’nin eserini ‘İmparator’ adıyla sahneliyor. Binlerce insan enkaz altında can verirken, günlerce kurtarılmayı bekleyen insanların çığlığı hâlâ kulaklarımızda. Hepimiz büyük bir yas süreci yaşıyoruz. Genco Erkal’ın tiyatrodan bize tuttuğu ışıksa ruhumuza ilaç gibi geliyor.  Erkal’la İmparator oyunu ve metni ilk okuduğunda neler hissettiğinin yanı sıra depremde yaşadığımız süreci, üniversitelerin kapatılmasını, neden önce gençlerin gözden çıkarıldığını da konuştuk.

Yaşadığımız felakete, deprem sırasında ve sonrasında yaşananlara ilişkin bu ülkenin bir aydını, tiyatro emekçisi olarak ne söylemek isterseniz?

Deprem öncesinde yıllar boyu inşaatları doğru dürüst denetlemediler, kaçak yapılaşmaya göz yumdular. Sık sık çıkardıkları imar aflarıyla depremde insanlara mezar olacak yapıları desteklediler, aç gözlü müteahhitleri yüreklendirdiler. Asıl büyük felaket depremden sonra yaşandı. Arama kurtarma çalışmalarının en etkili olacağı ilk üç gün içinde devlet ortada yoktu. Organize olamadılar, harekete geçemediler. Tek kişinin ağzından çıkacak emirleri beklediklerinden insanların yok yere ölmesine neden oldular. Aynı beceriksizlik halen devam ediyor. İnsanların barınacak yerleri yok. Su yok, tuvalet yok, elektrik yok. Salgın hastalıklar kapıda bekliyor. Tek adam iktidarı bu sınavda sıfır almıştır.

Ryszard Kapuscinski’nin dilimize ‘Afrika Aslanı’ adıyla çevrilen kitabından tiyatroya uyarlanan bir metin İmparator. Metni ilk okuduğunuzda neler hissettiniz ve oyunu sahnelemeye nasıl karar verdiniz?

Bu projeyi bana getiren Devlet Tiyatrosu’ndan arkadaşım Tuğrul Çetiner’dir. Kendisi yıllar boyu Polonya’da eğitim gördüğü için sürekli Lehçe’den çeviriler yapar. Ünlü gazeteci-yazar Kapuscinski’nin bu eserinden bana söz etti, yaptığı çeviriyi ve uyarlamayı bana okuttu. İlk andan başlayarak bu projeyi nerede, ne zaman gerçekleştirebileceğimi düşündüm.  Araya pandemi girdiğinden biraz geciktik ama sonunda izleyiciyle buluşabildik. Bu kitabın değişik ülkelerde yapılmış bir çok uyarlaması var. Ben İngiltere’de Colin Teevan’ın yaptığı uyarlamayı esas aldım, onun üzerinde dramaturji çalışması yaptım. Ülkemizin koşullarını düşünerek metni yeniden oluşturdum. Oyunun benim için ilginç yanı, evet konumuz Etiyopya ama dünyanın herhangi bir ülkesinde yaşanabilecek bir model koyuyor ortaya. Diktatörlüğün, tek adam yönetiminin anatomisini çiziyor. Tarih kitapları aynı konuyu sık sık anlatır ama burada özgün olan, diktatörü, çevresinde bulunan, onun hizmetinde olanların anlatması. Bana iginç gelen, projeye bağlanmamı sağlayan bu özellik oldu.


Sarayda neler olup bittiğini en iyi orada yaşayanlar, imparatorun yakınında olanlar bilir. Siz de oyunda imparatorun hizmetlisinden istihbarat bakanına kadar pek çok karakteri canlandırıyorsunuz. Diktatörler ve yakınındakiler farklı coğrafyalarda da olsa hep birbirlerine benziyor. Siz bu görüşe katılır mısınız? Bu benzerliği nasıl açıklarsınız?

Mekanizma dünyanın her yerinde aynı. Tek adamın çevresinde güce tapan, onun gölgesine sığınmak isteyen, ona gözü kapalı biat eden, gücünü ondan alan kitleler olmasa diktatörler zaten olmazdı. Bu tip yönetimlerin temel özelliğidir bu. Çağımızın büyük örnekleri, Hitler’i düşünün, Mussolini’yi düşünün. Bu mekanizmayı böyle bir oyunla araştırmak, açığa çıkarmak ilginç bir deneyim. Esas konumuz Saraylılar, Sarayı savunanlar, Sarayı ayakta tutanlar. Bu oyunda onları tanıyoruz.

Oyunda gençlere yapılan çağrı önemli. Gençler kanmıyor, düzeni değiştirmek için mücadele ediyorlar. Siz Türkiye’de gençlerin durumunu nasıl görüyorsunuz? Bu oyun aslında demokratik ve özgür bir toplum ideali için gençlere bir çağrı mı?

Tabii 44 yıl süren bir monarşiden söz ediyoruz. Meclis yok, siyasi partiler yok, toplumsal örgütlenme yok. Zaten yoksul bir feodal toplum olduğundan örgütlü bir işçi sınıfı da yok. Tek örgüt ordu ve yeni yeni kıpırdamaya başlayan gençlik hareketi. Bizim gibi iyi kötü demokratik geleneği olan ülkelerde başka güçler de var elbet. Örgütlenmiş işçi sınıfı var, siyasi partiler var, sivil toplum örgütleri var. Bütün bu güçlerin uyum içinde harekete geçmeleri lazım. Gençlik de önemli bir güç.

Yaşadığımız depremde de gençlerin canla başa çalıştıklarına tanık olduk. Hatta başlarını ekrandan kaldırmayan gençler bakın neler yapıyor paylaşımları da yapıldı. Gençlerin bu kadar hızlı organize olmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Gençler bu dönemde güzel sınav verdiler diyebiliriz. Gençlerin bir bölümü elbet. Genel bir hareketten söz edilemez. Ama canla başla çalıştılar ve yorulmadan devam ediyorlar.

Oyunda birlikte rol aldığınız Enes Sarı’nın oyunun bir yerinde “Yerin dibine batsın sarayınız” sözleri seyirciden büyük alkış aldı. “Yolsuzluk ve yozlaşma boğuyor bizi”, “Bu ülkeden utanç duyuyoruz” diyor gençler. Oyun çıkışında da (Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde) izleyicilerden biri Nâzım’ın dizelerini okumaya başlamıştı. Sahneden halkın sesine ortak olduğunuzda, o ışığı yaktığınızda neler hissediyorsunuz?


Oyunla ilgili tepkiler bizi sevindiriyor. Seyircimiz son derece politize ve bilinçli. Anlatılan her şeyi havada kapıyor ve anında tepki veriyorlar. Bu anlamda oyunun amacına ulaştığını söyleyebiliriz. Sahneden anlatılanla izleyicinin beklentisi böyle denk düşünce işte, gerçek tiyatro yaşanıyor. İzleyiciyi aydınlatan, onu düşündüren, tartışma ortamı yaratan tiyatro. O zaman keyfimiz yerine geliyor, her türlü zorluğun üstesinden gelebilecek gücü buluyoruz. Verdiğimiz emeğe değdi, görevimizi yaptık, biz bir işe yaradık diyoruz.

‘Devlet yok!’, ‘Devlet nerede?’ gibi ifadeleri canlı yayınlarda depremzedelerden de duyduk. Sarayın kapısının depremzedelere açılması önerisinde bulunanlar oldu. Fakat hükümet çareyi üniversiteleri kapatmakta buldu. Yurtlarından edildi gençler. Oyunda da gençlerin çığlığı vardı. Türkiye’de de ilk gözden çıkarılanlar gençler oluyor. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Ülkemizde gençler her zaman çok çekti. Bizzat şahitim. Özellikle askeri darbeler sırasında okkanın altına gidenler hep gençler oldu. Yapısı gereği gençlik yenilikten yanadır, asidir, ilericidir, devrimcidir. Hiçbir şeyi olduğu gibi kabullenmez, mücadele eder. Bu nedenle kurulu düzenin temsilcileri, muhafazakâr çevreler gençleri hiç sevmezler, sürekli ezmeye, susturmaya çalışırlar. Onun için bugün üniversiteleri kapatmaya girişiyorlar. Gençler bir arada olmasın, sesleri çıkmasın. Ama korkunun ecele faydası yok. Bu iktidar gidicidir. 20 yıldır çektiklerimiz yakında son bulacak. Ülkeye yaptıkları kötülükler ve özellikle bu son deprem dönemindeki suçları cezasız kalmayacak.

Haftalık Kitaplar

ÇİNDEN DOLMUŞ GEÇEN İSTANBUL

Hazırlayan: Ali Can Sekmeç

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları

İÇBAHÇE

Simla Sunay

Everest Yayınları

SESİNİ ARAYAN ŞARKILAR

Kemal Aslan

Artshop Yayınları

YÜRÜMEK

Erling Kagge

Kolektif Kitap

YA ADALET YA SEFALET

Selçuk Şirin

Doğan Kitap

TÜRKİYE’DE SAĞLIKTA KAMU-ÖZEL ORTAKLIĞI

ŞEHİR HASTENELERİ

Derleyen: Kayıhan Pala

İletişim Yayınları

Çok Satan Kitaplar Listesi

1. İnsanlığımı Yitirirken, Osamu Dazai

2. Kırmızı Pazartesi, Gabriel Garcia Marquez

3. Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig

4. Yarınsız Yarın, Nazan Öncel

5. Bir Aşk Masalı, Ahmet Ümit

6. Mutlu Olma Sanatı, Arthur Schopenhauer

Çocuk Kitapları

ŞİMDİKİ ÇOCUKLAR HARİKA

Aziz Nesin

Nesin Yayınevi

HAZIRLIKSIZ

Tolga Gümüşay

Günışığı Yayınları

BİR DİLEĞİM VARSA

Görkem Kantar Arsoy

Yapı Kredi Yayınları

AY IŞIĞINDA CEVİZ YİYEN AYI

Necati Güngör

Nesin Yayınevi

MARTIYA UÇMAYI ÖĞRETEN KEDİ

Luis Sepulveda

Can Çocuk Yayınları

RÜZGARI DİZGİNLEYEN ÇOCUK

Bryan Mealer

Beyaz Balina Yayınları

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi