AKP’nin Rıza Fabrikası’nda Şalter Atınca

Antonio Gramsci der ki, bir sınıfın iktidarı sadece polis gücüyle veya yasalarla sürmez; aynı zamanda toplumun "rızasını" alması gerekir. Bu rıza, medya üzerinden de inşa edilir. AKP, yirmi yılı aşkın sürenin sonunda bir "Rıza Fabrikası" kurdu. Ancak bugün fabrikada şalterler attı.

İktidar artık topluma yeni bir hikâye, yeni bir umut, hatta yeni bir yalan bile satamıyor. Toplumsal rızayı üretemediği noktada ise medya organları, halkı ikna eden birer araç olmaktan çıkıp, sadece kendi dar yankı odalarında bağıran etkisiz hoparlörlere dönüştü. AKP’nin medya yapılanması, geniş anlamıyla iletişim stratejisini dayandırdığı sistem, içine düştüğü sığlığı ve yozlaşmışlığı artık gizleyemiyor.

İzlenme oranlarının yerlerde sürünmesi, halkın bu kanalları birer "haber kaynağı" değil "propaganda bülteni" olarak görmesi, bu hegemonik çöküşün en çıplak kanıtı.

AKP, medyayı devletin bir şubesi haline getirerek aslında kendi bindiği dalı kesti. Çünkü medya, iktidardan bağımsızmış gibi göründüğü sürece "inandırıcı" duruyordu. Oysa Saray’ın tek merkezli medya arzusu, bu aygıtı öyle bir hantallığa ve pespayeliğe sürükledi ki artık ne ideolojik bir derinlik ne de estetik bir değer kaldı.

Şu an yürütülen "yeniden dizayn" çabası, aslında basit bir restorasyon sürecine benziyor. Yani aşağıdan gelen gerçek bir değişimi engellemek için, yukarıdan küçük, kontrollü ve makyaj mahiyetinde değişiklikler yaparak düzeni kurtarma hamlesi yapıyorlar.

İktidara sırtını dayamanın verdiği şımarıklık, medyasının kılcal damarlarına kadar girmiş durumda. Nasıl ki AKP’de merkeze en yakın olanlar kendi çaplarında birer tek adamlıklar kuruyor ise medyası da bunu yaşıyor. AKP ve Saray ise bu şımarıklığa karışanların artık itibarının kalmadığını bildiği için yeni bir ‘söylem’ palavrasına sarılırken, eskiyen yüzlerin yerine yeni isimler devşirmeyi hedefliyor. Bu süreçte içeride oluşan direnci ise farklı yöntemler ile kırmaya çalışıyor.

AKP, medyadaki eskimiş yüzleri değiştirip yerlerine daha "kabul edilebilir" ya da "yeni" isimler koyarak, aslında sistemin özünü korumaya çalışıyor. Amaç gazeteciliği özgürleştirmek değil, çöken propaganda makinesine yeni parçalar takarak onu bir süre daha çalıştırmak.

Bu sürecin en tehlikeli ve aslında en gülünç tarafı, iktidarın muhalefeti de kendi zihin dünyasına göre tasarlama girişimi. Cumhuriyet Halk Partisi’ni kimin temsil edeceğine, hangi muhalif ismin "makbul" olduğuna karar verme cüretini de kendilerinde buluyorlar. Mutlak kontrol arzusundan vazgeçemiyorlar. İktidar, sadece mesajı kodlamak değil, o mesajı alacak olanın muhalefeti nasıl algılayacağını da belirlemek istiyor. Ancak halkın "kod açımlama" pratiği, Saray’ın beklediğinden çok daha ferasetli işliyor. Halk, ekranda kimi görmek istediğine kendi karar veriyor; Saray’ın onaylı listelerine bakmıyor.

Bir yandan "tartışma ortamı geri dönüyor" diyerek sevinç çığlıkları atıyorlar. Bakmayın öyle, yeniden tartışma programlarına dönüleceği ve AKP’lilerin yeniden ekranlara çıkacağı laflarına. Saray’ın “Benden başka söz söyleyen olamaz” tavrı karşısında ne ekrana çıkacak cesareti olanı bulabilirler ne de el kaldırıp indirmekten başka haberleri olmayan politikalarını. Hakikatle yüzleşme korkuları o kadar derin ki Ekrem İmamoğlu’nun TRT ekranlarından gerçeği haykırmasını engellenme çabalarında gördüğümüz gibi, tarafsız olması gereken kurumları bile kendi korkularına siper ediyorlar.

Diğer yandan Tele1 gibi halkın nefes borusu olan kanalları cezalarla boğmaya, Fatih Altaylı, Enver Aysever ya da Levent Gültekin gibi isimleri yargı ve medya kuşatmasıyla susturmaya çalışıyorlar. Gerçek aykırı sesleri sistemin dışına itip, sistemin içinde "kontrollü bir tartışma" alanı yaratmak istiyorlar. Gerçeği marjinalleştirip, yalanı muteber kılmaya çalışıyorlar.

Sonuç olarak; AKP’nin bu yeni medya dizaynı, aslında bir güç gösterisi değil, bir acziyet itirafı. Kurdukları o devasa medya imparatorluğu, hakikatin sert duvarına çarptı ve parçalandı. Şimdi o parçaları yapıştırıp yeniden bir rıza fabrikası inşa edebileceklerini sanıyorlar.

Gazetecileri işsiz bırakarak, ekranları karartarak ve muhalefete ayar vermeye çalışarak bu çöküşü durduramazlar. Biz bu filmi daha önce gördük. Maalesef medyada ve aslında yaşamın her alanında, kendilerinden olmayan hiçbir alternatife tahammülleri yok. Buradan yeni bir faza geçileceği aşikâr; ancak bu yeni evrenin özgürlükçü olacağını düşünmek yanıltıcıdır. Tasarlanan gelecek, denetimin daha rafine ama baskının daha sistematik olduğu bir modeldir. Bu yenilenme masalları, seçim öncesi halkı oyalama taktiklerinden başka bir şey değil. Ama bu defa işleri zor çünkü karşılarında ne o eski kitleler var ne de manipülasyona boyun eğecek bir muhalefet. Halkın gerçek gündemi yoksullukken, işsizlikken ve adaletsizlikken; Saray’ın medya vitrinindeki bu dekor değişikliği ancak bir "kara mizah" örneği olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murat Emir Arşivi