Kardelen Aydın

Kardelen Aydın

Kartalkaya’nın Ardından

Felaketler, ‘canlarımızı’ bizden alarak girdiği hayatımızdan, derin yaralar yani psikolojik izler bırakarak çıkar. Geride koca bir enkaz, kendini ‘çaresiz’ hisseden bir toplum ve travmatize olmuş ama ‘Ya benim başıma da gelirse?’ diye alarma geçmiş bireyler kalır.

Son örneğini Kartalkaya faciasında yaşıyoruz.

Sevdiğimiz, tanıdığımız veya tanımadığımız onlarca canımızı kaybetmemize sebep olan Kartalkaya yangını da bu izlerin birçoğu ile beraber girdi hayatımıza ne yazık ki. Yaşadığımız bu toplumsal travma, yakınlarını kaybeden, yardıma koşan, olaya yakından uzaktan tanık olan, medyadan izleyen kısacası ‘hayatta kalan’ herkeste farklı izler bırakıyor.

BİRİNCİL TRAVMAYLA GELEN SUÇLULUK DUYGUSU

Felaketi doğrudan yaşayıp hayatta kalabilenler, birincil travma ile karşı karşıya kalıyorlar.

Yoğun bir şok, korku ve çaresizlikle baş başa.

Bu süreçte uyku bozuklukları, yoğun kaygı hali, öfke ve hatta hayatta kaldıkları için yoğun suçluluk duyguları ortaya çıkabiliyor.

Ancak travma, felaketi sadece doğrudan yaşayanlarla sınırlı kalmıyor.

Olaya tanık olanlar, yardıma koşanlar ve süreci gerek görsel gerek yazılı, gerek sosyal medyadan izleyenlerde ise ikincil travma yaşanabiliyor.

Başkalarının acısına tanık olmak derin bir duygusal yük oluştururken aynı felaketle yüzleşme ihtimali ise yoğun bir güvensizlik hissine sebebiyet verebiliyor. Özellikle medyada karşılaştığımız görsel ve işitsel detaylar, üzerimizdeki olumsuz etkiyi artırır nitelikte olabiliyor.

KAÇ-SAVAŞ MODUNA KARŞI DİNLEN-SİNDİR MODU

Travma, bireyin sorunla başa çıkma mekanizmalarını aşan ve yoğun stres yaratan bir deneyimdir.

Savaş, terör, doğal afetler, pandemi gibi olayların yarattığı toplumsal travmalar, bireylerin sinir sistemlerinde derin izler bırakır.

Bu süreçte, ‘sempatik sinir sistemi’ ve ‘parasempatik sinir sistemi’ arasındaki denge bozulur.

Sempatik sinir sistemi bir çeşit tehlikeye tepki sistemidir. Kişi bir tehlike algıladığında sempatik sinir sistemi yani sıkça duyduğumuz ‘kaç ya da savaş’ modu devreye girer ve fazla adrenalin salımı ile kaçabilmek ya da savaşabilmek için vücudumuz hazırlık yapar.

Kalp atışımız hızlanır, kaslarımız gerilir, enerjimiz ve odaklanmamız artar.

Travmatize olmuş kişide sürekli bir tehdit algısı olacağından sempatik sinir sistemi sürekli aktif ve kişi sürekli alarm modunda olabilir. Bu sebeplerle kişide kronik kaygı, stres, aşırı uyanıklık ve tükenmişlik hisleri görülebilir.

‘Kaç-savaş modu’nu devreden çıkarmak içinse parasempatik sinir sistemimizi yani ‘dinlen ve sindir modu’nu aktive etmeye ihtiyaç duyarız.

Bu mod aktive olduğunda; kalp atışımız yavaşlar, kaslarımız gevşer, sindirim ve iyileşme süreçleri başlar. Dinlen-sindir modunun devreye girebilmesi için tehlikenin geçtiğini ve güvende olduğumuzu zihnimizin bilmesi gerekir.

Travmatizasyonun devam ettiği ve güven hissinin sağlanamadığı durumlarda zihin bunu bilemez ve dinlen-sindir modu yeterince aktive olamayabilir. Bu da kişinin sakinleşememesi, uyku problemleri yaşaması ve süreğen bir güvensizlik hissiyle sonuçlanabilir.

NE YAPILMALI?

Travmatize olmuş kişilerde sinir sisteminin genellikle iki uçta çalışmasını bekleriz. Bu durumu kaç-savaş modunun aşırı çalışması (sürekli tetikte olma, öfke, kaygı, panik ataklar) veya dinlen-sindir modunun yetersiz çalışması (donma tepkisi, uyuşukluk, duygusal donukluk ve depresyon) şeklinde görebiliriz.

Sinir sistemimizin bu şekilde dengesinin bozulması ise güven duygumuzu ciddi şekilde zedeleyebilir.

Bu durumda ne yapılmalı?

Sinir sistemimizin bu dengeyi geri kazanabilmesi için güvende olma, güvende hissetme halimizin geri gelmesi gerekir. Bunun için güvenli ortamın sağlanması ilk ihtiyaçtır. Bir yandan benzer olayların tekrar yaşanmaması için önlemler alındığına, diğer yandan toplumsal adaletin sağlandığına şahit olunması gerekir. Yaratılacak ‘güvenli ortam’ hepimiz için temel ihtiyaçtır.

BİZ NE YAPABİLİRİZ?

Peki, biz bireysel olarak ne yapabiliriz?

Kendimiz için alacağımız bazı minik aksiyonlarla dinlen-sindir modumuzu aktive etmeye çalışabiliriz.

Güvenilir ilişkiler ve sosyal bağlar bunun için en güçlü araçlardan biridir. Duyulduğumuzu, anlaşıldığımızı hissettiren ilişkiler ve bağlar ‘iyileştirir’.

‘Kol kırılır yen içinde kalır’ düsturuyla bugünlere gelmiş toplumda ne kadar zor olsa da ifade etmek, duygularımızı düzenlemedeki ilk adımdır.

Acımız da ortak, öfkemiz, çaresizliğimiz, güvensizliğimiz de.

Konuşalım ki acımız katlanmasın, öfkemiz patlamasın. Ancak umudumuzu koruyarak paylaşalım.

Zira bütün bu ortak olumsuzluklardan bizi koruyabilecek olan duygu, umuttur. Umut, bize mücadele etme gücü verir ve bu güç, toplumsal travmaların üstesinden gelmek için gereken birliği sağlar. Umudu korumak ve toplumsal bağları güçlendirmek, iyileşmenin en önemli adımlarıdır.

Umudun olduğu yerde, mucizeler çiçek açar.

*Kardelen Aydın - Klinik Psikolog

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kardelen Aydın Arşivi