
Namık Tan
Kıbrıs: AKP Dış Politikasında Pragmatizmin Özeti
Uzun yıllardır AKP'nin en sık eleştirildiği konulardan birisi de dış politika oldu. Son günlerde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde patlayan siyasi skandal da AKP döneminde Türkiye'nin dış politika çizgisiyle ilgili eleştiri konusu olan tüm hususları aynı anda içinde barındıran çarpıcı bir örnek.
Kuzey Kıbrıs'ta yaşanan ve son günlerde gündemi işgal eden olayı kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:
Türkiye, KKTC ve Kıbrıs Türkleri konusunu dış politikada hep öncelik konusu yapmıştı. Sadece güvenlik politikalarımız değil, diplomasimiz de Kıbrıs'taki haklarımızı korumak üzerine önceliklendirilmişti. Kıbrıs zamanla bizim BM politikamızı da AB üyelik sürecimizi de en temelden etkileyen unsur oldu. Kıbrıs'taki pozisyonumuzu korumak için başka diplomatik çıkar ve hedeflerimizden bile vazgeçtiğimiz olmuştu. Bugün ise AKP'nin sadece bu diplomatik hedeflerden değil, Kıbrıs'ın neredeyse kendisinden vazgeçtiğini görüyoruz.
KKTC'de AKP döneminde iyice büyüyen ve kontrolden çıkan kumar, fuhuş, yasadığı bahis, insan kaçakçılığı, silah kaçakçılığı ve kara para aklama gibi türlü suçlar, KKTC'nin tüm dünyada bu şekilde anılmasına ve Türkiye'nin Kıbrıs'taki taleplerinin itibarsızlaşmasına yol açmaya başladı. Hâl böyleyken Türkiye, KKTC'nin en büyük suç patronunun AKP siyasi elitleriyle derin ilişkilerini öğrendi. Maktul suç baronu Halil Falyalı'nın ortağı Yasin Ekrem Serim'in, Lefkoşa Büyükelçiliğine getirilmesi hem Türkiye, hem KKTC'de tepki çekmişti. Aylar sonra Serim görevden alınınca, bu defa onun göreve geliş amacının AKP siyasi elitlerine yönelik şantaj kasetlerini teslim almak olduğu, bu sözde kurtarma operasyonunun başında ise Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın olduğu iddia edildi. İddiaların gerçekliği belgelenmemiş olsa dahi, Türkiye gibi bir ülkenin Dışişleri Bakanının adının böyle bir şeye karışması kabul edilebilir gibi değil.
Öncelikle son 15 yılda yapılan üst üste hatalara baktığımızda, bu alanda artık kronikleşmiş diyebileceğimiz başarısızlığı da üç temel sebebe bağlayabiliriz. Bu sebeplerden, ilki pragmatizm ya da faydacılık ile devletin gelenekselleşmiş ilkeleri arasındaki dengenin tutturulamaması. Her ülke dış politikada kendi gücünü artırma amacıyla maddi çıkarlar güdebilir. Fakat o ülkenin bu çıkarlara ulaşabilmesi için diğer devletler ve uluslararası kurumlar nezdinde itibarının olması gerekir. Bu itibar da o ülkenin belli ilkelere dayanan kestirilebilir bir dış politika çizgisi izlemesidir. KKTC ve Türkiye arasındaki skandalda, dış politika ilkelerinin yok sayıldığı, bir büyükelçinin asli görevi olan dış ilişkileri yürütmek için değil, birilerinin şahsi çıkarları için görevlendirildiği anlaşılıyor. Türkiye tarihinde böyle bir rezaletin eşi benzeri görülmedi.
İkinci konu, AKP'nin meslekten büyükelçileri sürekli dışlaması, ideolojik olarak yeterince kadrolaşamadığı ve dönüştüremediği bakanlığı devre dışı bırakıp Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yakın meslek dışı isimleri büyükelçi atamasıydı. Çoğunun liyakati sorgulanan bu isimler, uzun yıllar boyunca Türkiye'ye dış politikada çok büyük zemin kaybettirdi. Bu örneklerin sonuncusu da Yasin Ekrem Serim oldu.
Üçüncü ve son husus, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve kurmaylarının dış politika söylemlerini sadece iç politikada kendi kitlelerini konsolide etmeye endekslemesiydi.
AKP - MHP koalisyonunun sözde milliyetçi söylemleri, Kıbrıs'ta da "gûya" Kıbrıs Türkünü korumaya ve iki devletli çözümü öncelemeye endeksliydi.
Bugün ise gerçek anlaşıldı ki, AKP elitlerinin Kıbrıs Türklerini korumak gibi bir önceliği yok. Kıbrıs Türkleri ekonomik ve siyasal olarak tüm dünyada dışlanmışken Türkiye'deki sözde yöneticilerin tek derdi, adadaki kirli ekonomik düzenden kendi paylarını almak...