
Mutlu Hesapçı
‘Ölü Mevsim’de ‘Öldürdüğün Şeyler’
‘Ölü Mevsim’ ve ‘Öldürdüğün Şeyler’ filmleri vizyonda. Bu iki filmi de sinemada izleyin isterim. Zira ölü bir mevsim zamanındayız sanki ve öldürmeye çalıştığımız duygular içinde kaldığımız bir dönemdeyiz, filmlerin isimleri hayatımıza nüfuz etmiş durumda gibi…
Toplumsal çürümüşlük…
‘Ölü Mevsim’i 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde izlemiştim ve etkisinde kalmıştım. Film İstanbul Film Festivali’nde de izleyicisiyle buluştu.
Film-Yön Jürisi yakın zamanda kaybettiğimiz usta yönetmen Şerif Gören anısına verilen En İyi Yönetmen Ödülü’nü ‘Ölü Mevsim’ filmiyle Doğuş Algün’e verdi.
Bu ödül beni şaşırtmadı, çok da yerinde oldu. Yönetmen bu kadar zor ve katmanlı bir hikâyeyi derli, toplu anlatmayı başarıyor ki bunu başarmak zor. Çünkü film; hayatı tek bir yerden ele almıyor, hayatın içinde derdi olan birçok karakterden oluşuyor ve onların hikâyeleri üzerinden size ayna tutuyor.
Dolayısıyla izlediğiniz kuru bir hikâye değil, tek tip hiç değil ve çok katmanlı bir hikâye. Sanki bir roman okuyormuşsunuz gibi bir hisle ilerliyor ama bildiğiniz romanlardan alıntılar yapmıyor. O yüzden hayatın içinde değişen sahnelerde gibisiniz, filmin başarısı da bu. Gündelik hayatın diyaloğu o kadar iyi verilmiş ki. ‘Ölü Mevsim’ deyince her şey canlanabilir ama görmediğimiz toplumsal çürümüşlük ve normale yansımış hikâyenin filmi bu. Başarılı ve farklı senaryosu olan filmi Doğuş Algün ve Selen Örcan birlikte yazmış.
Filmin temel hikâyesi ise çocuksuz olma durumundan yola çıkarak, evli ve çocuğu olmayan kadınlara dayatılan baskı, üstüne de bekâr bir kadınsan bambaşka bir önyargı ve bakış açıları…
Ruhun karanlığı nasıl aydınlanacak peki?
İranlı yazar ve yönetmen Alireza Hatemi’nin ‘Öldürdüğün Şeyler’ filmi İran’da çekilemediği için Türkiye’de çekildi. İran sineması özgünlüğünde Türkiye’de geçen başarılı bir film çıkmış ortaya.
Filmin yapımcıları arasında da yer alan Ekin Koç aynı zamanda filmin ana karakteri. Filmde Ercan Kesal, Erkan Kolçak Köstendil, Hazar Ergüçlü, Güliz Şirinyan, Aysan Sümercan, Selen Kurtaran, İpek Türktan rol alıyor.
Filmin senaryosundaki derinlik çok etkileyici. Filmi izledikten sonra “Ne izledim ben, hangisi gerçek, hangisi rüya?” sorularıyla baş başa kalıyorsunuz.
Ali’nin anne ve babası arasındaki çatışma, kendisinin babasıyla olan çatışmasını doğuruyor ve hikâye gittikçe derinleşmeye başlıyor. Annesinin ölümüne şüpheyle yaklaşması Ali’de yılların intikamına dönüşüyor. Babadan korkarak ülkesini terk eden Ali, yıllar sonra babasından korkmamaya başladığı zaman memleketine geri dönüyor. Babalar ve oğulları arasındaki ilişki de kişilikte bir miras. Ataerkil düzenin aktarılan travmaları ve birey üzerindeki yıkıcı etkisi hiç bitmiyor. Ali içinde öldüremediği kötülükle başa çıkamayınca beden ve ruhsal değişimle başka bir yansımasına dönüşüyor.
Film, iki kişilikli olabilmenin insanın içinde var olduğu durumu çarpıcı bir şekilde işleniyor. Kendi yapamadıklarını başka birisine yaptırmak istemiyor mu insan? Kendini ikiye bölebilsem dediğin durumlar içinde kalmıyor musun? Çünkü için iyiyken dışın kötü, dışın iyiyken için kötü olabilme ikilemi içinde hep insan. Anlam filmin en vurucu cümlesinde gizli; “Işığı öldür…” Ruhun karanlığı nasıl aydınlanacak peki?