Topraktan geldik

Kilden yapılan ilk figürinlere baktığımızda neredeyse hepsinin dolgun ve güçlü kadınlardan oluştuğunu görüyoruz. Toprağın bereketinin kadın doğurganlığıyla özdeşleşmesinin bir dışavurumu.

Arapların “yaratılanların en şereflisi” yani “eşref-i mahlûkât” diye adlandırdığı insan bilimsel literatürde “Homo Sapiens” olarak geçiyor biliyorsunuz. “Sapiens”, Latincede “akıllı”, “bilge” anlamına gelir, “homo” da insan. Peki “homo”nun kökeni ne?

[Aklınıza takılırsa, “homoseksüel”’ sözcüğündeki “homo” Latince değil Yunanca “aynı” anlamına gelen “homos”tan.]

Latince “homo”nun kökeni Ön-Hint-Avrupa dil ailesinde “toprak” anlamına gelen “*dʰǵʰm̥mō” (“dhghm-moh" okunur) ya da “ǵʰem“(“dhghem” okunur) sözcüğü. Bu sözcükler Latinceye gelirken önce “homos” sonra “humus” olarak değişir. Aynı sözcük Eski İngilizcede “guma” ve sonra “groom” sözcüklerine dönüşür ki “groom” Eski İngilizcede “erkek, adam” anlamına gelir. Örneğin İspanyolca “adam”, “insan” anlamına gelen “hombre” sözcüğünün evrimine bakacak olursak: [*dʰéǵʰōm à *hemō à hemō à homō à hominem à omne à hombre] sırasını izlediğini görüyoruz ki benzer dönüşüm neredeyse tüm Hint-Avrupa dil ailesinde görülür.

1.jpg
Michelangelo, Adem’in Yaratılışı, c.1512

Topraktan Yaratılan İnsan

Hint-Avrupa dil ailesinde insan/adam ve toprak sözcüklerinin aynı kökten gelmesinin dinsel kökenleri olmalı. Çünkü insanın ortaya çıkışı/yaratılışı ile ilgili mit ve dinsel söylencelere baktığımızda, “topraktan/çamurdan yaratılan insan” ortak bir imge gibi duruyor. Örneğin Sümer yaratılış mitinde, panteondaki diğer tanrılar ağır iş yüklerinden yakınınca Tanrı Enki bu sorunu çözmek için insanları yaratmaya karar verir. Onun kil kullanarak şekillendirdiği çamurdan heykellere bereket ve doğum tanrıçası Ninhursag (Ninmah) yaşam üfler. Bu söylencenin yer aldığı ilk tabletler M.Ö. 2100 gibi erken bir döneme tarihlenir.

Akadların “Atra-Hasis” destanı da benzer şeyler anlatır. Başlangıçta tanrılar iki gruba ayrılmıştır: büyük tanrılar (Anunnaki) ve daha küçük, önemsiz tanrılar (Igigi). Küçük tanrılar kanalların kazılması, toprağın işlenmesi gibi ağır işlerden yakınarak isyan edince, bilgelik ve su tanrısı Enki (Ea), doğurganlık tanrıçası Mami’nin (Nintu) yardımını alarak insan türünü yaratır. Bunun için akıl ve anlayış ilgili tanrısı Geshtu-e kurban edilir, sonra Enki onun eti ve kanını kille karıştırarak ilk insanı yaratır. Yaratılan bu insanlara tanrıça Mami can verir. Bu destan, insanların tanrı eti ve kanından yapıldığını söyleyen ilk yazılı metindir; sonraki pek çok dinde insanın tanrının bir yansıması olduğu yönündeki inanışın da kökeni bu olmalı.

Babil’e geçtiğimizde bu iki söylencenin farklı bir sürümüyle karşılaşırız; Enuma Elish öyküsünde bu kez de tanrı Marduk’un insanları kilden yarattığı anlatılır. Eski Mısır’a baktığımızda, çömlekçi tanrı Khnum'un insanları, Nil Nehri'nin kilini kullanarak çömlekçi çarkında şekillendirdiğine inanılır. Çin mitolojisinde de, insan başlı yılan gövdeli tanrıça Nüwa’nın insanları sarı kil kullanarak yarattığından söz edilir.

Yunan mitolojisine geldiğimizde tanıdık bir tanrı daha doğrusu ilk nesil tanrı, Titan Prometheus’u görüyoruz. Prometheus da kilden şekillendirerek can verdiği insanlara o kadar bağlanır ki, hayatta kalabilmeleri için, yalnızca tanrıların kullanabildiği ateşi çalarak onlara verir (ve bu yüzden Zeus’un gazabına uğrar).

2.jpg
Willendorf Venüsü, 30.000 yıl

Altay Destanı

Altay yaratılış destanında başlangıçta her yerin sularla kaplı olduğu anlatılır. Tanrı Ülgen kuşa dönüşerek uçmaya başlar ancak konacak bir yer bulamaz. Gökten gelen bir ses Ülgen'e denizin içinden çıkan bir taşa konmasını söyler. Ülgen bu taşa konduğunda yerin ve göğün yaratılması gerektiğini düşünür ancak bunu nasıl yapacağını bilemez. Suların içinde yaşayan dişi ruh Ak Ana, Ülgen'e yaratılışı nasıl gerçekleştireceğini anlatır. Onun yardımıyla işe koyulan Ülgen önce yeri, ardından göğü yaratır. Sonra deniz üstünde gezerken yüzen bir kara parçası görür; yaklaştığında topraktaki balçık tabakasını fark eder. Ülgen “bu çamur insan olsun” diye düşünür ve çamur insan suretine bürünür.

Zerdüştlük inancında, Ahura Mazda ilk insan Gayomarth’ı topraktan yaratır (bazı anlatılarda Gayomarth'ın Ahura Mazda'nın terinin toprağa düşmesiyle oluştuğu anlatılır).

İnsanın topraktan yaratılması söylencesine, Nijerya halklarından Yorubalar, Ganalı Ashantiler, Kuzey Amerika yerlilerinden Hopiler ve Güney Amerikalı İnkalar gibi birbirinden uzak coğrafyalarda yerleşik topluluklarda da rastlıyoruz.

Tek tanrılı dinlere gelirsek, Museviliğin kutsal kitabı Tevrat’ın Yaratılış (Genesis) bölümünde de insanın yaratılışı benzer biçimde anlatılır. Yahudi tanrısı Adem’i topraktan (kilden) yaratır ve burnuna yaşam nefesi üfleyerek ona hayat verir (Yaratılış 2:7); Havva’yı ise Adem'in kaburga kemiğinden yaratır.

Musevilikten türeyen Hristiyanlıkta da aynı biçimde anlatılır insanın yaratılışı.

Musevilikten aldıkları, kattığı yeni ögelere oranla çok daha fazla olan İslam’da da insan çamurdan yaratılır; “And olsun ki, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.” (Hicr Sûresi 26. ayet); ya da “O Allah ki, yarattığı her şeyi en güzel bir şekilde yarattı; insanı yaratmaya da çamurdan başladı. Sonra onun neslini, değersiz bir sudan süzülmüş bir özden yarattı. Ardından onu güzel bir insan şeklinde düzenleyip ona ruhundan üfledi. Böylece size kulaklar, gözler ve kalpler bahşetti.” (Secde Sûresi 7-9. ayetler).

Daha verilebilecek çok örnek var ama bu kadarı yeterlidir sanıyorum. Arada, mısır koçanından yaratılan, kayalardan yontulan, ağaç gövdesinde yetişen ya da İskandinav mitolojisinde olduğu gibi, dev kutsal bir ineğin buz bloklarını yalayarak eritmesiyle ortaya çıkan ilk insanlar da var ama özellikle tarım toplumu aşamasına geçen topluluklarda en çok karşımıza çıkan yaratılış teması, çamurdan, kilden yaratılan ve can üflenen ilk insandır.

3.jpg
Raphael, Hayvanların Yaratılışı, c.1515

Tarım Devrimi

Bunun görünür nedeni açık; çamur ve kil, bir nesneyi yaratmak, şekil vermek için kullanılabilecek en uygun ve kolay bulunan malzeme. Ama bunda insan topluluklarının günümüzden 10 bin yıl önce yerleşik yaşama ve tarıma geçişi de önemli bir pay sahibi olmalı. Kilden yapılan ilk figürinlere baktığımızda neredeyse hepsinin dolgun ve güçlü kadınlardan oluştuğunu görüyoruz. Toprağın bereketinin kadın doğurganlığıyla özdeşleşmesinin bir dışavurumu.

[Elbette insanlar yerleşik yaşama geçmeden önce de toprağın işlevini bilmektedir. Neredeyse milyonlarca yıl toplayıcılıkla hayatta kalmış primat/insan gruplarının bitki örtüsünü tanımadığı, toprağın doğurganlığının farkında olmadığı düşünülemez. İnsanlar, tarımına başlamadan çok önceleri de, kendi kendine yetişen yabani arpa, buğday gibi bitkilerin tohumlarını tüketmişlerdir. Tarım devrimi, insanların, bunların tohumlarını toprağa gömerek kendilerinin de üretebileceğini fark etmeleriyle başlar. Bu durum doğal olarak insan topluluklarının tohum attıkları ve hasat aldıkları arazileri kendi mülkiyetinde görmeleri ve ürünü korumak için yarı yerleşik yaşama geçmeleriyle sonuçlanacaktır, ki bu da bildiğimiz modern topluma giden uzun yolun ilk adımları.]

Kısacası, türümüz tarihine baktığımızda, insanın topraktan yaratılması yalnızca basit bir metafor olmaktan çok daha fazlası. Bundan 10 bin yıl önce tarıma geçmemiş olsaydı, insan türünü bekleyen yazgı, yok olmasa bile, avlanmak ve besin toplamak için düzlükler, bozkırlar, tundralar arasında mevsimsel olarak göç edip duran seyrek nüfuslu primat toplulukları olarak kalmaktı büyük olasılıkla. O yüzden toprağın insanı yaratması da, Hint-Avrupalıların “insan” sözcüğünü “toprak”tan türetmeleri de tarihsel bir gerçekliği barındırıyor içinde.

Toprağın Kimyası

Peki insanın topraktan yaratılmasını bir metafor değil de sözcük anlamıyla alırsak? Yani, yalnızca topraktaki element ve bileşikleri kullanarak bir insan yaratmak olanaklı mıdır?

Bir kaynağa başvurmaya bile gerek yok, evet olanaklıdır, tersi düşünülemez bile; çünkü -okyanuslar hariç- dünya üstündeki çok hücreli her yaşam formunun içinde bulunduğu besin zincirinin en altında bitkiler var. Yani, su ve havadan aldığımız gazlar dışında bedenimizdeki tüm bileşiklerin tek kaynağı bitkiler -ve onları tüketen diğer hayvanlar-. Zincirin en altındaki bitkiler de içerdikleri tüm bileşikleri aynı şekilde havadan , sudan ve topraktaki elementlerden alıyorlar. O yüzden bir sebze ya da meyve yemeniz, topraktan bedeninize element ve bileşik aktarımından başka bir şey değil esasında. O yüzden evet, bir insanı topraktan yaratabilirsiniz. Bedenimizdeki elementleri kütlesel yüzdelerine göre (adetsel olarak farklıdır) sıralayacak olursak, oksijen (O) %65, karbon (C) %18, hidrojen (H) %10, azot (N) %3, kalsiyum (Ca) %1.5, fosfor (P) %1, potasyum (K) %0.35, kükürt (S) %0.25, sodyum (Na) %0.15, klor (Cl) %0.15, magnezyum (Mg) %0.05, demir (Fe) %0.004 ve diğer iz elementler (çinko, bakır, selenyum, iyot vb.) %0.01. Bunlar, her ne kadar oksijen, hidrojen ve azotu çoğunlukla su ve havadan alsak da, hepsi toprakta bulunan elementler.

Anlaşılan Tevrat’ın Yaratılış bölümünde yazan şu dizeler, bilmeden derin bir hikmet barındırıyormuş:

“Toprağa dönünceye dek

Ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın.

Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın

Ve yine toprağa döneceksin.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi