Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Dokunmak, dokunulmak veya kaybolmak

Tensel dokunur insan, ruhsal dokunur, zihinsel dokunur, aşkınlığa dokunur. Her dokunduğunda genişler. Kendine, ötekini dahil etmeyi öğrenir. Harici olanı içe almayı, dahili olana yer açmayı, değişmeyi ve dönüşmeyi öğrenir. Ben’lik geçirgenleşir, seçmeyi öğrenir. Katılığın getirdiği hareketsizliği temas azaltır.

Tüm dokunuşlar adım adım yitip gittiğinde BENliğe ne olacak?

İhtiyaç duyar insan, dokunmaya, dokunulmaya… Her açıdan dokunmak ve dokunulmak ister: bedensel, ruhsal, zihinsel olarak ve hatta doğaötesinden, aşkın olarak. Dokunma, bağışıklık sisteminin muhkem kalesi olarak, bedene sızmaya çalışan muhaliflerin karşısına dikiliverir. Çökmekte olan ruhsal yapıya suspansuvar olur. İkili bir oyundur dokunmak; oyun başladığında dokunulmak da işin içindedir.  Dokunan ben ve dokunulan öteki vardır. Dokunanın aktifliği, dokunulanın pasifliği mevcuttur. Dışsal temas ve içsel temas sürer. İnsan dokunurken ilişkilenir…

Benliğin zenginliği: dokunmak

Tensel dokunur insan, ruhsal dokunur, zihinsel dokunur, aşkınlığa dokunur. Her dokunduğunda genişler. Kendine, ötekini dahil etmeyi öğrenir. Harici olanı içe almayı, dahili olana yer açmayı, değişmeyi ve dönüşmeyi öğrenir. Ben’lik geçirgenleşir, seçmeyi öğrenir. Katılığın getirdiği hareketsizliği temas azaltır. Temas ettikçe beden yumuşar, ruh dinginleşir, zihin sakinler, hayatın kişisel hakikatlerine yönelik anlam kapısı aralanır. Katılığını yumuşatamayan, kendisinden başka bir şeyi içine alamayan, kendini olduğu gibi koruma konusunda inat eden, değişim ve dönüşümü reddeden benlik ise yıllar ilerlerken kendi duygu ve düşünmeleriyle ötekininkilerden aldıkları arasında ayrımını yapamaz hale gelir. Zira dünyayı kavramak ve yaşamı okumak her temasın ardından kendine dönmeyi gerektir. Fiziksel, duygusal veya zihinsel her temas, gezip görülen mekanların ardından eve dönmek gibidir; lakin giden kişi dönen kişiyle aynı değildir. Reddedilen yahut kabul edilemeyen her türlü temas benliğin zenginleşmesinin önüne geçer. 

Soma

Varlığın ilk bilgisi somadan, yani bedenden gelir. Annesinin karnındaki bebek amniyon sıvısıyla temasında duyuları aracılığıyla dünyayı keşfetmeye başlar. Dokunuldukça bedenen ve ruhen aktifleşir yenidoğan. Kendi de dokunur; emer, ısırır, tutar, bırakır… Somatik rollerin keşfi beninöğrenmeye, genişlemeye ve kapsama dair bidayetidir. Çocuğa yeteri kadar dokunmamak, ihtiyacı olan şekilde dokunmamak ya da ihlal edecek kadar dokunmak nörobiyolojik gelişimi etkilediği kadar ruhsal yapılanmaya da müdahildir. Sevgiyle temasa geçilen ve dünyayı kendi yoluyla algılamasına izin verilen bir bebek, güvende olduğunu hissederek keşfedebildiği her yeni hisle ben’liğini esnetmeyi, duygularını kapsayabilmeyi, yaşamla ilişkilenmeyi öğrenir. Olumsuz duygunun onu yakalayıp yutacağından ve kaybolacağından endişe etmeden büyür. Olumsuz duyguları hissetmenin de olumlu duygular kadar olağan olduğunu ve duygunun olumlu olumsuz ayrımındaki yapaylığını kavrar.

Kendine dokunabilmek

İnsan, zamanla kendine de dokunmayı da öğrenir. Çağlar içinde anlamı değişen ancak hala üzerine az konuşulan cinsel dokunuşun yanı sıra her sabah yüzünü yıkarken, kendini yeni güne hazırlarken, saçlarını kendine tararken dokunur. Bedenin de bir yer ağrıdığında elini ağrıyan yerin üstüne yerleştirerek dokunuşlarında şifa arar. Dokunulma ve dokunma ihtiyacını gidermek ister. Hatta okurken bilinçsizce eli yanağına gider, tırnaklarını yer, avcunu bedenine temas ettirir… Müteakiben, afiyet veren elvan elvan kendine dokunma biçimi keşfeder: oyun oynar, müzik dinler, okur, sohbet eder, fikir ve fanteziler yaratır, keyif alacak kültürel ve sportif etkinlikler bulur, birlikteliği tanır, birlikte dokunmayı öğrenir. Kendine kaçınmadan, korkmadan, sevgiyle temas etmeyi öğrenen insan, dokunmaları ve dokunuşları kapsayabilecek, işleyebilecek ve değişebilecek benlik esnekliği kazanır.

Dokunuşun içselleştiril(eme)mesi

Her dokunuşun içselleştirilmesinde kendine has bir süresi vardır. Nev biriyle bağ kurmak, yakınlaşmak, yabancılaşmak ve ayrılmak; müziğin derunda dalgalanmasına izin vermek, hoşlanmak, sevmek ve sıkılmak; kelimelerin okudukça ruha tesirini hissetmek, içine almak ve dönüşmek zaman alır. Duyguların işlenmesi, dönüşmesi, yeni mana edinebilmesi ve sonuncunda benliği genişletebilmesi benzerdir. Maatteessüf, sürati kutsallaştıran bu yüzyıl dokunmanın içselleştirilmesi ve işlenebilmesiyle oyalanmak istemiyor. Okuma süresini en aza indirmenin, dakikaları hatta saniyeleri kısaltmanın peşinde. Tüketilmesi gereken içeriklerin sayısı öylesine yoğun ki birkaç dakikanın üstünde okumaya müddet tanımak kayıp olarak algılanıyor. Oysa hakiki kayıp, metin sayısı artarken benliğin, kelimelerin dokunuşlarını işlemesine olanak vermemek. Benzer bir sürat, müzik endüstrisinde (!) de mevcut. Şarkılarda uzun introlara yer yok; tekrar eden, hızlı tempo arzı ve talebi var.

Yavaşlığa yer olmadığı kadar olumsuza da yer yok. Olumsuzluk ihtimali barındıran kişiler ve şeyler hızlıca bertaraf edilmeli ki rahatsızlığın getirdiği duraksama ve yavaşlamanın getirecek işlev kaybıyla karşı karşıya kalınmamalı. Bilhassa olumsuz duygular kürsüye çıkmadan suikasta uğramalı.  Hatta gerekirse meselesi bedensel, ruhsal ve zihinsel dokunuşlarla anlam yaratmak olan aşk da hızlıca yaşanmalı ve acı çekmeden sonlandırılmalıdır. Zira, ötekiyle yaşanan zevk dolu dokunuşlarının yanı sıra yavan ve huzursuzluk veren temaslarının yaratacağı -tüketim için- verimsiz dönem oluşmadan ortadan kaldırılmalıdır. Ötekini tanıma, dokunma, sınırlarına değme, bir’lik olma süreçleri hem aheste aheste gerçekleştiğinden hem de bu yavaşlık mutluluk teminatı sunamayacaklarından süratle tüketilmesi gereken biçime büründürülmeli ve temas süresi kısaltılmalıdır. 

Sessizliğin kaybı

Hızlandıkça, hızlandırıldıkça susmanın dokunuşu da kayboluyor. Suskunluğun içindeki çift taraflı dokunuş, sürat arttıkça etkisini yitiriyor. İzlediğimiz videolardaki sessizlik lahzalarının hızlandırılması hem susan hem muhatap olanın havsalasını alt üst ediyor. İki katı hıza çıkarılmış filmler, sohbetler, röportajlar izleyicinin gördükleri ve duyduklarına temas süresini kısaltıyor. Ne içselleştirmeye ne de işlemeye vakit kalıyor. Suskunluğun içindeki yoruma, merama ve anlama dokunulamadan video sona eriyor. Sürate bağımlılık adım adım gündelik yaşamda kelimelerini özenle seçen sakin konuşmacılara da tahammülümüzü azaltıyor.  

Yapay zekanın bizim uzun süreli dokunmamızı gerektiren eylemleri hızlandırması: okuması günlerimizi alacak bir romanı ayrıntılı özetlemesi, yazması ayları bulacak bir hikâyeyi birkaç saniyede önümüze koyması, bestelemesi yıllarca sürecek senfonileri bir komuta indirgemesi, üç anahtar kelimeli tasarımlarıyla gerçekliğe meydan okumasının neticelerinden biri de insanın kendine dönecek yeri kalmayacak olması…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi