Benjamin’den Humboldt’a doğanın keşfi ve geleceğimiz

Thylacinus cynocephalus.

            O dünyada artık canlı olarak göremeyeceğiniz, nesli tükenmiş pek çok canlıdan sadece biri. Kafa yapısı ve vücut özellikleri nedeniyle kurda, sırtındaki çizgiler nedeniyle kaplana benzetilen bu hayvan Tazmanya kaplanı ya da Tazmanya kurdu olarak biliniyor. Tıpkı kangurular gibi keseli olması ise onu hem kurt hem de kaplandan farklı bir noktaya taşıyor.

SON TAZMANYA KAPLANI BENJAMİN

            Bu türün yaşayan son örneği olan Benjamin, anneleriyle birlikte yakalanan ve Avustralya'daki Hobart Hayvanat Bahçesi'nde sergilenen üç yavrudan hayatta kalan son bireydi. Hayvanat bahçesi bekçisi, barınağına kilitlemeyi unuttuğu için Benjamin’in 12 yıl 7 aylık ömrü soğuk bir zeminde donarak son bulduğunda takvimler 1936 yılını gösteriyordu. Ölümünün ardından 46 sene boyunca yaşadıklarına dair veri bulunamaması sonucu 1982 yılında IUCN (The International Union for Conservation of Nature-Dünya Doğayı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği) onu nesli tükenen hayvanlar listesine aldı.1

•••

            İnternette Benjamin’in video görüntülerine denk geldiğimde videoyu garip bir kayıp duygusu ile izledim. İnsanoğlunun kendi refah ve konforunu sağlamak için Dünya’ya ve barındırdığı canlılara karşı ne denli savruk ve umarsız olabileceğini düşündüm.

            Yüzlerce yıldır türlere isim veriyor, sayıyor, sınıflandırıyoruz. Bulutların türüne, üretilen ürüne göre açıklamalar yapıyor, sayılarla istediğimiz gibi oynuyoruz. Ekonomi tanımımız bile sınırsız arzularımızı sınırlı doğal kaynaklarla dengeleme çabasına vurgu yapıyor.

            Dünya’nın sahip olduğu zenginliklerin ve güzelliklerin bir sonu olduğu çoğunca unutuluyor/unutturuluyor. Oysa bu konuya dikkat çekmek için çabalayan, vurgu yapan, kamuoyu oluşturmaya çalışan nice bilim insanları, sanatçılar ve kanaat önderleri oldu. Onlardan sadece biri değil, belki de en önemlisi Prusyalı doğabilimci ve kâşif Alexander von Humboldt’tur.

•••

HUMBOLDT'UN BEŞ YIL SÜREN AMERİKALAR SEYAHATİNDE İZLEDİĞİ ROTA

            Humboldt, insanoğlunun Dünya’yı tanıma ve ona hükmetme arzusunun patladığı bir çağda, 1769 yılında dünyaya geldi. Doğduğu asır insanlığın büyük yeniliklere gebe olduğu çılgın bir zamandı. İngiltere’de İskoç mühendis James Watt Sanayi Devrimi’nin tohumlarını atıyor, Leibniz ve Newton evrenin mekaniğini çözmeye çalışıyor, Benjamin Franklin paratoneri, Alessandro Volta ise elektriğin gücünü keşfediyordu. Böyle bir zamanda Humboldt, Prusyalı aristokrat ve varlıklı bir ailenin çocuğu olarak hayata bir adım önde başladı. Prusya sarayında nazırlığa kadar yükselen babalarını küçük yaşta yitirmek hem Alexander hem de abisi Wilhelm için yaşamlarını etkileyecek ilk önemli olaydı. Sevecen ve ilgili babaya karşın anne Marie Elizabeth çok daha katı ve ilgisizdi. Çocukların eğitimi hemen tamamen özel öğretmen Gottlob Johann Christian Kunth’a devredilmişti. Abisi ile Alexander birbirlerinden çok farklılardı. Alexander dışarıda vakit geçirmekten keyif alan maceraperest bir kişiliğe sahipken Wilhelm daha disiplinli ciddi ve ders çalışmaya daha düşkün biriydi. Alexander’ın öğrenmeye karşı açlığı ve merak duygusu yaşamı boyunca hep onunla oldu.

            Anne Marie Elizabeth iki kardeşinde memur olup babaları gibi sarayda önemli mevkilere gelmesini arzuluyordu. Oysa Alexander Humboldt için bu demirden bir kafes olabilirdi ancak. Frankfurt ve Göttingen Üniversitelerinde aldığı eğitimlerin ardından Berlin’de maden mühendisi olarak göreve başlayan Humboldt için bu iş hem arzu ettiği gibi ülkenin farklı yerlerini gezebilmesini hem de madenleri, kayaçları yakından inceleyebilmesini sağlıyordu. Bu yıllarda abisini ziyarete gittiği Jena’da Alman edebiyatının iki dev ismi Friedrich von Schiller ve Johann Wolfgang Von Goethe ile sık sık bir araya geldi. Özellikle Goethe Humboldt’un botanik, kimya ve galvanizmin yanı sıra zooloji ve volkanlara dair anlattıklarını büyük bir hayranlıkla dinliyor ve şöyle diyordu: “Sekiz gün kitap okusan onun bir saatte verdiğini öğrenemezsin.”

HUMBOLDT VE ARKADAŞI BONPLAND GÜNEY AMERİKA'DA

            1796’da annesinin kansere bağlı ölümü özellikle küçük kardeş Alexander Humboldt’un hayatını değiştirdi. Böylece hem annenin yarattığı baskı havasından kurtulmuş oluyor hem de ondan kalan yüklü miras sayesinde kafasındaki gezileri gerçeğe dönüştürme imkânına kavuşuyordu. Böylece çocukluğunda hayallerini kurduğu James Cook ve Louis Antoine de Bougainville’nin maceralarının bir benzerini yaşayabilecekti. Yaklaşık iki yıla yakın bir zamanı kendisini dünyanın yeni keşfedilen bölgelerine taşıyacak bir sefer aramakla geçirdi. Bu sırada Paris’te ömrünün sonuna kadar dostluğunu koruyacağı Aimé Bonpland ile tanıştı. Aylar süren bekleyişin ve çabanın ardından Mayıs 1799’da İspanya kralı IV.Carlos, yolculuk masraflarını kendisinin karşılaması şartıyla Humboldt’un Amerika’daki kolonilere ve Filipinlere geçişine izin veren pasaportu temin etti. Bunun karşılığında Humboldt kraliyet kabinesi ve bahçesi için bitkiler ve hayvanlar gönderecekti. Güney Amerika gezisi onun tüm yaşamını değiştirecekti. “ Bu yeni bir hayatın başlangıcıydı, Humboldt’un meraklı ve yetenekli genç bir adamdan zamanının en olağan üstü bilim insanına dönüşeceği beş yıllık süreçte. Burada Humboldt, doğayı hem aklıyla hem de kalbiyle görecekti.”2

•••

            5 Haziran 1799’da İspanya’nın Atlas Okyanusu kıyısında yer alan La Coruña’dan Pizarro gemisiyle denize açılan Humboldt ve Aime, 16 Temmuz'da Venezuela’da Cumaná’da Güney Amerika’ya ayak bastılar. Bonpland ile birlikte Karakas’a giden Humboldt, dört ay ve 2.775 km süren yolculukları sonucunda Orinoco ile Amazon nehirleri arasında bağlantı sağlayan Casiquiare Kanalı’nın varlığını kanıtlamış ve bağlantının tam yerinin saptanmasını da sağlamıştır. Ardından Küba’ya giden ikili adada birkaç ay kalıp araştırmalar yaptıktan sonra Kolombiya’daki Cartagena’ya çıkarak anakaraya geri döndüler. Chimborazo Dağı’na tırmanan ikili zamanın dünya rekoru sayılabilecek olan 5.878 m’lik yüksekliğe ulaşmış oldu3. Chimborazo Dağı’nda yaptığı ölçümler ve araştırmalar sonucu elde ettiği verileri Naturgemälde adını verdiği bir görselle bilim dünyasına sunan Humboldt’un bu çalışması o zamana göre bir devrim niteliğindedir. Almanca ‘doğa çizimi’ anlamına gelen Naturgemälde, Humboldt’un doğanın bütünlüğünü ifade etme şeklidir. 18. ve 19. yüzyılların doğa bilimcilerinin analitik/sınıflandırmacı yaklaşımlarına karşın, Humboldt fiziksel etmenlerle bitki ve dolayısıyla hayvan dağılımlarının ilişkisini ön plana çıkarmıştır.4

Di̇li̇mi̇ze Humboldt'la i̇lgi̇li̇ kazandırılan i̇ki̇ ki̇tap. Kehlmann'ın ki̇tabı daha sonra aynı i̇si̇mle si̇nemaya da aktarıldı.

            Peru ve Meksika seyahatlerinin ardından Kuzey Amerika’da Philadelphia ve Washington’a uğrayan Humboldt ve ekibi 1804 haziranında ABD’nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson ile bir araya geldi. Jefferson Humboldt’a ve anlattıklarına özel önem veriyordu. Güney Amerika ve Meksika hakkında anlattıkları özellikle ilgisini çekiyordu. Konuşması oldukça hızlı ve yoğun bilgilerle doluydu bu nedenle bereketli akıntılarla yol alan bir bilgi pınarı olarak görülüyordu. 3 Ağustos 1804 günü Fransa’nın Bordeaux şehrine çıktığında Humboldt’un maceralarla ve inanılmaz deneyimlerle dolu beş yıllık yolculuğu da son bulmuş oldu.

            Şimdi sıra Güney, Orta ve Kuzey Amerika yolculuklarından elde ettiği verileri bilim dünyasına sunmaktı. Zaman içerisinde bilim dünyasına kazandırdığı eserler ona duyulan saygıyı daha da çok artırdı. Latin Amerika’yla ilgili otuz dört ciltlik Voyage to the Equinoctial Regions of the New Content (Yeni Kıta’nın Ekvatoral Bölgelerine Seyahat), Views of the Nature (Doğanın Görünüşleri), Vues des Cordilléres et Monumens des peuples indigénesde I’Amérique (Cordilleras’tan Manzaralar ve Amerika Yerli Halklarının Anıtları) başlıca kitaplarıydı. Ancak hazırlığı yirmi yıl süren Cosmos onun çalışmaları içinde ayrı bir yer tutmaktadır. İki cilt olarak tamamlanması planlanan eser 1845 ile 1862 yılları arasında beş cilt olarak yayınlandı. Nebulalar ve yıldızlardan yanardağlara, Antik Yunan’dan modern zamanlara, hem sıradan okura hem de uzman olanlara hitap eden dev bir eserdi.

•••

            Humboldt çok istemesine rağmen hiçbir zaman Himalayalar’a tırmanamadı. Defalarca başvuruda bulunmasına, nüfuzunu kullanmasına karşın İngiliz Doğu Hindistan Şirketi kölelik karşıtı fikirleri bilinen Humboldt’un hükmettikleri topraklara girmesini istemedi. Bunun yerine Prusya ve Rusya hükümdarlarının akrabalık ilişkilerinin kolaylaştırıcı etkisi sayesinde Humboldt Rusya’yı baştan başa gezebildi. St.Petersburg’tan başlayan gezi Moğolistan’a kadar uzuyordu. Bu gezi sonunda manyetik ve meteorolojik gözlem ağlarının kurulması yönünde Rus Çarı’na yaptığı çağrı bu alandaki gelişmeleri başlattı (Dalfes, 2019).

            Tüm bu çalışmaları yaşadığı çağda Humboldt’u Napolyon Bonapart'tan sonra Avrupa'daki en ünlü kişi yapıyordu. Gittiği her yerde büyük ilgi görüyor, yalnızca bilim dünyasında değil, krallar, devlet başkanları, sanatçılar kadar halkın da ilgisine mazhar oluyordu. Thomas Jefferson onun için  “zamanın en büyük değerlerinden biri” tanımını yapıyor, Charles Darwin eserlerini hayranlıkla okuduğu Humboldt’un yazdıkları olmasa ne Beagle’a binebileceğini ne de Türlerin Kökeni’ni tasavvur edebileceğini söylüyordu. Güney Amerika’nın İspanyol sömürüsünden kurtarılmasında öncülük yapan Simon Bolivar’da Humboldt’un fikirlerinden etkilendiğini ifade ediyordu.4

•••

            Ancak Humboldt’u insanlık tarihine silinmez harflerle kazıyan bir başka özelliği daha vardı. O doğayı oluşturan tüm unsurların birbirine ince iplerle bağlı olduğuna vurgu yapıyor ve ekliyordu: “Doğa, yaşayan bir bütündür, ölü bir küme değil.”

            Özellikle Güney Amerika’da İspanyol sömürge yönetiminin kendi çıkarları uğruna doğaya verdiği zarar Humboldt’un dikkatini çekmişti. “Dünya etrafında insanoğlunun eylemleri, gelecek kuşakları etkileyebilir.” derken aslında çevreci hareketin de yaratıcısı oluyordu. Bu alanda pek çok düşünüre de öncülük etmiştir. “Ekoloji” kelimesini icat eden kişi olarak bilinen Alman zoolog Ernst Haeckel; ABD’de vahşi doğanın korunmasının ve milli parkların kurulmasının öncülerinden John Muir (“Dolara çevrilebilen hiçbir şey ne kadar korunursa korunsun güvende değildir” diyordu Muir); bir süre İstanbul’da da görev yapan ABD’li diplomat, bilim adamı, “Nature and Man” kitabının yazarı George Perkins Marsh (“Organik yaşam okyanusuna en küçük çakılı attığımızda doğanın uyumunda ne kadar geniş bir rahatsızlık halkası oluşturduğumuzu asla bilemeyiz” diyerek konuya dikkat çekiyordu) ve kalkınma eleştirmeni ve natüralist Henry David Thoreau, Humboldt’un çevreci fikirlerinden etkilenenler arasındaydı.

"Doğu çi̇zi̇mi̇" anlamIna gelen naturgemälde görsel eşli̇ği̇nde pek çok bi̇lgi̇ni̇n sunumunu yapmayı sağlıyordu

•••

            Hakkında oldukça kapsamlı bir biyografi yazan İngiliz yazar Andrea Wulf’un da dikkat çektiği üzere gerek kölelik karşıtı görüşleri gerekse çevre korumaya yönelik çabalarıyla Humboldt çağının oldukça ilerisinde yaşayan bilim insanıydı. Aynı zamanda onun en büyük başarılarından biri, bilimi erişilebilir ve popüler hale getirmesiydi. Elde ettiği bulgular ve gözlemler sıradan halk tarafından bile ilgiyle okuyup anlaşılabiliyordu. Pek çok yeniliğin öncüsü olan Humboldt yeni bilim insanlarının yetişmesi için de daima maddi manevi desteğini esirgememiştir. Küresel ölçekte gözlemlerin kurulabilmesi için uluslararası birlikteliğin sağlanması da onun öncülük ettiği çalışmalardandı.

            Wulf kitabında Humboldt'un fikirlerinden etkilenen pek çok yazar ve eserinden bahseder: “Eserlerine hayranlık duyan yalnızca Darwin değildi. ‘Humboldt, yeni bilimlerin geliştiği tohumlar saçmıştı’ diye iddia ediyordu Alman bir bilim insanı. Humboldt'un doğa

kavramı da disiplinlerarası -sanatlara ve edebiyata- yayıldı. Fikirleri Walt Whitman'ın şiirlerine ve Jules Verne'in romanlarına tesir etti. Aldous Huxley, Humboldt'un Political Essay on the Kingdom of New Spain (Yeni İspanya Krallığı Hakkında Politik Bir Deneme] kitabına kendi gezi kitabı Beyond the Mexique Bay’de [Meksika Körfezi'nin Ötesinde] göndermede bulundu. 1934'te ve yirminci yüzyılın ortalarında onun adı Ezra Pound ve Erich Fried'n şiirlerinde göründü. Humboldt'un ölümünden yüz otuz yıl sonra Kolombiyalı romancı Gabriel García Márquez onu Simón Bolívar'ın son günlerini kurmaca olarak anlattığı Labirentindeki General adlı romanında yeniden canlandırdı.

Pek çokları için Humboldt, Prusya Kralı IV. Friedrich Wilhelm’in dediği gibi ‘Tufandan sonraki en büyük adam'dı”.

            Akademisyen Nüzhet Dalfes onu şu sözlerle tanımlamaktadır: Alexander von Humboldt, doğa bilimleri tarihinin büyük keşifler, kuramlarla eşleştirilen, dâhiler, devrimcilerolarak anılan, ortaokul öğrencilerinin bile adlarını duyduğu, bildiği büyük isimlerarasında anılmaz. Bilim tarihi meraklılarının serüvenlerini bir ölçüde bildiği bir isimdir; ama 21. yüzyılda çalışan bir yer sistem bilimciiseniz, sizin için avant-gardebir dehadır.”

•••

            Bugün başta ABD ve Güney Amerika olmak üzere pek çok şehir, nehir, körfez, dağ, park, bitki, hayvan ve akıntının adını aldığı Humboldt da pek çok kahramanın yaşadığı şeyi yaşadı ve öldükten sonra bile faşizmden kaçamadı. Elli yıl önce dünyanın çoğu şehrinde doğumunun yüzüncü yılı çoşkularla kutlanan Humboldt I.Dünya Savaşı’nın ardından Almanlara duyulan öfkenin bir sonucu olarak adını anmanın sakıncalı olduğu isimlerden biri hâline geldi.

•••

            Dünyanın giderek daha zor nefes alabildiği günümüzde Humboldt’un açtığı yoldan yürüyenlerin sayısının giderek artması gerekliliği daha net ortaya çıkmaktadır. Son Tazmanya kaplanı Benjamin’in ölümüyle beraber doğa bir rengini daha yitirmiş oldu. Dünyanın geleceğine dair önümüze konulan tablo ise renksiz olmaktan ziyade simsiyah bir karanlığı işaret ediyor.

1

2Andrea Wulf, Doğanın Keşfi, Ayrıntı Yayınları

3

4zhet Dalfes, Alexander von Humboldt: Çağdaş Bir Doğa Bilimci, İTÜ Vakfı Dergisi, Sayı: 84

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi