Kaç sınavla çözeriz bu işi?

            “Ilık bir bahar günü. Etrafı yeşilliklerle çevrili suları sessiz akan bir nehrin kenarında oturmuşum. Çevrede türlü çeşit kuş sesleri. İnsan huzuru burada bulabilmeli. Oysa önümden, akıntıya kapılmış, üzerinde yeşil yapraklar bulunan tazecik ağaç dalları geçip gidiyor. Kırılıp düşüvermişler akan suyun içine. Hepsinin özünde bir ağaç olma potansiyeli. Toprakla kavuşsalar. Güneşi, yağmuru alabilseler birer ulu çınar gibi, nazenin bir selvi kavak gibi yükseliverecekler göğe. Büyüyecek, kök salacaklar toprağa. Eğilip elimi uzatıyorum. Onlarcası, yüzlercesi var akıntıda. Ancak birazını kurtarabilirim. Geriye kalanlar… Nereye gidecekler? Akıntı onları nereye sürükleyecek? Bilmemek, bilememek çok acı. Her biri bir can… Her biri bir umut…”

•••

            En kadim, en kutsal mesleklerden biri olan öğretmenlik böyle bir şey işte. Karşınızda geleceğini size emanet eden gençlerin hakça, adilce, insanca yaşayabilmeleri, insan onuruna yaraşır yarınlara ulaşabilmeleri için çabalıyorsunuz. Bu, büyük bir mücadele ancak.

            Adaletsizliğe, cehalete, yobazlığa, azınlığın sefası için çoğunluğun cefasına göz yuman bu çarpık sisteme karşı verilen bir savaş.

            Yirmi yılı aşan eğitimci yaşamımda mümkün olduğu kadar çok öğrencimi kapı ardında onları bekleyen cehalete, adaletsizliğe ve yaşamın karşılarına çıkaracağı türlü çeşit zorluğa karşı hazırlamaya çalıştım. Hayallerine ulaşabilen insanca bir yaşama kavuşabilen öğrencilerim de oldu sistemin dişlileri arasında acımasızca harcanan, biten, tükenen yaşamlar da…

•••

            Geçen hafta 1 milyon 246 bin 8.sınıf öğrencisi lise giriş sınavına girdi. Dün ve bugün ise bu zamana kadarki en büyük katılımla, 3 milyon 527 bin öğrenci üniversite sınavına girdi/girecek.

            O sınava girecekler içinde Kerime var mesela.

            Sekiz kardeşin en küçüğü Kerime.

            Ailenin tekne kazıntısı.

            Sessizce oturur ders dinlerdi Kerime. Bazen devamsızlık yaptığı olur, okula gelmezdi. Notları ise hiç istediğimiz kadar iyi olmadı. Dışarıdan bakanlar onu yeterince çalışmamakla, yeterince çaba göstermemekle suçlayabilirdi. Sonuçta o bir öğrenciydi ve öğrencilerin bir eli yağda bir eli balda, ekmek elden su gölden bir yaşamı vardı.

            Mı acaba?

•••

            Çoğunluk için öyle olmayan şartlar Kerime için de öyle değildi. Bu ülkedeki milyonlar gibi o da ağzında gümüş kaşıkla doğmamıştı. Annesi ve babası çoktan altmış beşini geçmiş iki ihtiyardı. Sonay ismini verdikleri son kızlarından tam on iki yıl sonra Kerime dünyaya gelmişti. Okul çağına geldiğinde evde kalan tek çocuk oydu. Diğer kardeşlerin hepsi evlenmiş barklanmıştı. Okula uzak bir köyde her gün 1,5 saat yol gidip gelerek tamamladı liseyi. Ailesinde kızlar en fazla ortaokula kadar okutuluyordu. Liseyi okuyan tek kız oydu evde. Bu şansı elde etse bile ailenin eğitime bakışını bir türlü değiştiremiyordu. Ders çalışmaya vakti çok azdı. Köy yaşamının verdiği yorgunluktan artık iyice beli bükülen annesi evin çoğu işini ona bırakmıştı. Asıl mücadele okuldan sonraki saatlerinde başlıyordu Kerime’nin. Yetmiyor bir de yakınlarda oturan ablasının, abilerinin çocuklarına bakıcılık yapması da isteniyordu çoğu zaman.

            Sınavlar, ödevler kimin umurundaydı ki.

            Okuyup allame-i cihan mı olacaktı?

•••

            Bir öğle arası bahçede ayaküstü sohbet ederken tanıdım ben de okul dışındaki Kerime’yi. Mezun olacak, okuldan gidecek olmanın verdiği rahatlıkla konuştu ilk defa. Pandora’nın kutusu açılmış ve tüm öğrencileri aynı sosyal ortamdan, aynı yaşam düzeyinden kabul eden anlayışın çarpıklığı bir kez daha gün ışığına çıkmıştı.

            Bu yanlışlık çoğu zaman yapılıyor ne yazık ki. Evet biz öğretmenler bile kimi zaman öğretmen odasının penceresinden bakıp “Şunlardaki rahata bak, bir eli yağda bir eli balda, ekmek elden su gölden bir yaşamları var.” diyorduk. Oysa kapısı kapandığı andan itibaren o evde neler yaşandığını, ne tür zorluklarla mücadele edildiğini bilmeden yapılan yorumlardı bunlar. Çünkü sistem ve sistemin her bir elemanı böyle değerlendiriyordu öğrencileri. Durumunu bildirmediği takdirde öğrencinin ne tür dezavantajlarla mücadele ettiğini bilemeden tümünü birbirine denk sayan çarpık ve bozuk bir yapı bu.

            Ama yanlış.

            Ve bu yanlışın bedelini hak ettiği, arzu ettiği hayatın çok uzağına savrularak ödüyor insanlar. Yanlış iliklenen ilk düğmenin ardından yanlışlar silsilesiyle kesiliyor fatura.

            “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” diyor ya Adorno, işte Kerime ve onun durumunda olan milyonlarca genç doğru hayatı kurma şansı olmadan atılıyor hayata. 14 Haziran tarihli tweetinde gazeteci Fatih Altaylı’da sistemdeki bu çarpıklığa vurgu yapıyor ve şunları söylüyordu:

            “Robert Kolej’in yıllık ücreti gündüzlü 446 bin yatılı 677 bin TL olmuş. Hem Türkiye’de ilk 500 öğrenci arasına girecek kadar zeki ve çalışkan olacaksın hem de ayda 60 bin TL verecek kadar zengin bir ailen olacak. Yol parası ve harçlık bu fiyata dahil değil. Yalnız ve güzel ülkenin şanssız ve sahipsiz çocukları.”

•••

            Süleyman Demirel Üniversitesi akademisyenlerinden Prof. Dr. Selçuk Uygun Türkiye’de özel okulların tarihçesini incelediği bir makalesinde Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün ve o dönemki yönetim anlayışının özel okullara bakış açısını ortaya koyar. Uygun Atatürk’ün 1 Kasım 1925’te yaptığı bir konuşmayı alıntılar: “Büyük Millet Meclisinin ve Cumhuriyet Hükümetinin büyük çalışma ve gayret gösterdiği bilinmekle birlikte bilim ve öğrenimin feyiz ve nuruna olan genel ilgiyi karşılamaktan henüz uzaktır. Önümüzdeki sene için devletçe yapılabilecek büyük fedakarlığı rica ederken, varlıklı kişilerden olan vatandaşlarımıza da himayeye muhtaç olan çocuklarımızı özel girişimleriyle okutup yetiştirmelerini önemle tavsiye ederim”

            Atatürk’ün bu sözleri sonrasında 1928’te Türk Eğitim Derneği kurulur. Uygun, makalesinde bu derneğin kuruluş amacını derneğin yönetmeliğinden alıntılar ve şöyle der:

            “Bu yönetmeliğe göre TED, maddî olarak eğitim olanağı bulamayan zeki ve başarılı öğrencilerin barındırılacağı yurtlar kuracak ve böylece Anadolu’nun yoksul çocuklarının, yurtlarında barınma imkanı sağlayıp çeşitli ihtiyaçlarını karşılayarak, eğitimlerine destek verecektir. Aynı zamanda yüksek eğitime devam eden, ancak maddî olanakları bulunmayan öğrencilere burs olanakları sağlayacaktır.”

•••

            Hüsnü niyetle çıkılan yolda gelinen nokta ortadadır. Bugün kimi özel okulun eğitim yuvası kimliğinden sıyrılıp birer ticarethane hüviyetine büründükleri bilinen bir gerçek. Özel okul tercihinin kreş/ana sınıfı düzeyinden başlaması ise farklı sosyokültürel sınıflardan gelen çocukların daha en baştan farklı evrenlerde yaşamaya başlamasına ve diğer mahalleyi hiç tanımamasına neden oluyor.

•••

            Böyle bir düzende dün ve bugün sınava giren tüm öğrencilere başarılar diliyorum. Ama en çok da zorluklar içinde bir kardelen gibi yaşamaya çalışan Kerime ve onun durumunda olanlara. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi