Başkalarına Mal Olan Zafer: Macellan’ın Zorlu Hikâyesi

Amerikalı yazar Manly P. Hall evrenin büyüklüğü karşısında insanoğlunun acziyetini “Mikroskop insana önemini gösterdi, teleskop da önemsizliğini.” sözleriyle ifade etmiştir. Kimilerine göre Hall yanılmıştır çünkü sadece teleskop değil mikroskop da aslında bu sonsuz kâinatta ne kadar az bir yer kapladığımızı ve önemsizliğimizi göstermektedir. Sonuç ne olursa olsun bugün evrende küçücük yer kaplayan büyük (!) bir gezegende yaşıyoruz. Sadece Dünya’nın büyüklüğü bile biz insanlar için akıl almaz bir noktada. Örneğin 8 milyarı çoktan aşmış Dünya nüfusunu, kadın-erkek, genç-yaşlı demeden ayakta duracak şekilde bir araya toplasak, yaklaşık İstanbul büyüklüğünde bir alana sığdırmamız mümkün oluyor. Geriye kalan Dünya boş, bomboş kalıyor.

İnsanoğlunun bu kadar geniş bir Dünya’yı keşfetmesi ve medeniyeti(!) taşıması uzun zaman aldı haliyle. Afrika, Asya ve Avrupa ilk insanların ortaya çıktığı, ilk medeniyetlerin kurulduğu yerler olması nedeniyle bilindiği üzere “Eski Dünya Kıtaları” olarak adlandırılırken Coğrafi Keşiflerle varlıklarından haberdar olunan Amerika, Avustralya ve Antarktika kıtaları ise “Yeni Dünya Kıtaları” olarak adlandırılmıştır (Bu arada kıtaların isimlerinin A harfi ile başlayıp A harfi ile bitmesinin tesadüf dışında bir anlamı yoktur.)

•••

Coğrafi Keşifler günümüz dünyasının ortaya çıkmasında en önemli gelişmelerden biridir (belki de en önemlisi). Tamamen ekonomik beklentilerle başlayan ve Avrupa’da zenginliğin bir göstergesi olan baharatın membaı olan Hindistan’a ulaşma arzusunun tetiklediği bu keşifler İspanya ve Portekiz’in öncülüğünde başlamış, ardından hemen tüm Avrupalı egemen ulusları peşinden sürüklemiştir.

“Keyif Verici Maddelerin Tarihi” kitabında Wolfgang Schivelbusch Avrupalıları böylesine dev seferlere sürükleyen baharatın Batılı seçkinler için ne kadar önemli olduğunu şu sözlerle ifade eder:

“Ortaçağdaki egemen sınıfın en önemli özelliklerinden biri, bol baharatlı yemeklere düşkün olmasıdır. Bir ev ne kadar seçkinse, baharat tüketimi de o kadar fazladır… İnsanlar birbirine âdeta mücevhermiş gibi baharat armağan eder, kıymetli eşya gibi baharat koleksiyonu yapar, ayrıca da yemeklerde kullanırlar…Hatta çok kibar sofralarda baharatların yemeklerle de alakası kalmamıştır. Baharatlar yemekte ya da yemeğin üstüne altın veya gümüş bir tepside, yani baharat tabağında ayriyeten ikram edilir. Bu tabağın çeşitli bölmeleri vardır ve her bölmede başka bir çeşit baharat

bulunur. Zaten bol baharatlı yemeği daha fazla baharatlandırmak için elden ele dolaştırılan bu tepsi, peynir veya tatlı tabağı gibidir.”

•••

Avrupalıların doğudan gelen bu bitki ve tozlara karşı olan zaafiyeti doğulu tüccarları ve ülkeleri zengin ederken Avrupa ekonomisini ise giderek zora sokmaktaydı. Kilisenin Dünya’nın düz olduğu martavallarına inat (ki o dönemde denizciler Fas’ın güneyinde yer alan Cabo Não- Ötesiyok Burnu’nun ötesine geçilemeyeceğini; eğer ileri giderlerse karanlık ve suları fokur fokur kaynayan bir denizle karşılaşacaklarına ve bu denizde gemilerinin alev alıp yanacağına inanırlardı) 1487’de Portekizli denizci Bartolomeu Dias, Afrika'nın en güney ucuna ulaşarak buraya fırtınalı havası nedeniyle "Fırtınalar Burnu" adını verdi (Ancak daha sonra burası, doğuya giden deniz yolunun ümidi olduğu için "Ümit Burnu" olarak anılmaya başlandı). 1492’de ise bu defa Cenevizli denizci Kristof Kolomb, batıya doğru giderek Hindistan'a ulaşma amacıyla yola çıktı. Ancak bugünkü Bahama Adaları'na (San Salvador) ulaştı ve burayı Hindistan zannetti. Kolomb, yeni bir kıta keşfettiğinin farkına varamadan dört farklı sefer daha düzenledi. Bir başka Portekizli Vasco da Gama 1498’de, Ümit Burnu'nu geçerek doğrudan deniz yoluyla Hindistan'a (Kalküta) ulaşmayı başardı. Bu keşif, Avrupalıların Doğu'nun zenginliklerine ulaşmasını sağlayan yeni bir ticaret yolunun başlangıcı oldu.

Bartolomeu Dias ile başlayan bu süreç farklı uluslardan Francis Drake, Abel Tasman (Tazmanya Adası’na adını vermiştir), Louis-Antoine de Bougainville (tahmin edileceği üzere begonvil çiçeğinin isim babası), James Cook ile devam eden süreç Darwin’e kadar hızla devam etmiş, Dünya’da medeniyetin(!) ulaşmadığı yer (bu Avrupalı havariler sayesinde) kalmamıştır.

whatsapp-image-2025-08-13-at-19-50-28.jpeg

•••

Dünya’yı insanlar için bilinir kılan, Avrupa’da Rönesans, Reform, Aydınlanma Çağı ve Sanayi Devrimi’nin kıvılcımını oluşturan bu kaşifler içerisinde en trajik hikayeye sahip olanı kuşkusuz ki Ferdinand Macellan’dır. “O, Dünya’nın yuvarlak olduğunu sürekli batıya gidilirse başlangıç noktasına dönüleceği teziyle kanıtlamaya çalışmıştı”. Sıkça zikredilen bu ifade esasında çok da doğru değildir. Zira Macellan’ı bu yolculuğa yönlendiren asıl motivasyonu Dünya’nın yuvarlak olduğunu kanıtlamak filan değildi. O baharat cenneti Hindistan’a batıdan giden farklı bir yol bulmayı amaçlıyordu. Zira Macellan’ın yaşadığı dönemde ticaret gemileri Bartolomeu Dias’ın keşfettiği Ümit Burnu’nu geçerek Hindistan’a ulaşıyorlardı. Her geçen yıl daha fazla İspanyol ve Portekiz gemisi bu güzergâhı kullanıyor, zamanının iki büyük deniz gücü olan bu devletler arasında rekabet günden güne artıyordu. Katolik Hıristiyan dünyasının bu iki gözbebeğinin birbirine girmesini istemeyen Papa VI.Alexander (Borgialar yazımıza da konu olan tarihin en karanlık kişiliğe sahip papası sayılan Rodrigo Borgia’dır kendisi) 7 Haziran 1794’te eline aldığı kalemle henüz küresel olduğu kanıtlanmamış dünyamızı kuzey-güney yönlü çizdiği bir çizgiyle ikiye bölmüş, yarısını İspanya’ya yarısını da Portekiz’e rahatça sömürebilmeleri için vermiştir. Tarihe Tordesillas Antlaşması olarak geçen bu antlaşmaya göre, dünyayı ikiye bölen hayali bir meridyen çizgisi varsayılmıştır. Bu çizgi, Atlas Okyanusu'ndaki Yeşil Burun Adaları'nın yaklaşık 370 fersah (yaklaşık 1770 km) batısından geçmekteydi. Çizginin doğusunda kalan ve keşfedilecek tüm topraklar Portekiz'e; çizginin batısında kalan ve keşfedilecek tüm topraklar ise İspanya'ya ait olacaktı.

Bu paylaşım, o dönemde henüz tam olarak keşfedilmemiş olan Güney Amerika kıtasının büyük bir kısmının İspanya'ya, bugünkü Brezilya'nın ise Portekiz'e verilmesini sağladı. Portekiz, bu sayede Afrika kıyılarındaki ticaret yolları üzerindeki hakimiyetini de güvence altına almış oldu.

İşte bu noktadan sonra Hindistan’a giden yeni yollar bulma yarışı daha da alevlendi.

•••

Bu yarışın kırılma noktasını oluşturan Macellan’ın 1480 yılında Portekiz’in şaraplarıyla ünlü Sabrosa Bölgesi’nde dünyaya geldiğine inanılmıştır. Ancak hakkında enfes bir biyografi kaleme alan Zweig’e göre bu bilgi doğru değildir. Ona göre Macellan’ın doğum yeri Porto’dur. Soylu bir ailenin üyesidir Macellan. 10-11 yaşlarında babasının ölümünden sonra Portekiz Kraliçesi Eleanor’a hizmet etmesi için Lizbon’a gönderilir. Yirmili yaşlarının başında donanmaya katılır ve Portekiz için Doğu Afrika ve Hindistan'a düzenlenen seferlerde önemli deneyimler edinir. 1511’de yerlilerle yaşanan bir çatışmada dizinden sakatlanır ve kalıcı olarak topallamaya başlar. Bu olay, hayatında bir dönüm noktası olur Macellan’ın, çünkü savaşı izinsiz terk ettiği için Portekiz kralının gözünden düşmüştür. Zaten Portekiz sarayıyla yaşadığı anlaşmazlıklar ve yasa dışı ticaret yaptığına dair suçlamalar nedeniyle itibarı iyice sarsılmıştır. Bu olayların ardından Portekiz donanmasındaki görevine son verilir ve Macellan, hayalini kurduğu büyük keşif seferi için Portekiz'den ayrılıp İspanya Kralı V. Charles'tan destek istemeye karar verir. Böylece Fernão de Magalhães olan adı Fernando de Magallanes olarak değiştirilir. İspanya Kralı V.Charles (nam-ı diğer Kutsal Roma İmparatoru Şarlken) Macellan’ın talebini kabul eder. Zira Macellan Portekiz Saray Kütüphanesi’nde gördüğü bir belgede yazılanlara inanmıştır. Kozmolog Martin Behaim’e ait olan bu belgede yeni keşfedilen Brezilya’da 40.enlem civarında Cebelitarık’a benzer bir boğaz olduğundan bahsediliyordur.

whatsapp-image-2025-08-13-at-19-50-28-1.jpeg
Ferdinand Macellan

•••

Macellan, bu cesur planı ile İspanya Kralı'nı ikna eder ve kral, kendisine beş gemi (Trinidad, San Antonio, Concepción, Santiago ve Victoria) ile yaklaşık 270 kişilik bir mürettebat verir. Bu mürettebatın çoğu İspanyol denizcilerden oluşuyordur ve Portekizli bir kaptanın komutasında olmaktan rahatsızdırlar. Bu durum, seferin başından itibaren gerginliklere ve isyanlara zemin hazırlar. Tüm hazırlıklar en ince detayına kadar Macellan’ın kontrolünde yapılır (Zweig gemiye bir kaç tane de tören giysisi olarak Osmanlı kıyafeti alındığını yazar).

Ve bu keşif filosu 20 Eylül 1519'da İspanya'nın Sanlúcar de Barrameda limanından yelken açar. Atlantik Okyanusu'nu aşarak Güney Amerika kıyılarına ulaşır ve yaklaşık bir yıl boyunca güneye doğru ilerleyerek kıtanın etrafını dolaşacak bir geçit ararlar. Yolculuk boyunca katı disiplinli ve ketum bir tavır sergileyen Macellan’ın bu tavrı filodaki diğer gemi kaptanlarının ona bilenmesine neden olur. 10 Ocak 1520’de La Plata nehrinin ağzına gelirler (Macellan burada gördüğü tepeye Montevidi-bugünkü Montevideo- adını verir). Macellan “Mar del Sur” yani o zamanki adıyla Güney Denizi’ne geçişin burada olduğuna inanıyordur. Ancak 2 Şubat’a kadar yapılan keşif gezintileri göstermiştir ki burası bir boğaz değil geniş, uçsuz bucaksız bir nehir ağzıdır. Daha güneye inmekten başka çare yoktur. 31 Mart’ta artık güney yarım kürede iyice bastıran kışı geçirmek için filo 49 derece güney enleminde bulunan San Julián limanına sığınır (limana adını veren de yine Macellandır). Kış şartları, azalan erzak, ıssız topraklar ve bilinmeyene yapılan yolculuk mürettebatta huzursuzluğa neden olur ve 2 Nisan 1520’de üç geminin kaptanı bir araya gelerek Macellan’a isyan ederler. Ketum olduğu kadar soğukkanlı da olan Macellan isyanı bastırır. İsyan olayında kan döken bir mürettebat idam edilirken isyanın elebaşı olarak kabul edilen bir amiral (Juan de Cartagena) ve bir rahip ıssız topraklarda geride bırakılır.

•••

Baharın gelmesini beklerken yaklaşık beş ay geçirirler bu nehir ağzında.Havanın ısınmasıyla beraber tektük yerlilere rastlarlar. Ancak bunlar (iddia edildiği üzere) iri yarı, dev gibi insanlardır. Ve rivayete göre bu devlerin kocaman ayaklarından esinlenilerek bu bölgeye İspanyolca büyük ayaklar anlamına gelen “patagões” kelimesinden türetilen “Patagonya” adını verirler. Ancak bugün Arjantin ve Şili’nin güney kesimini kapsayan bu bölge Macellan’a uğursuzluk getirir. Pasifik Okyanusu’na geçişi bulması için gönderilen keşif gemisi 22 Mayıs 1520’de batar. San Julian ve Santa Cruz’da geçirilen zorlu arayış dönemlerinin ardından 1520 yılının Ekim ayında, günümüzde Macellan Boğazı olarak bilinen dar ve tehlikeli geçidi ulaşılır. Bu keşif Hristiyan takvimine göre "Tüm Azizler Günü"nde gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle, keşfedilen boğaza Macellan tarafından "Tüm Azizler Boğazı" (Todos los Santos) adı verilir. Daha sonra bu boğaz, Macellan'ın onuruna Macellan Boğazı olarak anılmaya başlanır. Boğaz’dan geçiş yaklaşık bir ay sürer. Bu esnada geceleri kıyıdan yerlilerin yaktığı ateşler görülür. Bu ateşler, bölgenin yerli halkı olan Tehuelche kabileleri tarafından yakılan kamp ateşleridir. Soğuk iklime rağmen çıplak dolaşan bu yerliler, ısınmak ve yemek pişirmek için sürekli ateş yakıyorlardır. Bu manzara karşısında Macellan, bölgeye "Tierra del Fuego" (Ateş Toprakları) adını verir. Bu kadar güneye inmesi daha önce hiçbir batılının görmediği bir başka güzelliği önüne sunar Macellan’ın. Günümüzde Macellan Bulutları olarak adlandırılan bu yıldız toplulukları aslında Samanyolu Galaksisi’nin yörüngesinde dönen iki cüce galaksidir.

•••

8 Kasım 1520’de bu defa da filonun büyük gemisi, en fazla erzak yüklü olanı, San Antonio haber vermeden tüm mürettabatıyla beraber keşif görevi esnasında İspanya’ya geri dönüş yolculuğuna başlar. Beş gemiden geriye yalnızca üçü kalacak, kalan o üç gemiden ikisi de yolculuğu tamamlayamayacaktır.

Nihayet 28 Kasım 1520’de Macellan ve ekibi büyüklüğü hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadıkları Büyük Okyanus’a ulaşırlar. Okyanusun beklenmedik derecede sakin olması nedeniyle Macellan, ona “Sakin Deniz" anlamına gelen “il Pacifico” der. Şimdi önlerinde sonsuz bir mavilik gibi uzanan Pasifik Okyanusu vardır. Ve bu bilinmeyen devasa büyüklük gemideki mürettebatın bir kısmını açlıktan ve yetersiz beslenmeden kaynaklanan iskorbüt hastalığından ölüme sürükler. Keşif gezisinin hemen tamamını yazıya dökerek bu zorlu yolculuğu bugünlere taşıyan Antonio Pigafetta bu durumu şu satırlarla özetler:

“Sonunda açlıktan ölmemek için halatlar yıpranmasın diye büyük seren direğinin üzerine kaplanmış sığır köselesini yedik. Yıllarca yağmur, güneş ve rüzgâr yiyen kösele parçaları taş gibi sertleşmişti, köseleyi biraz olsun yumuşatmak için dört-beş gün denize sallandırıyorduk. Sonra da biraz kömür ateşine tutuyor ve mideye indiriyorduk.”

•••

1521 yılının Mart ayında, filodaki gemiler bugünkü Filipinler'e ulaşır. Macellan, burada yerel kabilelerle dostluk kurarak Hristiyanlığı yaymaya çalışır. Ancak, Pasifik Okyanusu’nu aşmış bu usta denizci hiç gereği yokken özgüveninin kurbanı olur. Adaların yerel liderlerinden Lapu-Lapu ile girdiği bir çatışmada (Mactan Savaşı olarak bilinir) yeterli güvenlik önlemlerini almadığı için hunharca katledilir (27 Nisan 1521).

Macellan'ın ölümünden sonra, geri kalan mürettebat yolculuğa devam etmek zorunda kalır. Bir gemi daha (Concepción) hem mürettebat ve erzak eksiğinden hem de aşırı yıpranmasından dolayı terk edilir. Mürettebat geride bıraktıkları geminin yanıp yok oluşunu izlerler.

Geriye kalan iki gemi, Victoria ve Trinidad, 8 Kasım 1521’de o çok aranan Baharat (Maluku) Adaları’na ulaşır. Buradan yalnızca tek bir gemi yolculuğa devam edecektir. Trinidad bakım gerektirdiği için mürettabatıyla birlikte burada kalmasına karar verilir. Şimdi kaderin bir cilvesi olarak yolculuğa Macellan’a karşı düzenlenen kanlı darbe teşebbüsüne katılmış, onu devirmek isteyen Juan Sebastián Elcano’nun kaptanlığını yaptığı Victoria gemisi devam edecektir. Artık gidilecek yol Pasifik’teki gibi daha önce hiç bir Avrupalı’nın bilmediği bir güzergah değildir. Ancak Tordesillas Antlaşması gereği bu güzergah Portekizlilerin denetimindedir. Ve Victoria’nın direğinde kocaman bir İspanyol bayrağı dalgalanmaktadır. Limanlara uğramanın yaşam tehdidi anlamına gelmesi mürettebatı bir kez daha açlıkla karşı karşıya getirir. Hem tayfalardan hem de yanlarına köle olarak aldıkları yerlilerden cesetler birer ikişer denize atılmaktadır. Oysa geminin ambarları altından daha değerli kabul edilen baharatla doludur. Ancak baharatın karın doyurmadığı da acıyla hatırlanan bir gerçektir.

Yolculuğun bir başka zorlu aşamasından sonra 1522 yılında, tek gemi ve hayatta kalan 18 kişiyle İspanya'ya geri dönen Elcano, dünyanın çevresini dolaşan ilk seferi başarıyla tamamlamış sayıldı.

Sebastián Elcano üne ve servete ulaşırken Macellan’ın yazdığı vasiyetteki maddelerin hiçbiri uygulanmadı. Zira geride bıraktığı eşi ve iki oğlu da onun yolculuğa başlamasının ardından hayatlarını kaybetmişlerdir. Onun eşsiz bir biyografisini yazan Zweig’in de dikkat çektiği gibi:

“Yaşayanlar ölülere karşı daima haklı çıkmıştır.”

Macellan, bu yolculuğu tamamlayamamış olsa da, başlattığı bu sefer sayesinde dünya yuvarlaktır hipotezi pratik olarak kanıtlanmış ve coğrafi keşifler tarihinde yeni bir çağ başlamıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi