Sokaklarda dolaşan bir hayalet: Faşizm

Birlikte yaşamanın vereceği güvene sığınan insanoğlu binlerce yıl önce özgürlüğünü feda edip komün yaşamını tercih etti. İşbirliği ve iş bölümüne dayalı bir organizasyon olarak ortaya çıkan devlet mekanizması binlerce yıllık insanlık tarihinde farklı farklı şekillerde çıktı karşımıza. Kuruldu, güçlendi, zayıfladı, yıkıldı, yeniden kuruldu…

Kutsallaştırıldı.

Ana oldu…

Baba sayıldı…

En mükemmeli hep arandı. Üzerine yazıldı. Anlatıldı. Platon’un anlatısında, More’un ütopyasında, Machiavelli’nin öğütlerinde hep ona dair izler vardı. İdeolojilerle şekli, şemali tanımlanmak istendi. Az ondan… Az bundan…

Bu arayışta sapılan sakıncalı sokaklar da oldu. Bedelini milyonlarca insanın canıyla ödediği...

●●●

İşte bir ideoloji olarak ortaya çıkan ve en bilinen örneklerini iki dünya savaşı arasında Almanya ve İtalya’da gördüğümüz faşizm böylesine sakıncalı tercihlerden biriydi.

Pek çok ideoloji gibi faşizm üzerine de yazılar yazıldı, incelemeler yapıldı, tartışıldı. Bu alanda dilimize kazandırılan son kitaplardan biri de Fol Kitap etiketiyle çıkan “Faşizm Nasıl İşler?”.

Yale Üniversitesi felsefe profesörü olan Jason Stanley’nin kaleme aldığı kitabın çevirmeni bir başka akademisyen olan Ertuğrul Uzun.

Yazar Stanley ABD doğumlu bir Yahudi. Babası Almanya’dan annesi ise Polonya’dan Amerika’ya göç etmiş. Babaannesi ise çalıştığı toplama kampından yüzlerce Yahudi’yi kurtarmış.

Faşizmin doruk noktalarının yaşandığı bir ülkeden kaçarak sığınmışlar Amerika’ya. Bu açıdan ailesinin geçmişinde faşizmin açtığı yaraları taşıyan biri olarak Stanley’nin anlattıklarına kulak vermek gerek. Zira kimi uzmanlara göre bir daha eskisi kadar güçlenemez denilen faşizmin hayaleti Avrupa da dahil dünyanın pek çok yerinde gezinmeye başladı bile.

●●●

Gazete Duvar’da geçtiğimiz günlerde çıkan haberde “Leipzig Üniversitesi’ne bağlı Else-Frenkel Brunswik Enstitüsü’nün (EFBI) 3 bin 546 kişiyle yaptığı araştırma, Almanya’nın doğusundaki eyaletlerde yaşayanların demokrasiyi bir sistem olarak onaylamakla birlikte günlük yaşamındaki demokrasiden memnun olmadığını ortaya koydu. Araştırma sonucunda, doğu eyaletlerinde yaşayanlar arasında aşırı sağcı söylemlerin kabulünün de yaygın olduğu tespit edildi.” deniliyordu. Yine aynı haberde “Hitler ve Nasyonal Sosyalizm ideolojilerine dair unsurlar yabancı düşmanlığı ile aynı ölçüde kabul görmese de, vatandaşların üçte biri tamamen veya kısmen antisemitik ve ‘Sosyal Darwinist’ söylemlere de onay veriyor.” ifadesi dikkat çekiyordu. *

Yunanistan’da yapılan seçimlerde aşırı sağın toplam %12 oyla meclise 34 vekille girmesi ise bir başka dikkat çeken husustu. Zira bu başarının(!) arkasında suç örgütü olduğu mahkeme kararıyla kesinleşen Altın Şafak’ın desteği de vardı.

Macaristan’da Orban, Fransa’da Le Pen, İtalya’da Meloni Avrupa’nın çehresini değiştirmek üzere her geçen gün daha kuvvetli adımlar atıyor.

●●●

Peki bir ideoloji olarak faşizm nasıl ortaya çıktı ve bugün demokrasinin beşiği denilen Avrupa’da insanlar neden kendilerini faşizmin tehlikeli kollarına bırakmaya hazırlanıyorlar.

Faşizm terimi Roma İmparatorluğu döneminde devlet görevlisi olan Magistraların otoritesini simgeleyen ucu dışa doğru çıkık olan bir çeşit baltayı tanımlamak için kullanılan İtalyanca fasces teriminden türetilmiştir. 1890’larda fascia terimi daha çok İtalya’da genellikle devrimci sosyalistlerden oluşan siyasî grubu veya çeteyi anlatmak üzere kullanılmaktaydı. Mussolini, Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında kendi oluşturduğu paramiliter silahlı birlikleri adlandırmak üzere bu terimi kullanıncaya kadar fascismo net ideolojik bir anlam kazanmış değildi.

Siyasi ideolojileri işlediği kitabında Andrew Heywood bu ideolojiyi şu şekilde tanımlar:

“Faşizmi tanımlayan tema, ‘birlikten doğan güç’ inancının bağrında yatan organik olarak birleşmiş milli topluluk fikridir. Birey, gerçek anlamda, hiçbir şeydir; bireysel kimlik bütünüyle topluluk veya toplumsal grup tarafından mas edilmelidir. Faşist ideal bir ‘yeni insan’ idealidir; ödev, şeref ve kendini feda etme güdüsüyle hareket eden, hayatını milletinin veya ırkının görkemine adamaya hazır ve üstün lidere sorgusuz sualsiz itaat eden bir kahramandır.” **

Heywood kitabında faşizmin yapısal çekirdeğini oluşturan beş temadan bahseder. Bunlar: Akılcılık karşıtlığı, Mücadele, Liderlik ve seçkincilik, Sosyalizm ve Ultra-milliyetçilik’tir.

●●●

Heywood’la paralel görüşler öne süren Stanley ise faşizmin öne çıkan özelliklerini on başlık altında toplar. Bunlar: Efsaneleştirilen tarih, Propaganda, Anti-entelektüel, Gerçeklikten kopuş, Hiyerarşi, Mağduriyet, Asayiş ve düzen, Cinsel kaygı, Sodom ve Gomora, Abreicht Macht Frei.

Sosyal Darwinizm’e dayanan faşist ideolojide şefkat, duygudaşlık, merhamet gibi duyguların yerini sadakat, ödev, itaat ve kendini feda etme almakta, akılcılığa karşı çıkılarak entelektüellik değersizleştirilmektedir.

Stanley’e göre şanlı bir tarihin icadı ile faşist ideoloji uygun görmediği hakikatleri çıkarıp atarak geçmişi kendine uygun şekilde fetişleştirmektedir. Diğer yandan da hukukun üstünlüğü ortadan kaldırılarak liderin veya partinin öğretileri en tepeye konumlandırılmaktadır.

Anti-entelektüellik ya da entelektüel düşmanlığı ile gerçeklikten kopuş faşist ideolojinin diğer dikkat çeken uygulamalarıdır. Eğitimin ve eğitimli insanın değeri erozyona uğratılmakta iktidarın öğretileri kendisine daha rahat alan açabilmektedir. Bununla paralel olarak gerçeklikten kopuş faşist iktidarın siyasette akla dayalı tartışmanın yerini korku ve öfkeye dayanan bir anlayışı getirmesini sağlar. Düzenli ve sık tekrarlanan yalanlar, komplo teorileri hem hitap edilen tabanı bir arada tutmayı sağlamakta hem de hedef alınan grubun itibarını, güvenilirliğini tartışmaya açmaktadır. Milliyetçilik ise Stanley’e göre “faşizmin göbeğinde yer alır. Böylece faşist lider bir grup kimliği yaratabilmek için ortak bir mağduriyet duygusunu harekete geçirir.”

●●●

Bedelini milyonların canıyla ödediği ideolojik bir deney olarak faşizm silinmek bir yana giderek güçlenecek bir görüntü ortaya koyuyor. İnsanoğlu binlerce yılda yarattığı maddi zenginliğin, ulaştığı refahın ve konforun yanında kafası karışık bir halde aynı yanlış kapıları çalmakta ısrarlı gibi görünüyor.

Bu konuyu Andrew Heywood şu satırlarla açıklamaya çalışmakta:

“Modern medeniyet insana daha çok özgürlük sağladı ama beraberinde de yalıtılmışlık ve güvensizlik tehlikesini de getirdi. Dolayısıyla, kriz dönemlerinde bireyler özgürlükten kaçıp, güvenliği tüm erki elinde bulunduran bir lidere veya bir totaliter devlete boyun eğmekte arayabilmektedirler. Siyasi istikrarsızlık veya bir ekonomik kriz, bu nedenle, faşizmin canlanabileceği şartları ortaya çıkarabilecektir.”

●●●

İnsan aklı nisyan ile maluldür malumunuz. Bu açıdan derslerde ya da dost meclislerinde adını duydukları faşizmin nasıl vücut bulduğunu öğrenmeleri açısından özellikle gençler için giriş seviyesinde bir başvuru kaynağı olarak dikkat çekiyor Stanley’nin kitabı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi