Çaylı kekli sanat sohbetine hazır mısınız?

Geçtiğimiz günlerde ülke gündemini kısa süreliğine de olsa meşgul eden iki olay, ülke olarak sahip olduğumuz zenginlikleri koruma konusunda daha çok yol kat etmemiz gerektiğini kanıtlar nitelikteydi. İlki restorasyon sonrası ziyarete açılan Sümela Manastırı’nın içler acısı haliydi. Diğeri ise Galata Kulesi’nde yapılan restorasyon felaketi.
Trabzon Maçka’da denizden 1150 metre yükseklikte Kara Tepesi üzerinde dik bir yamaçta kurulan Sümela Manastırı’nın tarihi MS 390’lı yıllara kadar uzanıyor. Rivayete göre aynı rüyayı gören iki keşişin birbirlerinden habersiz yaptıkları yolculuk Sümela’da son bulur ve iki din adamı bu eşsiz yapının ortaya çıkması için ter döker. Geçtiğimiz günlerde tekrar ziyarete açılan işte bu tarihî manastırda tavanda yer alanlar hariç tüm fresklerin özellikle yüzlerinde yapılan tahribat bu kültürel değeri hakettiği gibi koruyamadığımızın bir işareti adeta. Kısa sürede Twitter’da gündem oluşturan bu üzücü olaya bir kullanıcının “İtiraf ediyorum, bu kutlu görevi ben üstlendim” şeklinde gösterdiği tepki ise hayrete düşürecek nitelikte.
Bir kaç gün önce meydana gelen Galata Kulesi restorasyonu ise “Yok artık!” dedirten cinstendi. Kuleye daha sonradan yapıldığı öne sürülen kısımların yıkıldığı yönünde açıklama yapan Kültür Bakanlığı hiltiyle girişilen yıkım işlemi için yüklenici firmaya gereken yaptırımların uygulanacağını ifade ediyordu (!) Ancak @mimarliktarihi_ isimli Twitter hesabından yapılan açıklamada 1965 yılında Köksal Anadol tarafından yapılan restorasyona dair planlar ortaya konarak yıkım işleminin bizzat özgün duvarlar üzerinde yapıldığı kanıtlanıyordu.
Sırılsıklam Zevksizlik
Estetik değerlerimizi bulamaca çeviren, anında tatminle, hızla, tüketmenin dayanılmaz arzusuyla bizi niteliğe değil niceliğe sürükleyen postmodernizmin bizleri getirip bıraktığı nokta sırılsıklam bir zevksizlikken; hayattaki pek çok şey gibi sanatın ve sanat eserinin meta olarak görüldüğü bu ucubeler çağında elde kalan bir kaç güzel eserin de bu şekilde fastfood edasıyla tüketilmesi vicdan sahibi her insanı yaralayacak cinstendir.
Doğal güzelliklerimizi koruyamadığımız gibi tarihi güzelliklerimize de sıradan taş toprak gözüyle bakıyoruz sanki. Oysa Mehmed Akif’in şu dizeleri ders verir nitelikte değil miydi?
“Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen/ İki kazma kürek, iki de ırgat gerek/ Ancak hadi gel yapalım şunu geri desen/ Bir Sinan, bir de Süleyman gerek”
Sümela Manastırı ve Galata Kulesi bu tahribat rüzgarının kırdığı dallardan sadece ikisi, biliyoruz ki kültürel zenginlik açısından bir cennet olan ülkenin her yerinde bu gibi haberlere rastlamak artık vaka-i adiyeden sayılır oldu. Estetik kaygıları yeterince gelişememiş insanların refaha ve mideye dayalı zenginliğinin artması ne yazık ki bizi lüks arabalı, gösterişli rezidanslı yahut son teknolojili bir çöplüğe çeviriyor da bir kültür deryasına dönüştüremiyor. Sosyolojik temelleri bir hayli derine inen bu konu daha çok su kaldıracağı için nedenlerine değinmekten ziyade soğuğun canlıları kırdığı bir kış mevsiminde ıssız bir kar beyazlığında usulca açan kardelen çiçeği gibi aynı topraklarda doğan bir güzellikten bahsetmek istiyorum.
Doyurucu bir sohbet
Resim ve müzik gibi sanata dayalı derslerin kimi zaman okullarda test çözme saati gibi görülebildiği, sanatın son zamanlarda kapı eşiğinde yemek verilen ırgat muamelesi ile dışlandığı bu topraklarda insanların sanata olan ilgisini artırmak isteyen modern zaman Prometheus’u o. Son kitabı raflarda yerini aldı ve en az ilki kadar ilgi göreceğine de eminim. Twitter kullanıcılarının tanıdığı adıyla Umberto Arte’den bahsediyorum.
Resim sanatının en nadide eserlerini daha önce görmediğimiz detaylarıyla bize anlatan uzun floodları ile tanıdığımız Umberto Arte (anlayacağınız üzere bu onun mahlası) Güzel Sanatlar mezunu, Van Gogh, Caravaggio ve Bruegel’e tutkun tam bir sanatsever. Tweetlerindeki samimi havayı Destek Yayınlarından çıkan “Umberto Arte ile Sanat” isimli kitabında da devam ettiren yazar ilk kitabının önsözünde yarattığı havayı onunla ilk tanışanlara da şu sözlerle hissettiriyor:
“Kitabımı bir arkadaş ortamında sanat sohbeti yaptığımızı düşünerek okumanızı isterim, bir yerde oturmuşuz konu konuyu açıyor ve bir arkadaşınız size bazı sanatçı ve resimlerden bahsediyor. Çayların içilip keklerin pastaların yendiği, zaman zaman ironi ve şakaların yapıldığı gün sonunda herkesin mutlu bir şekilde ayrıldığı (doyurucu, keyifli) bir sohbet bu.”
Ve evet okuduğunuzda göreceksiniz ki Umberto Arte’nin 25 yıllık deneyiminin, okuduğu onca kitap ve kaynak taramasının imbiğinden süzülen satırlar sizi insanlığın gül bahçesi olan sanatın patikalarında dolaştırdığında “insan” olmanın üst düzey keyfine varıyor olacaksınız. Yalnız resime değil, sinema, heykel, fotoğraf, mimari gibi sanatın pek çok dalına yönelik ilgisi olan çok yönlü ve donanımlı biri o. Kendi ifadesiyle her şey 1995 yılında Norbert Lynton’un alanında kült bir eser olan “Modern Sanatın Öyküsü”nü okumasıyla başlıyor. Ardından benzer kitapların sayısı giderek artıyor kütüphanede. Bu nitelikli birikim dört yıl önce Twitter’da açtığı @UmbertoArte isimli hesabında yaptığı resim incelemeleri sayesinde insanlarla buluşuyor. Takipçileri tarafından ilgiyle karşılanan bu paylaşımların kitap haline gelmesi arzusu sonuç veriyor ve ilk kitap Ekim 2019’da raflardaki yerini alıyor. Resim sanatının altı dev ismininin sadece sanatçı yönlerini değil insanî yönlerini de okuyucuya sunan bu kitapta ayrıca Picasso’nun ünlü Guernica’sından Edouard Manet’in Kırda Öğle Yemeği’ne kadar yirmi beş başyapıtın (ki değinilenlerle sayı ikiye üçe katlanır) detaylı incelemesini de okuyabiliyorsunuz.
Rafine zevkler
Kendi ifadesiyle ilk kitaptan aldığı olumlu geri dönüşler ve edindiği tecrübe ile ikinci kitabı “Umberto Arte ile Sanat II” kitabını Haziran 2020’de yine Destek Yayınları etiketi ile okuyucuyla buluşturmayı başaran yazar bu kitabında da altı dev sanatçının onlarca eserini daha analitik şekilde incelemeyi, bir çok yerde eserler hakkında dünden bugüne yapılan yorumları sıralayıp son kararı okuyucuya bırakmayı hedeflemiş (italik yazılmış ifadeler yazara ait). Görsel açıdan bir hayli zengin ve kaliteli baskıya sahip bu iki kitap hem size hem de gelecekte çocuklarınıza rehber olacak, kütüphanenizin en kıymetli parçalarından olacaktır.
Rafine zevklerin yaşlı bir ahşap konak gibi günden güne yıprandığı, estetik kelimesinin silikon veya botoks kelimesinden bağımsız pek de kullanılmadığı bu topraklarda Umberto Arte ve onun gibilere ihtiyaç çok fazla. İnsan olmanın beslenme, barınma ve wifi ihtiyacının giderilmesi dışında da anlamlar içerdiğinin hatırlanması için elzem bu çalışmalar. Yollarımızın kalitesinin, araçlarımızın konforunun ve hızının arttığı bu çağda yoldaki hız tümseklerinin sayısının artması esasında bizim insan olmaktan ne denli uzaklaştığımızın bir işareti ise insanlığın binlerce yıllık kültürel birikiminin bir şulesi sayılan sanata olan ilginin “bakan” değil “gören” gözlerle değerlendirileceği zamanlara erişme arzumuz da o denli güçlü olmalı. Özellikle nicedir Instagram, Snapchat yahut TikTok gibi modern zaman agoralarında toplaşan gençler için gerekli bu. Eşsiz bir taş işçiliğiyle yahut mükemmel bir heykelle karşılaştığında harcanan emeği ve zamanı boşa (!) sayacak karakterlerin azalması için şart.
Sanatın insan yaşamı için gerekliliği üzerinde hemfikir isek bunu hakkıyla yaşayan ve yaşatan insanlar için Umberto Arte ve aynı çabayı gösterecek kişiler bizim deniz fenerlerimiz olacaktır. Arte’nin çabası desteklenir ve yaygınlaşırsa güzel bir resme bakıp yüzeyin altında kalan incelikleri çözebilme becerisini kazanan, sanatın insan ruhunu incelten diyetiyle hemhal olan bireylerin insanlık tarihine mal olmuş değeleri koruma konusunda asgarî özeni göstermesi de kuvvetle muhtemel olacaktır.
Yazıyı Arte’nin ilk kitabında rastladığım ilki Karl Marx’a ikincisi Ernst Gombrich’e ait şu sözlerle bitirmek istiyorum:
“Sanattan zevk almak istiyorsan eğer, sanat kültürüne sahip biri olman gerekir.”
“Beğeni tartışılmaz ama geliştirilebilir.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi