Berlin'in ormanı var, parkı var...

Almanya dünyanın en önde gelen sanayi ülkelerinden. Yüzlerce markalı sanayi ürünü dünyayı dolaşıp duruyor. Bu refah ülkesi tarımı da ihmal etmeyen, iki sektörü kol kola götüren bir ülke. ‘Kent ve kır yerleşmesini nasıl becermişler?’ Sorusunun yanıtını uzmanına bırakayım, bir başka özelliğinden de bahsedeyim Almanya’nın… Büyük savaşlarda toprakları delik deşik edilen ülke yüzölçümünün yüzde 35’i orman… Neredeyse sayısı 100 milyara dayanan ağaç, 12 milyon hektar alanı kaplıyor. Kişi başına bin ağacın düştüğü ülkede, ormanların yüzde 95’i bakımlı yani devlet her ağaca sahip çıkıyor. Kesilenin yerine yenisi dikiliyor. UNESCO’da Almanya’daki beş kayın ormanını Dünya mirasına almış.

Mesela Berlin, ormanlarla ve parklarla iç içe…

Şimdi burada tarihi bir olaydan bahsetmek lazım. İki Almanya birleşirken, Doğu Almanya fakir sayılmazdı. Avrupa’nın iki zengin ülkesi birleşti aslında, hem insan kaynakları yönünden, hem de sanayi ve tarım yönünden. (efsane Başbakanları Merkel bir Doğu Almandı) 

Oğlumun yaşadığı yer Doğu’da kalan bir semt, hemen yakınında Treptower Parkı var. Aslında bir kent ormanı. Sovyetler Birliği tarih sahnesinden silindi ama Kızıl Ordu’nun Berlin’e ilk girdiği yer olan parkta, devasa bir Sovyet Savaş Anıtı var. Olduğu gibi korunuyor. 10 bin Sovyet askerinin mezarı burada. Anıtın ziyaretçisi pek az, Berlin’e gelen yabancılar soğuk savaşın Checkpoint Charlie (Çarli Kontrol Noktası), geçiş kapısını daha çok ziyaret ediyorlar, burası sadece bir baraka halbuki…

Neyse; ormanlarla devam edelim… Batı Berlin’de de bir kent ormanı var ancak orayı gezme fırsatım olmadı. 

Nüfusu dört milyon civarında olan kentin yüzlerce büyük ya da cep parkı soluklanma alanı. Bazı parklar ya göl ya da nehir kıyılarında…

Gözle görülen Berlin’in Doğusu Batı’ya göre daha yeşil. Malum “Kapitalizm bindiği ağacı da keser” demişler ama bu Berlin’de zor galiba. Başkentte gökdelen sayısı yok denecek kadar az. Eski duvarın olduğu yerlere yeni yapılar yapılmış ancak Berlin halkı çoğu yerde de izin vermemiş. 

Berlin’i gezerken, İstanbul’un başına gelenleri düşünmeden edemiyor insan. Berlin’i hem tarihi hem de doğasıyla defalarca katlayan boğazın incisinin nasıl karardığına üzülüyorsun.

Zamanında Doğu Almanya’nın Komünist yönetimi Sovyetlerin de planlamasıyla(!) Batı’dan üstün olduklarını kanıtlamanın gayreti içindeymiş, bu yüzden tarihi yapıların onarımına ve işçi konutlarının yapımına ağırlık vermiş. Kentin ünlü Karl Marx Bulvarı(50’li yıllarda adı Stalin bulvarıydı)çevresindeki tüm yapıları onarmış, bugün turistlerin gözde mekanı. 

Bulvarın başladığı cadde ünlü Alman yönetmen Rainer Fassbinder’in unutulmaz filmine mekan olan Alexsanderplatz’a çıkar(Büyük İskender’i pek severler) Doğu Almanya zamanında buraya Avrupa’nın en büyük TV Kulesini dikti. Meydan Doğu Berlin’in simgesiydi, değişmedi tek Berlin’in de simge oldu.

Önemli tarihi saptama şu; ‘Berlin’in doğusunda eskiden buzdolabı yoktu, doktor yoktu, okul yoktu, mağaralarda yaşıyorlardı.’ Almanlar elbette bunları yutmaz. Doğu’dan gelen uygarlıkla kimseleri incitmeden kucaklaşmayı bildiler. Neticede hepsi Almandı.

Bu bulvarın sonunda şimdi çok önemli bir müze ve araştırma merkezi var.

Doğu Alman gizli servis STASİ’nin merkezi. Artık buranın bir bölümü sanat galerisi. Berlin Belediyesi Doğu Almanya’nın sırlarından kazanç sağlamayı bilmiş, geçmişin karanlık dehlizleri artık turistik gezi rehberinin rotası olmuş. Buradan geçerken benim aklıma filmlere konu olan “ Yüzü olmayan Adam” geldi… Markus Woff… Bu Komünist ajan batının tüm gizli servislerine kök söktürmüştü. Batı’ya ajan yerleştirme uzmanıydı. Duvar yıkılınca biraz hapis yattı. Batı ve Doğu’daki ajanların isimlerini asla vermedi. İlerleyen yaşında Birleşik Almanya’nın istihbaratında uzman öğretmen olarak görev aldığı söylenir. Öldüğünde sadece son dönemlerinden kalan fotoğrafları vardı. 

Berlin izlenimleri devam edecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cengiz Erdil Arşivi