Gençler, emin olun başka bir dünya mümkün!

Bugün içinde bulunduğumuz şartların oluşmasında bu gelişmelerin etkileri yadsınamaz. Dillere pelesenk olmuş, her türlü eleştirinin öznesi kabul edilmiş Z kuşağını anlamanın, onları nasıl bir geleceğin beklediğinin anahtarı da burada. Zira kabul etmeliyiz ki elimizdeki eski anahtar bu yeni kilidi açmıyor.

                Julian West bir sabah uyandığında kendisini bambaşka bir odada buldu. Karşısındaki insanları tanımıyordu. Zira uykusuzluk problemleri ile boğuşan kahramanımız Bay West daldığı hipnotik uykudan tam 113 yıl sonra uyandırılmış ve uykuya daldığı 1887’nin değil 2000 yılının Boston’una gözlerini açmıştı.

                Amerikalı sosyalist yazar Edward Bellamy’nin bu ütopik eseri “Geriye Bakış-2000’den 1887’ye” okuyucuyu kaleme alındığı 19.yüzyıl sonlarından 21. yy başına götürür. Kapitalizmin en fırtınalı zamanlarını yaşayan Bellamy, toplumsal sorunlara ve olası çözümlere kitabında geniş yer vermiş (çoğu bana gerçekleşmesi imkânsız gibi gelse de) cennetten bir sahneyi anımsatan toz pembe bir gelecek hayal etmiştir. Yaşadığı dönemin sınıf ayrımına da dikkat çeken yazar bu durumu Bay West’in gözünden şu satırlarla ifade etmiştir: 

                “O günlerde insanların birlikte yaşama biçimlerine, özellikle de zenginlerle yoksulların birbirleriyle ilişkilerine dair genel bir izlenim vermeye kalkıştığımda, o zamanki haliyle toplumu, insan kitlelerinin koşulduğu ve oldukça inişli çıkışlı, kumlu bir yol boyunca kan ter içinde çekmeye zorlandığı devasa bir arabayla kıyaslamaktan daha iyisi gelmiyor elimden. Sürücüleri açlıktı ve arabanın ilerleyişi, doğası gereği oldukça yavaş olsa da zaman yitirmelerine izin vermezdi. Arabanın bu denli çetin bir yolda çekilmesinin zorluğuna karşın, üstü, en dik bayırlarda bile asla aşağı inmeyen yolcularla doluydu…Peki yalnızca kendilerini mi düşünürlerdi, diye soruyorsunuzdur. Arabaya koşulmuş kardeşlerinin sıkıntısı ve kendi ağırlıklarının da onların işini zorlaştırdığı bilgisiyle karşılaştırdıklarında, kendi lükslerini utanç verici bulmazlar mıydı?.. Ah evet, arabaya binenler tarafından arabayı çekmek zorunda olanlara karşı sıklıkla merhamet ifadeleri dile getirilirdi; özellikle de araç yolda bozuk bir yere denk geldiğinde ki bu sürekli olurdu ya da ziyadesiyle dik bir yokuştan çıkarken…Böyle zamanlarda yukarıdaki yolcular ipi canla başla çekenlere sabırlı olmalarını öğütleyerek onları yüreklendirir ve kısmetlerine düşmüş zorluklara karşılık başka bir dünyada mükâfatlandırılacakları umudunu yeşertirlerdi; bazıları da kötürüm ve yaralılara merhem ve ilaç satın alınması için para toplarlardı.

Değişen Dengeler

Bugün ne Bellamy döneminin ne de onun ütopik 2000 yılının şartlarını yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz dünya bambaşka bir metamorfizmaya uğramış, mutluluk getireceğine inanılan gelişmelerin sınıfsal ayrımları azaltacağı yerde çoğalttığı görülmüştür. II. Dünya Savaşı sonrası Keynesyen politikaların sonucu olarak oluşturulmaya çalışılan refah devleti fikri İngiltere’de Thatcher Amerika’da Reagan’ın arzu ve çabasıyla yerini neoliberal politikalara bıraktı. Latin Amerika’da, Avrupa’da ve dünyanın pek çok ülkesinde darbelerle yahut farklı yöntemlerle neoliberal politikayı destekleyen hükümetlerin başa geçmesi sağlandı, zengin sınıfın vergi yükü azaltılırken sosyal devlet sorumluluğundan giderek uzaklaşıldı (İktisat profesörü Yannis Varufakis’e göre 19. yüzyılın sonundan bu yana kapitalizm en az iki büyük değişimden geçti. Rekabetçilik görüntüsünden oligopole devşirilen bu değişimde tarihin itici gücü artık Adam Smith’in fırıncısı, bira üreticisi ve kasabı değil, Ford, Edison ve Krupp’tu.1971’den sonra ise oligopolcü kapitalizm finansal kapitalizme dönüşmüş ve yeni başkarakterler Goldman Sachs, JP Morgan ve Lehman Brothers olmuştur. Yine Varufakis’e göre günümüzde Facebook ve Amazon gibi dijital platformlar artık oligopolcü firmalar gibi değil, özel derebeylikler biçiminde faaliyet gösteriyor.)*

                Bugün içinde bulunduğumuz şartların oluşmasında bu gelişmelerin etkileri yadsınamaz. Dillere pelesenk olmuş, her türlü eleştirinin öznesi kabul edilmiş Z kuşağını anlamanın, onları nasıl bir geleceğin beklediğinin anahtarı da burada. Zira kabul etmeliyiz ki elimizdeki eski anahtar bu yeni kilidi açmıyor.

Prekarya

                Sanayi Devrimi’nin ilk zamanlarının ne denli zor şartlar getirdiği, işçi sınıfının insan onuruna yakışmayacak ne tür zorluklarla boğuştuğunun izlerini Charles Dickens, Emil Zola gibi yazarların romanlarında görebiliyoruz. Sermaye sahiplerine karşı verdikleri mücadeleyle insan gibi yaşayabilmek için asgari şartları elde eden proletarya, bugün tüketim odaklı kapitalizmin önüne döktüğü oyuncaklarla, eline tutuşturduğu kargolarla adeta Huxley’nin “soma” yutturulmuş Cesur Yeni Dünya’sındaki kahramanları gibi yaşıyor. Artık kolay kolay kimse “Başka bir dünya” mümkün demiyor, zira kredi kartı ekstreleri, kredi ödemeleri, okul taksitleri, yeni sezonu beklenen diziler, indirime giren ayakkabılar…, önümüze konulan akvaryumdan daha büyük bir derya olduğu fikrine izin vermiyor. İngiliz yazar Guy Standing’e göre bu durumu devam etmesi pek mümkün değil. Zira Standing toplumun büyük kısmını içine alan dev bir sınıfın oluştuğunu öne sürüyor Güvencesizlik anlamına gelen “Prekarite” ve işçi sınıfını tanımlamak için kullanılan “Proletarya” kelimelerinin birleşimiyle oluşturduğu Prekarya kelimesini kullanıyor bu sınıf için Standing. Türkçesi için akademisyen Alphan Telek “tehlikeliler”, “geleceksizler” ya da “öfkeliler” kavramlarını öneriyor.

Kurslar, sertifikalar, sınavlar, diplomalar ve sürekli tekrarlanan “yazılım öğren” öğütleri arasında Darwinci neoliberal piyasa toplumuna hazırladığımız gençlerin geleceğe dair umutlarını hayalleriyle birlikte buduyor, hayatlarını giderek kadükleştiriyoruz. Kendilerini güvencesiz ve belirsiz bir yarına hazırlamaya çalışan bu gençler prekaryanın önemli bir kesimini temsil ediyor. Standing’e göre prekarya içinde yer alan bu gençlerin büyük çoğunluğu bulabildikleri işlerin niteliğinden daha yüksek bir eğitim seviyesine sahip. Esnek, akışkan, düzensiz bir iş hayatını arzulayan, hayatta karşılaşılan zorluklara karşı şartların sorgulanmaması adına tüm sorumluluğu bireye yükleyip kendi yetersizliği gibi algılaması için çalışan; bireyciliği sürekli destekleyerek herkesin kendi çıkarı için çalışmasını öğütleyen, böylece kolektif hareketlerin önünü kesen; bu vahşi şartlar altında zorlananlara emzik gibi antidepresanları çözüm olarak sunan neoliberal düzenin kurbanları bu gençler. Sermaye sahiplerinin sofralarına kurulup Bellamy’nin benzetmesiyle arabaya koşulmuş vatandaşlarının yaşadıklarına üç maymunu oynayan sistemin çiğneyip geçtikleri onlar. Kimi yan odada uyuyan oğlumuz, kimi üniversite okuyan yeğenimiz, kimi liseden yeni mezun olmuş kardeşimiz. Çok da uzak olmayan bir gelecekte yapay zekâ ve insansı robotların yaygınlaşmasıyla iş bulmakta daha da zorlanacak bu gençlerin, Türkiye’de kadrolu devlet işlerine yöneldiği, bunun için mücadele ettiği haberleri yapılıyor ana haber bültenlerinde, yine gençler eleştirilerek. “Seksenler” dizisinin annesi Rukiye’nin de diline doladığı gibi sigortalı bir işe girmek için çabalamaları boşuna değil! Boşuna değil bir güvence aramaları…

Dev bir değirmen taşı gibi çalışıp ete, kana, cana doymayan bu acımasız yapının doğal sınırlarına ulaştığı aşikâr. Oysa kenara itilenlerden, göçmenlerden, güvencesizlerden, geleceğe dair inancını yitirenlerden mürekkep bu dev grubun, Standing’in tabiri ile prekaryanın, sorunlarının çözülmesi bir yana popülist politikacıların elinde bir koz gibi kullanıldığı görülüyor. Prekaryanın da, insanlığın da asıl hastalığı bu neoliberal kapitalist düzen. Sistem artık yamalarla, ağrı kesicilerle sorunları çözülemeyecek kadar ağır bir metastaza uğramış durumda. Belki de atılacak ilk adım “Başka bir dünya mümkün!” cümlesini daha sık tekrarlamak olacaktır. Çünkü başka bir dünya mümkün!..

*

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi