Mansur Yavaş’ın Kurusu ve Sarması

Mansur Yavaş, Ankara Belediye Başkanı ve bu göreve yeniden aday. Adı bir ara Cumhurbaşkanlığı için de geçmişti. Yavaş, daha önce Beypazarı’nın belediye başkanıydı. Öylesine gayret sarf etti ki, küçük ilçeyi bilmeyen kalmadı. Bu yazı dost olduğum Yavaş’ı ve lezzetli ilçeyi anlatıyor.

 

 

Bir zamanlar ben Hürriyet’teyken…

Bu tür cümle genellikle, bir masalı anlatmaya başlanırken kurulur. Aradan o kadar çok zaman geçti ki, anlatacaklarım da masal gibi oldu zaten!

Sanki Kaf Dağı’nın ardında kaldılar!

O zamanlar, pazar günleri, bana ayrılan bütün bir sayfada, gezi-yemek karışımı yazılar yazıyordum.

Ülkenin dört bir yanından gelen iletilerde, köylerinin, ilçelerinin, kentlerinin güzelliği anlatılır, bunları görüp, yazmam için davet edilirdim.

Beni davet eden ilçelerden biri de Ankara’nın Beypazarı ilçesiydi. O güne kadar ismini hiç duymamıştım. Davetin sahibi, Belediye Başkanı Mansur Yavaş’tı.

İnternet’ten şöyle bir araştırma yaptım. Görüntüler ilginçti ama Başkan MHP’liydi.

MHP, baştan beri karşı olduğum bir partidir. Onun için daveti, ön yargı ile sıralamada altlara koydum.

Aradan bir süre geçti. Mansur Yavaş davetini yineledi!

Yine göz ardı ettim. Ama bu sefer Beypazarı’nın ismi, aklımın bir köşesine takılıp kalmıştı.

Bir süre sonra, bir davet daha geldi.

Anlayacağınız, Mansur Yavaş’ın ilçesini tanıtma inadı, beni de etkiledi.

Eşimle beraber arabaya atlayıp, Adapazarı, Taraklı üzerinden Beypazarı’na vardık.

GEÇMİŞTE YÜRÜMEK

 

Mansur Yavaş, bizi izzet ikram karşıladı. Vakit geçirmeden ilçe sokaklarına düştük. Belediye, 450 eski evi aslına uygun onarmıştı. Mansur Yavaş, birçok evin de onarılmakta olduğunu belirtti.

Dolaşırken kendimi geçmiş zamanda zannettim. Türk sivil mimarisinin en güzel örnekleriyle süslenmiş bir ilçeydi Beypazarı.

Atalarımız ne tür evlerde oturmuştu? O kafeslerle örtülü pencerelerden kadınlar neleri seyretmişti? Odalardaki dolapların içine gizlenmiş banyolarda nasıl kese yapmışlardı?

Evler hepsini, tüm açıklığı ile anlatıyorlardı. Aslında onarılan evlerde hala geçmiş yaşanıyordu. Değişiklik sadece dış görünüşte olmuştu.

Sonra eski çarşıya gittik. Burada da bir başka geçmiş vardı. Asırlar öncesinin ticaret şeklinin bütün ipuçlarını burada görmek mümkündü.

Telkari işçiliği denince akla Mardin gelir ama, Beypazarı’nda bu sanatın çok eskilere dayandığını öğrendim. Özellikle gümüş el işleri, insanı baştan çıkartacak kadar güzeldi.

Çarşıda beni etkileyen dükkanlardan biri de asırlık berber oldu.

Tıraşı hala, sırları yer yer dökülmüş aynanın karşısında, oturacak yerleri eprimiş iskemlelerde, kemik saplı usturalar ve el makineleri ile yapıyorlardı. Ve hala da müşterisi vardı!

Sırları dökülmüş aynaların karşısında oturan müşteri hala var mı acaba?

KARAGÖL’ÜN KIYISINDA

 

Hangi dükkanın önünden geçsek, esnaf kapıya çıkıyor, elimizi sıkıyor, bize başkanı ne kadar sevdiklerini anlatıyorlardı.

Mansur Yavaş önde, biz arkada ilçeyi dolaşıp durduk.

Ayaklarımıza karasular indi.

Başkana, otele gidip, ayaklarımıza bir paydos verelim dedim.

Başkan, biraz mahcup bir şekilde, ilçenin henüz bir oteli olmadığını, bizi 20 km. İlerideki bir belediye tesisine götüreceğini söyledi.

“Bu kadar hata kadı kızında da olur” diyerek mahcubiyetini gidermeye çalıştım.

Belediye misafirhanesi, Karagöl denen, gerçekten de kara renkli, küçük bir gölün kıyısındaydı.

Gölün, gecenin zifiri karanlığının içinde eriyip kaybolduğunu gördüm. Şimdi nasıldır acaba?

Üst kat, yerinden zor kaldırılan koltukların ve battal bir yemek masasının bulunduğu iki odalı bir yerdi.

Ama her şey tertemizdi.

Alt katta bir büfe vardı, ama yiyecek bir şey yoktu.

Ne yiyeceğiz diye düşünürken, kapının önünde eski model bir araba durdu. Mansur Yavaş gelmişti. Bize eşinin, küçük parmak inceliğinde sardığı sarmaları, çarşıdan aldığı güveci, tereyağlı pilavı getirmişti.

Başka yemekler de vardı ama, onca yıldan sonra detayları unutmuşum.

Çok acıktığımın tesiri midir nedir, bilemiyorum, yediğim her lokma damağımda dinamit gibi lezzet patlamaları yapıyordu

KURU, SARMA, BAKLAVA

 

Mansur Yavaş, gece boyunca anlatıp durdu. O anlattıkça, MHP’li olduğu konusundaki ön yargılarım, eriyip gitti. Yani, Başkan benim gibi birisiydi. Tek derdi ilçesini anlatmaktı.

Başkan gitti. Biz, tüm karanlıkla baş başa kaldık. Gökyüzünde bu kadar çok yıldız ve gezegen olduğunu ilk kez Karagöl’ün zifiri karanlığında gördüm.

Ertesi gün, başkanla yaptığımız lezzetli bir kahvaltıdan sonra dönüş yoluna çıktık.

Dönüşte notlarımı toparlarken, Beypazarı’nın lezzeti hakkında aldığım notlar gözüme çarptı.

Örneğin ünlü Kurusu. İki kalın parmak kalınlığında, ısırınca dişi kıracak sertlikte, peksimet türü bir yiyecekti. Geçmişi oldukça eski yıllara dayanıyordu (belki de asır öncesine).

Bu galete türü yiyeceği, uzun yola çıkacaklar azık olarak yanlarına alıyorlarmış. Ayrıca acıktıklarında yemeleri için öğrencilerin çantasına konuyormuş.

Ben ise Girit usulü bir meze hazırlıyorum Kuru ile. Şöyle ki:

Kuruyu ortadan ikiye bölüyorum. Her yarının üstüne bolca saf zeytinyağı döküp, ıslatıyorum. Daha sonra bol sarımsaklı domatesi kurunun üstüne koyuyorum. En üste de bir dilim beyaz peynir döşeyip, afiyetle yiyorum. Aslında ideal bir rakı mezesi. Hem midenin asidini emiyor hem de damakta muhteşem tatlar bırakıyordu.

 

LEZZET PATLAMALARI

 

Sarma ise tam bir sanat eseriydi. İlçenin meşhur ve damarsız Kara Üzüm yaprağına sarılıyordu. İmece bir yemekti. Mahalleli kadınlar, her gün bir eve sarma yapıyor, o sırada da havada ilçe dedikoduları uçuşup duruyordu. Küçük parmak inceliğindeki bu sarmaları yemeye doyamıyordum.

Asırlık güvecini ise mecburen birkaç kelime ile anlatmak zorundayım. Çünkü güveci, 250 yıllık fırını, ustayı, içinde yılların lezzetini biriktirmiş toprak kapları anlatmak için bir kitap yazmak gerek.

80 kat yufka ile yapılan baklavayı, ilçede üretilen Türkiye’nin en lezzetli havuçlarıyla yapılan lokumları, cevizli sucukları, höşmerimi anlatabilmek için de daha çok sayfaya ihtiyaç var.

Tabii bir de evlerin mutfaklarında pişen bilemediğim lezzetler de vardı!

Sözün özüne gelirsek. Beypazarı’na birkaç kez daha gittim. Gelişmeyi izledim. Esnafın hafta sonları bile dükkan açtığını, otel, pansiyon ve lokantaların açıldığını gördüm.

Hepsi Mansur Yavaş’ın eseriydi.

Tüm bu değişimi gerek gazetede, gerekse televizyon programımda tüm Türkiye’ye anlattım.

YAVAŞ’A KEFİLİM

 

Mansur Yavaş, rüyalarındaki ilçeyi yarattıktan sonra, bir sonraki seçime katılmayıp, görevi genç bir arkadaşına devretti.

Sonra dost olduk. İstanbul’a her gelişinde bana koca bir tencere içinde Beypazarı sarması getirdi.

Birlikte çok yemek yedik. Yemek yedikçe onu daha iyi tanıdım.

Şu an Ankara Belediye Başkanlığı için yeniden aday.

Bu işi en iyi yapacak, en namuslu aday olduğuna kefilim.

Kefilliğime ihtiyacı yok. Zaten dört nala önde gidiyor.

Tek üzüntüm, verdiği telefon numarasına artık cevap vermemesi!

Beni unuttu mu acaba?

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Yaşin Arşivi