Faruk Bildirici
Habertürk, M. Akif Ersoy ve etik
Yeni Akit, İnternethaber, Son Dakika gibi haber sitelerinin, “Haber spikerlerine kıyafet tepkisi”, “Teşhirci haber spikerlerine çok sert tepki”, “Bunları mı seyredeceğiz?” başlıklı haberlerin kaynağı, Mücahit Birinci’ydi.
Fakat bu haberlerde “Eski AK Parti MKYK Üyesi” olarak yazdıkları Birinci’nin, serbest bıraktırmak için bir tutukludan 2 milyon dolar istediği iddiaları ortaya çıkınca disipline sevk edildiği ve partiden istifa etmek zorunda kaldığı belirtilmiyordu.
Ne yazık ki, bu haberlerde kadın sunucuların boy boy dekolte pozları kullanılarak kadın bedeni metalaştırıldı, haberleri pazarlamanın aracı olarak kullanıldı. Asıl konuşulması gereken, kadın sunucuların dekoltesi değil, giyim kuşamlarıyla haberin önüne geçmeleriydi. Temel kural, kadın ya da erkek, haber aktaran kişinin haberi gölgelememesidir. Oysa bir süredir, televizyonlarımızda erkek ya da kadın sunucular, muhabirler bu kuralı unutmuş görünüyorlar…
Habertürk’teki operasyonun kadın sunucular, daha doğrusu kadın bedeni üzerinden konuşulması üzücü. Çoğunlukla Sabah’tan yayılan haberlere göre, Habertürk’te kadın sunucuların haberin önüne geçmesiyle kalınmamış.

Maalesef ifadeler ve eski sunucuların açıklamaları, bazı kadın sunucuların tacize uğradıkları, kariyer ve şantaj için kullanıldıkları, uyuşturucu ve seks partilerine zorlandıkları yönünde ipuçları içeriyor. Nitekim M. Akif Ersoy’a da “uyuşturucu madde kullanılmasına yer ve imkân sağlama” nın yanı sıra “kadınları bazı kişilerle ilişkiye sokarak, bu ilişkiler üzerinden sektörel ve maddi menfaat sağladığı" suçlamaları yöneltiliyor.
Bu iddiaların tutuklanmayı gerektirecek suç olup olmadığı tartışılabilir, ama eğer doğruysa olup bitenlere özel yaşam ve mahremiyet olarak da bakılamaz. Elbette henüz yargılama başlamadığı için peşin hüküm vermemek gerek; ancak M. Akif Ersoy, uyuşturucu kullanmadığını savunurken Adli Tıp’tan tersini kanıtlayan sonuç çıkması, şüpheleri güçlendirdi.
Yine de ben bir kez daha vurgulayayım; eğer doğruysa, gazetecilik açısından çok ciddi etik sorunlar yaşanmış Habertürk’te. İlişkiler çirkinleşmiş, habercilik çürümüş.
Özür dilemek zor olmamalı
“Saygı Öztürk’ün telefonu çaldı. Sohbet bu cümleyle başladı: ‘Alo ben Yeşil” haberi, 11 Aralık’ta Sözcü gazetesinin manşetindeydi.
“Yeşil” olarak tanınan Mahmut Yıldırım, 1990’larda adam kaçırma ve cinayetlerde tetikçilik yapmış bir JİTEM (Jandarma İstihbarat) elemanıydı. 30 yıla yakın bir süredir ortalarda gözükmüyor, kendisinden haber alınamıyordu.
Öldü diye bilindiği için de Saygı Öztürk’ün yazısı dikkat çekiciydi. Saygı Öztürk, Yeşil’in kendisini gazetenin santralından aradığını, sohbet ettiklerini anlatıyor, yazısını “Yeşil yaşadığını birilerine duyurmak mı istedi anlamadım” diye noktalıyordu. Doğal olarak, bu yazı medyada geniş ilgi gördü; Yeşil’in hayatta olduğu yönünde başka yazı ve yorumlar da yayımlandı.
İçişleri Bakanlığı, Saygı Öztürk’ü arayan kişinin peşine düştü ve “Yeşil” olmadığını, “adam öldürme ve mala zarar vermekten” hükümlü olarak Gaziantep Açık Cezaevi’nde tutulan C.A. isimli bir hükümlü olduğunu saptadı, bunu da açıkladı.
Velhasıl, C.A. adlı hükümlü “Ben Yeşil’im” diyerek Saygı Öztürk’ü kandırmıştı! Yanlışı ortaya çıkan Saygı Öztürk ise özür dilemek yerine “Alo, ben Yeşil’ diyenler yine çıkar” başlıklı yeni bir yazı kaleme alarak, ilk yazısının yararlı olduğunu savundu:
“Haberimizle kimseyi yanıltmadık, kimseye beni arayanın gerçekten ‘Yeşil’ olduğunu söylemedik. Sadece ‘Yeşil’ olduğunu söyleyen kişi olduğunu belirttim. En azından telefonu edenin kim olduğunu öğrendik, benzer olayların yaşanmaması için uyarıda bulunduk.”
Bu savunma doğruyu yansıtmıyor; Saygı Öztürk o yazısında hem “Yeşil’ olduğunu söyleyen kişi” diye yazmıştı; hem de “Yeşil şunları söyledi”, “Yeşil şöyle devam etti”, “Yeşil’e Türkiye’ye gelip gelmeyeceğini sordum” gibi ifadeler kullanmıştı. Böylece kendisini arayanın gerçekten Yeşil olduğu izlenimi vermişti. Açıkça okurları ve kamuoyunu yanıltmıştı.

Asıl sorun Saygı Öztürk’ün araştırmadan yazmış olması. Böyle bir telefon geldiğinde yazacak kadar ciddiye aldıysa arayanın kim olduğunu araştırmalı, emin olduktan sonra yazmalıydı. Kaldı ki, kendisi de “günümüzde nereden telefon edildiğinin belirlenmesinin çok kolay olduğuna” inanıyor. Bu kadar kolay bir işi yapmayıp, telefonla arayanı gerçek gibi yazıp, sonra da İçişleri Bakanlığı’nın bu konunun üzerine gitmesinin yararından bahsetmek çelişkili bir yaklaşım.
Sözcü de gazete olarak tutarlı davranmadı. Sanki ortada bir gazetecilik hatası yokmuş gibi “İçişleri Bakanlığı Yeşil’in izini sürdü” haberi yaptı. İki gün sonra da “Yeşil resmi kayıtlara göre hâlâ yaşıyor” haberi yayımlayarak, Saygı Öztürk’ün ilk yazısının izinden gitmeye çalıştı.
Açıkça hatalı olduğunu kabul etmek yerine hem sorun yokmuş gibi davranmak hem de bir yandan haberin doğruluğunu ima eden haber yapmak tutarlı olmadığı kadar yanıltıcıydı..
Mahmut Övür’den Enver Aysever’e
Sabah gazetesinin “Silivri’de Aysever-İmamoğlu kavgası” haberinde Enver Aysever’in, Silivri Cezaevi’nde karşılaştığı Ekrem İmamoğlu’na, “Çek kirli elini, ben hırsızların elini sıkmam” diyerek tokalaşmadığı aktarılıyordu.
İlk başta haberin asıl muhatapları olan İmamoğlu ve Aysever yerine Murat Ongun’un avukatı Yiğit Akalın konuştu. Akalın, Halk TV’ye, “Yalan. Aysever ta baştaydı. Sayın Ekrem İmamoğlu, 'Geçmiş olsun' diye bağırdı. O da ayağa kalkıp kapısını açıp sesin ulaşması için ‘Sağ olun Başkanım, sizlere de’ dedi” açıklaması yaptı. Halk TV de buna dayanarak “İktidar medyasının Ekrem İmamoğlu-Enver Aysever haberi de yalan çıktı” haberi yayımladı.
Mahmut Övür, aleyhindeki haber ve yorumların artmasından sonra da yazdıklarını savundu. “İçeriden not gönderen kaynağı”nın “Enver'e baskı yapıyorlar" dediğini öne sürdü ve savcılığın cezaevindeki kamera kayıtlarını yayımlamasını istedi.
Dört gün boyunca bu konu medyada ve sosyal medyada tartışıldıktan sonra Aysever, avukatı Mikayil Dilbaz aracılığıyla açıklama yaptı; özetle şöyle söylüyordu:
“Enver Aysever’i bilen bilir, var olana yok demez, yok olana da var demez. Ben dışarı çıktığımda olayın ne minvalde olup olmadığına ilişkin açıklama yapacağım. Zaten böyle bir şeyin olup olmadığı kamera kayıtlarında sabittir.”
Aysever, Sabah’ın haberini yalanlamıyordu; ama doğrulamıyordu da. İmamoğlu’ndan da bir yalanlama gelmediğine göre, muhalif medya “Yanlış çıktı” diye yazarak acele etmiş. Asıl muhataplarının açıklamasını beklemeden bir avukatın sözlerine dayanarak haber yapılmamalıydı.

Övür ise açıklamasının haberini doğruladığını kabul ederek Aysever’i tebrik etti. Ancak Övür’ün bu olayı, gelen bir nota dayanarak hemen yazmak yerine kaynağından da doğrulatması gerekirdi. Baştan doğrulatarak yayımlasa “doğru-yanlış” ikilemi hiç doğmazdı.
Bence de asıl konuşulması gereken, avukatının da vurguladığı gibi, Aysever’in hukuksuz biçimde ve ifade özgürlüğü hiçe sayılarak tutuklanması. Yanlış bir genelleme yapması tutuklama gibi ağır bir cezaya çarptırılmasına haklılık kazandırmaz. Maalesef “tokalaşma” hadisesini yazan Mahmut Övür başta olmak üzere birçok gazeteci meselenin bu yönünü es geçmeyi yeğledi.
Üstelik “Kemalist ahlak mide bulandırıyor” manşetleriyle bütün Kemalistleri ahlaksız olarak niteleyen Yeni Akit’e hiçbir işlem yapılmazken, Aysever’in tutuklanması büyük haksızlık.
İliç’teki “şirket gazetecileri”
“İliç’te iki köyün hikayesi: Çöpler ve Sabırlı” başlıklı araştırmayı yapan Doğu Eroğlu ve araştırmacı gazeteciler için bağımsız haber merkezi olan “Ortak” yeniden İliç’e gitti. Aradan geçen zaman içerisinde olup bitenleri gözlemlemek ve kazanın sonuçlarının ortadan kaldırılıp kaldırılmadığını araştırmaktı amaçları.
Onları ellerinde kameralarla görenler sık sık, “Siz de şirketin gazetecisi misiniz?” diye sorup durdu. Çok şaşırdılar. “Yok, kendi kendimize gazetecilik yapmaya geldik. Şirketin gazetecisi ne demek?” diye sorduklarında da “Şirket madenin açılması yönünde baskı oluşturmak için gazetecilere devamlı haber yaptırıyor” yanıtını aldılar. Gazetecilik adına üzüldüler.
Oradayken maden şirketi yetkilileri de aramış Ortak ekibini. “İliç’teymişsiniz, nasıl yardımcı olabiliriz? Buyrun konuşalım” diye şirkete davet ediyorlarmış. Belli ki, bağımsız gazetecilerin oralarda dolaşmasından rahatsız oluyorlar.
Anagold Madencilik, “gazetecileri” madenin yeniden açılması için kullanmakla kalmıyor; medyada da “paralı yayınlar” ile kampanya yapıyor. Birçok TV, haber sitesi ve gazetede birbirinin kopyası haberlerle sürdürülen “İliç’te maden açılsın” kampanyasına ben de dikkat çekmiştim bir süre önce. Gazeteci para alarak gerçekleri çarpıtmamalı, şirketin aleti olmamalı.
Polis bültenine benzeyen haberler
“Gaziantep'te okulda dehşet: Temizlik işçisi, 6 yaşındaki çocuğu bıçakladı!” haberini İHA geçmiş. Cumhuriyet’te de kullanılan haberde şöyle deniyordu:
“Gaziantep'in Nizip ilçesinde bir okulda temizlik işçisi ile 6 yaşındaki öğrenci arasında çıkan tartışma kavgaya dönüştü. Kavga sırasında bıçağını çıkaran temizlik işçisi, 6 yaşındaki Efecan B.'yi bıçakla yaraladı.”
İnsan ister istemez merak ediyor. Bir görevli ile 6 yaşındaki çocuk arasında nasıl bir tartışma olabilir ki? 6 yaşındaki çocuğun bıçaklanmasının başka bir açıklaması olsa gerek deyip başka sitelerdeki haberlere baktım. Meğerse temizlik görevlisi kadın, 6 yaşındaki çocuk ile tartışmamış; komşusu olan aileyle tartışırken çocuğu yaralamış.
Böyle hatalar habercilikte özensizliği gösteriyor; gazeteci haberini yazarken, editör bir haberi kontrol ederken öncelikle bir mantık süzgecinden geçirmeli yazılanları. Hele böyle şiddet içeren kriminal haberlerde doğru mu, olabilir mi sorularını sorup yanıt aramalı.
Tabii bu tür polisiye haberlerin en büyük yanlışı, olayın öyküsünü, nedenini ayrıntılı biçimde aktarmayan, polis bülteni kılıklı metinler olması…
Tek cümleyle:
- Yeni Şafak, “Parasını korumak isteyen ülkeler döviz kazancından vergi alıyor” başlıklı bir metni beş gündür sürmanşetten yayımlayarak bu konuyu kampanyaya dönüştürdü.

- Sözcü, “Demokrasi güzel şey” haberinde “Polislerin, Yunanistan Başbakanı Mitsotakis’i akşam yemeği dönüşü durdurduğunu” ve “alkolmetre üflettiği”ni yazdı, ama aslında Mitsotakis durdurulmamış, polis uygulamasına kendisi katılmıştı.
- EuroNews, Ukrayna’nın bir Rus denizaltısını “sualtı Sub Sea Baby insansız hava araçları” ile vurduğunu yazdı; halbuki SSB hava aracı değil, “çok amaçlı insansız yüzey aracı”.
- Haberler.com, “3 Harfli markette bozuk tavuk skandalı” haberinde bozuk tavuk satan marketin adını yazmayarak, işletmeyi korudu.
- Hürriyet’in “8 kıratlık yüzükle evlilik teklifi” başlığındaki “kırat” yanlıştı, “karat” olmalıydı.
- Akşam’ın “Sahte alkol mü öldürdü?” başlığı yanlıştı; gerçek alkolden kaçak içki üretilmişti.
- Ticaret Bakanlığı, Akşam, Sabah, Yeni Akit ve Yeni Şafak’a “Tüketici ödülü” verdi; bu gazeteler de sadece kendileri ödül almış gibi haberler yayımladılar.
- TRT Haber’deki canlı yayın sırasında arka plandaki bir kadın ceketini yere fırlatarak “Yeter” diye bağırdı; TRT yönetiminden konuya ilişkin açıklama gelmedi.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]