YUKARLARDA EN UZAKLARDA

İnci Aral son romanı ‘Yukarlarda En Uzaklarda’ kitabı ile okuru, ölüm ve yaşam kavramlarını sorgulamaya çağırıyor. 12 Eylül’de hapishanelerde işkence gören bir baba, devrimci bir anne ve kızları Akdeniz…

Ülkesinde özgür bir yaşam kuramayacağını anlayan Fatih, Hollanda’ya iltica eder. Peşinden karısı ve kızı da gider. Korku, yokluk, yeni bir ülke, umutsuzluk peş peşe gelir ama direnmeyi başarırlar. Birlikte yeni bir yaşam kurarlar. Akdeniz’in bir de kardeşi olur. Fatih ve Müjgan hayata tutunmuş, evlatlarını tam büyütmüşken feci bir kaza gerçekleşir. Kızları Akdeniz tramvay kazasında yaşamını yitirir. Hayatları alt üst olur. Müjgan kızını kaybettiğine önce inanamaz, aklını yitirmek üzeredir. Devrimci ruhu gün yüzüne çıkar. Sömürgeci Hollanda’ya meydan okur. Bir Türk kızının ölümünü önemsemeyen yetkililerden, ceza almayan tramvay sürücüsünden hesap sorar. Acısı dinmeyen Müjgan sonunda eşini suçlamaya başlar. Fatih, Hollanda-Türkiye arasındaki uyuşturucu trafiğini ortaya çıkaran bir kitap yazmıştır. Müjgan, “Bu kitap yüzünden kızımız öldü” diye eşini suçlar ve bu içinden çıkılmaz acı onları ayrılığa götürür. Küçük kızları Aydan ise bu acı içinde büyür.

İnci Aral, ‘Yukarlarda En Uzaklarda’ kitabında hikâyeyi ölen bir karaktere; Akdeniz’e anlattırıyor. Bedeni ölen Akdeniz, başka bir gezegende yeni yaşamına başlıyor. İnci Aral’ın ‘Ruhumu Öpmeyi Unuttum’ kitabında yer alan ‘Pembe Kayışlı Saat’ öyküsünde Akdeniz karşımıza Pelin olarak çıkmıştı. Henüz hikâyeyi okumayan okurlar belki İnci Aral’ın yeni kitabını okuduktan sonra dönüp ‘Pembe Kayışlı Saat’ öyküsünü okumak isterler. Her ne kadar ikisi farklı zamanlarda ve farklı türlerde yazılmış olsa da öyküde yazarın, ölen kızın odasında kalması, o gece uyuyamaması, evin ölen kızının ruhunun o odada olması ve yazarla konuşması okuyucuda bir iç rahatlığı yaratıyor. Adeta hüzünle okuduğumuz romanın da bir bitişi gibi. İnci Aral gerçek bir yaşamın izlerini taşıyan romanının evlatlarını kaybeden aileler içinbir teselli olmasını istediğini belirtiyor. Aral’la yeni romanı ‘Yukarlarda En Uzaklarda’yı’ konuştuk.

Romana Nietzsche’nin “Her şey parçalanır, her şey birleşir” sözleriyle başlıyorsunuz. Ölüm ve yaşamı sorguladığımız daha çok ölüm üzerine düşündüğümüz bir kitap. Gerçek yaşamdan da izler taşıyor. Bu hüzünlü yaşamı öğrendiğinizde neler hissettiniz? ‘Pembe Kayışlı Saat’ öykünüzde yeni kitabınızda anlattığınız karakterle karşılaşmıştık.  Bir roman olarak yazmaya nasıl karar verdiniz?

‘Pembe Kayışlı Saat’ 2006’da yazıldı. Biraz hayal ürünü bir buluşma o hikâyedeki. O zamandan bu hikâyeyi yazma niyetim oluştu. Yazacaklarımı uzun zaman biriktiririm. Özellikle romanlar için beklerim. O hikâyeyi de o zaman belki yazmazdım ama editörüm bir antoloji için gece öyküleri yazmamı istedi. O öykü nispeten tazeydi o günlerde. Hikâyeyi de yazdıktan sonra roman olarak yazmayı iyice düşünür oldum. Süresi dolunca da yazıldı. Üzerinden 20 yıla yakın zaman geçti. Devlet zulmünden kaçıp kurtulmuş, yeni bir yaşam kurmuş aile tam çocuklarıyla başarılı ve mutlu bir yaşam sürecekken çocuklarını kaybediyorlar. Böyle bir felakete uğramaları beni çok etkilemişti. Bir evlat kaybetmenin dünyanın en büyük acısı baş edilmez bir acısı olduğunu düşünürüm. Yakınlarım ve çocukları için de hep korkmuşumdur. Beni etkileyen olayları mutlaka yazmak için bir kenara ayırırım, bu da öyle oldu.

“YARATTIĞIM KARAKTERE İKİNCİ BİR HAYAT BAĞIŞLADIM”

Ölüm ve yaşam kavramlarını sorguluyorsunuz. Ölümün aslında bir bitiş olmadığına dair bir düş mü anlatmak istiyorsunuz?

Hayır düş değil. Kuantum fiziği bunu kabul etmiyor. Canlıların bir enerji varlığı olduğunu, enerjinin yok olmadığını, başka bir biçimde yaşama devam ettiğini söylüyor. Romanı yazmaya başladığım zaman olayı anlatacak kişinin ailenin ölen kızı Akdeniz olmasına karar verdim. Akdeniz’i konuşturmak için sonradan bir ölünün hatıraları gibi değil de yaşadığı dönemde anlatabilmesi için ona ikinci bir hayat bağışladım. Kuantum fiziğinin bilincin hiç ölmediği, dolayısıyla canlıların başka bir yerde, başka bir biçimde yaşamlarını sürdürdüklerini söyleyen bilim adamlarına baktım. Onların teorileri üzerinde çalıştım. Beyinde ne var da bu olabiliyor diye bunları inceledim. Kolay bir roman değildi. Roman üzerinde üç yıl çalıştım. Yeniden yaşama olayını, ikinci bir yaşamı mistik, dinsel söylentilere dayandırmak istemedim. Bilimsel gerçeklere dayandırmak istedim, bunu da kuantum fiziğinde buldum.

“MATERYALİSTİM AMA BU KİTAP İÇİN SPİRİTÜEL

ŞEYLERE DE BAKTIM”

Bilimkurguya yakın bir kitap. Ütopik bir dünya ve orada yaşamın devam ettiğine dair bir inanış var. Bu acıya katlanma, dayanma biçimi gibi de. Bu hikâyeyi yazmaya karar verdiğinizde romanın baş karakteri Akdeniz’in bir başka gezegende yaşamına devam edeceğini planlamış mıydınız?

Hiç planlamamıştım. Sadece bir aile hikâyesi anlatmak istemiyordum. Yazma sürecinde yeni kahramanlar, başka yollar, patikalar, olayı zenginleştirecek şeyler çıkabilir. Roman, hikâye gibi değil, daha kapsamlı. Biraz metnin beni götürdüğü yerlere gittim. Baştan tasarlamadığım yerlerde buldum kendimi. Evlatlarını kaybetmiş anne ve babalara bir teselli olsun istedim. Bir yandan da kesin ölüm yok duygusunu vermek istedim. Dünya insanları olarak hiç bilmiyoruz, bilmediğimiz çok fazla şey var. Evrenin işleyişinde yabancı kaldığımız hususlar var. Ben de bunları yazarken düşündüm. Materyalist bir insanım fakat bu romanı yazarken spiritüel şeylere de bakma gereği duydum. Ölmüş yakınlarının omuzuna dokunduğunu ya da o kişinin rüzgârını hissedenler oluyor. Bunların boş şeyler olmadığını yazarken düşündüm. Bilmediğimiz çok şey var. Buna kanaat getirdim. Bu kadar düz, yalın, basit değil dünya. Karmaşık şeyler var. Kuantum fiziği başlı başına muamma. Nasıl olduğunu anlamak için epey zaman da harcadım.

Evlatlarını kaybeden anneler inanmazlar çocuklarının büsbütün yok olduğuna, kaybolduğuna. Bazen sesini duyarlar bazen dokunuşunu… Belki de ölen çocuklar bir güvercin olarak gelir, bir puhu kuşu olabilir… Romanda olduğu gibi bir kuğu olup kanaldan evini gözler.

Evladını kaybeden bir annenin çırpınışını okuyoruz. Tramvay kazasında sorumluların yargılanmasını istiyor, pes etmiyor.

Anne ve babanın devrimci geçmişi var. Anne ruh sağlığı bozulduğu zaman dünyayı tümüyle devrimci bir gözle suçluyor ve değerlendiriyor. Kaynakların tüketilmesi, topraklardan cevherlerin çıkarılmasından, insanlara kadar toplumun her şeyini suçlu buluyor. Özellikle sömürge geçmişi olan Hollanda’da yaşadıkları için bu durum anneyi etkiliyor. Kazayla ilgili yeterince soruşturma yapılmayışı, kazanın gerçekliğine binaen bir Türk kızı ölmüş, önemli değil gibi bakılarak soruşturmanın yapılmayışı anneyi çok incitmiş. Kimse ceza almamış. Tramvay sürücüsü kusurlu gibi görünmüyor. Geçiştirilmiş bir kaza. Babanın yazdığı bir kitap var. O dönemde Türkiye-Hollanda arasında uyuşturucu trafiği var. O konuyla ilgili baba bir kitap yazmış. Anne bu defa senin kitabın yüzünden kızımız öldürüldü diye paranoyaya kapılıyor.

“YAŞADIĞIMIZ DÜNYA BİR DİSTOPYA”

Kitapta “Biz şaşkın, zavallı insanlar her şeyi bize görüldüğü ya da gösterildiği kadar sanıyoruz. Oysa gittikçe artan bir gerçek dışılık içinde yaşıyoruz” diyorsunuz. Bu bir felsefi metin de aynı zamanda değil mi?

Felsefi bir yanı olduğu söylenebilir. Ölüm ve yaşam üzerine sorgulamalar var. Dinlerin bile vaaz ettiği gerçeklerle günümüz veya gelecekteki söylemler uyuşmuyor. Bunu da Akdeniz’den öğreniyoruz. Akdeniz’in çocukluğundan kalan şartlanmaları var. Bütün bunlar onun yaşadıklarıyla bağdaşmıyor. Bilimkurgu zaten felsefe içerir. Ütopya orası. Bir ütopya ise bizim dünyamız da bir distopya haline gelmiş. Eşitsizliklerle, dünyanın her türlü olumsuzluğuyla biz o yarattığım ülkede karşılaşmıyoruz. Demokratik, çağdaş, insan haklarına saygılı bir ülke. Kitabın böyle bir felsefesi var. Sanata değer verilen bir ülke. Ölen kızımız adeta yeniden yaratılıyor. Yeni bir insan, yeni bir sanatçı oluyor, onu kazanıyorlar.

Evlatlarını kaybetmiş insanlarla ilgili şöyle bir gözlemim var: Eşler beraber kalıyor ama çok tatsız bir hayat, anlamsız içlerine kapandıkları bir yaşam sürüyorlar. Yeniden hayata sarılamıyorlar. Genelde ayrılıyorlar. Romanı okuduktan sonra beni arayanlar oldu. Genç ölümlerin olduğu, şehitlerin verildiği bir ülkeyiz. Bu kitap aileler için bir teselli olsun dilerim.

“BİYOGRAFİ YAZARI DEĞİLİM!”

Yaşamını anlattığınız aile kitabınızı okudu mu?

Babayı tanıdım, anneyle hiç karşılaşmamıştım. Baba kitabı okurken yarısında “Bu beni biraz zor duruma düşürür” dedi. Hikâyeyikişiselleştirdi. “Böyle olsun istemedim” dedi. Bir roman gerçeği vardır, bir de hayatın gerçeği. Ben deneyimli bir romancı olarak bu ikisini ayırabiliyorum. Bu yüzden bu artık onun hikâyesi değil. Kitaptaki insanların hikâyesi; Akdeniz’in, annesi Müjgan’ın ve babasının hikâyesi. Bunlar yeniden yaratılmış karakterler. Ben biyografi yazarı değilim, biyografi yazmadım. Ölüm gerçeği üzerine yeni bir yorum yaptım. Onun için kendi hikâyeleri olmadığını görünce hayal kırıklığına uğrayabiliyorlar. Bunu sezdim ama tartışmayı da uygun bulmadım.

ÇOK SATANLAR

1. Ezbere Yaşayanlar, Emrah Safa Gürkan

2. Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig

3. Mutlu Olma Sanatı, Arthur Schopenhauer

4. Balıkçı ve Oğlu, Zülfü Livaneli

5. Var mısın? Güçlü Bir Yaşam İçin Öneriler, Doğan Cüceloğlu

KİTAP KURTLARI

KAF DAĞI’NDA BİR GÜN

Koray Avcı Çakman

Kırmızı Kedi Çocuk

Atıl’ın büyükannesi doksan beş yaşına girmişti. Papatya Hanım’ın evin kedisi Üşütük’ü severek, kanepede uyuklayarak, çiçeklere su vererek geçen günleri, torunu Atıl’ın ona hediye ettiği kitapla değişir. Kitabı üç gün üç gecede okuyup bitiren büyükanne, bir yolculuğa çıkmaya karar verir. Zümrüdüanka kuşunun peşinden ejderha fırınına kadar uzanan bir serüven olacaktır bu! Üstelik büyükanne bu yolculukta tek başına değildir.
Koray Avcı Çakman’dan çocukları Kaf Dağı’na götürecek heyecan dolu bir kitap.

ÇÖPLER VE GERİ DÖNÜŞÜM                                                                          Dinozor Çocuk

Dinozor Çocuk’tan çıkan çevre serisinde; ‘Ekoloji, Gezegenimizi Nasıl Kurtarırız? Çöpler ve Geri Dönüşüm, Dünyamıza Ne Olmuş? Neden Su Çok Değerlidir?’ kitapları yer alıyor.

MOBY DİCK

Herman Melville’in romanından özgün uyarlama

Olivier Jouvray

Yapı Kredi Yayınları

Amerikan edebiyatının en önemli eserlerinden biri kabul edilen ‘Moby Dick’ Kaptan Ahab’ın ezeli düşmanı beyaz balinayla son karşılaşmasının destansı hikâyesidir. Bir klasik haline gelen eser, Olivier Jouvray ile Pierre Alary’nin titiz çalışmasıyla bir grafik romana dönüştü. Kitap Yapı Kredi Yayınları etiketiyle raflarda.

ÇOCUK KALBİ

Edmondo De Amicis

Türkiye İş Bankası Yayınları

Çocuk edebiyatının klasikleri arasında yer alan ‘Çocuk Kalbi’ kitabını sömestr tatili için öneriyoruz. Üçüncü sınıfa giden Enrico bir günlük tutmaya başlar. Bu sınıfta yeni bir öğretmeni, yeni arkadaşları vardır. Enrico kısa sürede sınıftaki her çocuğun farklı bir hikâyesi olduğunu keşfeder. Bazılarının ailesi çok zengin, bazılarının ailesi ise çok fakirdir. Enrico defterine yazdıkça, okulda sadece dersleri değil hayatı da öğrenmeye başladığını fark edecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi