Bir Varolma Biçimi Olarak Bacha Posh

Başta ABD olmak üzere batılı güçlerin Sovyet tehdidine karşı Taliban vb. radikal dini grupları desteklemesi giderek palazlanan bu yobaz yönetim anlayışının kırsaldan genele güç kazanmasını ve cehaletin ışık geçirmeyen kalın, karanlık perdesinin usul usul ülkenin üzerine örtülmesine neden olmuş; Afganistan kadın haklarını ezip geçen bir cenderenin içinde sıkışıp kalmıştır.

                Takip etmenin oldukça güç olduğu ülke gündeminin bir anda alevlenen sonrasında hız kaybedip ara ara tekrar gündemi işgal eden konularından biriydi mülteciler meselesi. Özellikle gayrı ahlakî ve kanunsuz davranışları görülen mültecilere karşı sosyal medyada oluşan tepki bir çığa dönüşmüş, bu alanı kendileri için verimli bir saha gören kimi siyasiler ise -hemen her şeyi olduğu gibi- bu konuyu da çıkarları doğrultusunda kullanmaya başlamışlardı. Basına yansıyan görüntülerden bazılarında toplumun hoşgörü ve diğerkamlık ölçüsünün üzerine çıkan kimi tavır ve davranışlar her an genel bir öfkeyi tetikleme tehlikesini de içinde barındırıyor ne yazık ki. Oysa ki göç insanlık tarihi kadar eski bir olgu. Ve bu tarih aynı zamanda cehaletin karanlık perdesini yırtmak için savaşanların mücadeleleriyle de dolu. Varolduğu günden bugüne insanoğlu daima daha iyi yaşam koşullarının olduğu yerler bulma arzusunu içinde taşımıştır. Özellikle de coğrafyanın kaderi şekillendirdiği, yaşam şartlarının oldukça zor olduğu yerlerde.

                Ülkemizde  Suriyeli mülteciler üzerinden yürüyen tartışma son zamanlarda Afgan göçmenlerin konuya dahil olmasıyla birlikte daha da alevlenmiş oldu.

                Yeşilin ancak çok dar alanlarda görülebildiği, Mars yüzeyini anımsatan haki tonların beton rengiyle iç içe geçtiği, dünyanın yaşam açısından en zor coğrafyalarından biri olan Afganistan, tarihi boyunca göçlerin en yoğun yaşandığı yerlerden biri olarak dikkat çekiyor. Savaşlar, ölümler, darbeler, katliamlar, kıyımlarla dolu bir tarihe sahip olan bu boz ülke için akademisyen Selda Geyik Yıldırım şunları söylüyor: “Göç olgusu, Afganistan tarihinde istikrar kazanmış nadir olgulardan biridir. Bu özelliği ile Afganistan bugün dünyanın ana mülteci kaynağı ülkelerinden biri olarak yerini hâlâ muhafaza etmektedir. Değişen tek şey sıralamadaki birinciliğini Suriyeye devredip, ikinci sıraya geçmesi olmuştur.”  

Naqis-ulaql (Eksik akıl)

                Tarihi 50 bin yıl öncesine kadar uzandığı ifade edilen Afganistan’ın kaderi İngiltere’nin Hindistan’ı sömürgeleştirmesi ile daha da kırılgan hale gelmiştir. Kuzeydeki Rusya’yı kendisi için ciddi bir tehdit olarak gören İngilizler’in bu topraklarda kurmaya çalıştığı tahakküm ülke insanını iki rüzgar arasında savrulan bir dal parçasına çevirmiştir adeta. Ülke tarihinde kimi zaman kurulmaya çalışan çağdaş yaşamın kökleri ne yazık ki derinlere nüfuz edememiş, engebeli, parçalı coğrafyanın da etkisiyle yerleşik yerel güçlerin insanlar üzerinde kurduğu bağnaz baskı her geçen gün daha da artmıştır. Afganistan’ın tarihi bir yönüyle kadınların da tarihidir aslında. Yeryüzünde belkide hiç bir ülke kadınlar üzerinde bu denli baskıcı, aşağılayıcı yönetim anlayışına, gelenek-göreneklere sahip değildir. Dünya cinsiyet eşitliğini sağlamada her daim zorlandı. Maskulen hava hemen her zaman ciğerlerimize doldu. Yaşam şeklimizi, değerlerimizi, kanunlarımızı etkiledi. Kimi ülkeler bu havanın bileşimini değiştirme arzusuyla daha dengeli ve sağlıklı bir atmosfer yaratma çabasına girdiler (tıpkı Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’de yapmaya çalıştığı gibi). Kimileri nispeten bunu başardı da. Başta ABD olmak üzere batılı güçlerin Sovyet tehdidine karşı Taliban vb. radikal dini grupları desteklemesi giderek palazlanan bu yobaz yönetim anlayışının kırsaldan genele güç kazanmasını ve cehaletin ışık geçirmeyen kalın, karanlık perdesinin usul usul ülkenin üzerine örtülmesine neden olmuş; Afganistan kadın haklarını ezip geçen bir cenderenin içinde sıkışıp kalmıştır. Eylül 2001’in ardından yapılan müdahale ise akan kanı durduramamış, aksine ülkeyi daha da boz bulanık bir hale getirmiştir. ABD’de yaşayan İsveçli gazeteci Jenny Nordberg “Kabil’in Gizli Kızları-Erkek Kılığındaki Afgan Kızlarının Bilinmeyen Hikâyesi” isimli kitabında Afgan kadınlarının yaşamak zorunda kaldığı cehennemî ortamı “Bacha Posh”ların hikayesiyle birlikte sunar ortaya. Bacha Posh ailesinde hiç erkek çocuğu bulunmayan ailelerin özellikle başvurduğu bir yöntem. Kelime erkek gibi giydirilen kız çocukları anlamına geliyor kabaca. “Güç her zaman kadınların bedenlerine egemen olmak suretiyle yaşamın kökenlerine egemen olabilenlerin elinde olmuştu” diyen Nordberg, cinsiyet ayrımının katı kurallara bağlandığı, kadınların naqis-ulaql yani doğuştan akılsız kabul edildiği, erkek bebeğin zafer, kız bebeğin yenilgi sayıldığı, ailenin ve ebeveynlerin saygınlığının erkek evladın varlığı ve sayısına bağlandığı Afgan toplumunu ülkede bulunduğu süre boyunca tanıştığı kadınların hikayelerinden derledikleri ile okuyucuya aktarıyor. Erkek doğuramayan kadının zayıf beden ve zihne sahip olduğuna inanılan ülkede aileler toplum nezdindeki saygınlıklarını arttırmak için kız çocuklarından en az birini erkek gibi giydirmeyi ve çoğunca ergenlik dönemine kadar bu şekilde topluluk içinde yaşamasını tercih edebiliyorlar. Çoğunca yakın çevreden insanlar bunu bilseler ya da fark etseler bile sıkça uygulanan bir yöntem olduğu için hemen herkes üç maymunu oynamaktan imtina etmiyor. Ülkede kızlarından birini Bacha Posh olarak seçen ailede annenin sürekli bu erkek kılığındaki evladına bakması ile kısa sürede bir erkek evlat sahibi olacağına dair inanç da oldukça yaygın. Hatta erkek olmak toplumda o denli önemli bir mevkiye işaret ediyor ki gökkuşağının altından geçen kızların erkek olabileceğine ya da gebe bir kadının bu sayede doğmamış çocuğunu erkeğe çevirebileceğine inanılıyor.     

                Tarih boyunca kız çocuklarına ve kız doğuran kadınlara karşı düşmanca tutum sergileyen pek çok toplumun geride bıraktığı acı çığlıklar şimdi derin bir aksiseda gibi Dünya denen bu yaşlı gezegenin mavi semasında yayılıyor.

                Örneğin Nobel ödüllü Çinli yazar Mo Yan, “Tünel” isimli öyküsünde Çin'in baskıcı tek çocuk politikasına rağmen ilk üç çocuğu kız olduğu için ısrarla erkek evlat için çocuk sahibi olmaya devam eden Fang Shan ve karısının hikayesini anlatır. Hamile karısını ve kızlarını acımasız yetkililerden korumak için uzun bir tünel kazan Fang Shan’ın bu trajik öyküsü dünyada kötülüğün rengi yok dedirtecek cinstendir.

Rahim problemi?!

                Cehalet bir kara delik gibi ucu bucağı kestirilemeyen ve kıyısına gelen toplumları bir anda içine çekiveren kör karanlık gibi daima yayılma arzusundadır. Dünya bugüne kadar bu cehaletin bir numaralı kurbanı olan kadınların sömürülen hakları üzerinde bugünlere taşındı. Henüz dünya üzerinden silinmesi mümkün görünmeyen bu çarpık düşüncenin örneklerini ise Merry E. Wiesner-Hanks’in “Tarihte Toplumsal Cinsiyet” kitabında görebiliyoruz. MS. 200 ila 400 yılları arasında derlenen Manu Yasaları'nın bir maddesinde geçen şu ifadeye dikkat çeker Hanks: "Bir dişi, çocukluğunda babasına, gençliğinde kocasına, efendisi ölünce de oğullarına tabii olmalıdır; bir kadın asla bağımsız olmamalıdır." Hanks’in kitabında bir başka yerde de görürüz ki ulu filozof Platon bile rahmi, fiziksel ve zihinsel sorunlara yol açan, kadın bedeninde serbestçe gezinen bir "hayvan" olarak tanımlamıştır. Geçmişten bugüne Bacha Posh ve benzeri uygulamalar ise erkek egemen toplumda varolma mücadelesi veren kadınlar için bir nefeslik çatlak oluşturmuştur. Zira kadınlarla erkekler arasındaki en temel fark “özgürlük”tür.

                Yazıyı “Kabil’in Gizli Kızları” kitabından bir alıntıyla bitirelim.

                “Kadınların haklardan yoksun olduğu ülkelerdeki Bacha Posh benzerlikleri ne Batılı ne Doğulu, ne İslami ne de İslam karşıtıdır. Bu insani bir olgudur, tarih boyunca dinleri ayrı olan, farklı diller konuşulan birbirinden çok farklı yerlerde var olmuştur. Başka bir kişi ya da başka bir şey gibi davranmak, baskı gören ve özgürlük mücadelesi veren birçok kadının ve erkeğin hikayesidir…Nazi Almanyası'nda kendine Protestan süsü veren Yahudi bir ailenin hikayesidir. Apartheid esnasında ten rengini açmaya çalışan siyahi Güney Afrikalı’nın hikâyesidir. Kabul gören ve onaylanan grubun bir üyesi kılığına girmek aynı zamanda olanaksız derecede ırkçı, cinsiyet ayrımcısı ya da başka türlü ayrımcı bir toplumda yıkıcı bir içeri sızma eylemi ve bir imtiyazdır.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi