Küçük Viyana Valsi-III / Federico García Lorca

Lorca şiirleri de biraz böyledir; yeşilin, mavinin, atın, çocuğun, balığın, ayın, bıçağın simgesel anlamlarının farkında olarak tekrar okuduğunuzda, Lorca’nın şiirleri size başka bir öykü anlatmaya başlayacaktır

İmparatorluktan Krallığa

Geçen hafta Lorca’nın Madrid’e gelişini, “Şiirler Kitabını” ve şiirinin Endülüslü köklerini anlatmıştık. Lorca’nın sonraki yıllardaki yaşamını ve sanatını anlatırken İspanya’nın içinden geçtiği zorlu süreçlerden de söz etmek gerek; onun yaratılarını şekillendiren kimi etkenler tarihsel bir arka plana da sahip çünkü.

Yüzyıllar boyunca donanması ve ticaret gemileriyle dünyanın dört bir yanındaki okyanuslarda bayrak dalgalandıran İspanya, 19. yüzyılın sonunda Yeni Dünya’daki son sömürgesini de kaybederek –hepsi Afrika kıtasındaki Fas, Sahra ve Gine dışında- İberya yarımadasına mahkûm olur.

İspanya emperyal bir imparatorluktan krallığa küçülürken dünyada tam tersine hızlı bir sanayileşme ve ekonomik büyüme yaşanmaktadır. Ülkelerinin bu yarışın dışında kalmasının yarattığı endişe ve öfke, İspanyol burjuvazisinin ve liberal görüşlü ordunun gitgide daha sağa kaymasına neden olmaktadır. Bu arada Avrupa’daki emekçi sınıflar arasında güçlü olan sol düşünce İspanya’da da taraftar bulmaya başlamıştır(1). Ekonomik zorlukların tetiklediği gösteriler ve küçük çaplı ayaklanmalar egemen sınıfların sinirlerini iyice bozmaktadır, ellerinde kalan son toprak parçası üzerindeki hükümranlıkları tehdit altındadır çünkü.

İspanya, I.Dünya Savaşı’nın dışında kalmayı başarsa da savaşın, ekonomik durgunluk, yüksek enflasyon, karaborsa ve  gelir dengesinin aşırı bozulması gibi etkilerinden bağışık kalamaz. Savaş sürerken ortaya çıkan “İspanyol Gribi”(2) salgını ve on yıl sonraki “1929 Büyük Buhranı” toplumda süregelen çelişkileri daha da ağırlaştırır. 1930’da önce Parlamenter Monarşi hemen ardından Cumhuriyet rejimine geçiş de toplumsal çelişkileri çözmeye yetmez. Toplum, iki karşıt kampa bölünür; bir yanda çoğunluğunu işçiler, köylüler, aydınlar ve liberal subayların oluşturduğu Cumhuriyetçiler; diğer yanda da büyük burjuvazi, tüccarlar, Katolik Kilisesi ve çoğu sömürgelerde görev yapmış subayların desteklediği  monarşi yanlıları.

1936’da başlayan ve üç yıl sürdükten sonra Nazi Almanyası ve Faşist İtalya’nın desteklediği Falanjistlerin üstünlüğüyle sonuçlanan iç savaş 600 yüz bin  ölü bırakacaktır geride.

Yeni yüzyıla bilim ve teknolojideki gelişmelerin heyecanı ve iyimserliğiyle giren entelektüellerse, yaşananların ilerlemeden çok yıkım ve kaos olduğunu gördükçe Avrupa rasyonel düşüncesini sorgulamaya başlar; öyle ya insanlara barış ve mutluluk getirmesi gereken “İlerleme”, vaat ettiklerinin tam tersiyle sonuçlanıyorsa akılcılık bunun neresindedir? 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Avrupalı aydın ve sanatçılar arasında görülen derin karamsarlık ve yeni ifade biçimleri arayışı biraz da bu düş kırıklığının sonucudur. Kübizm, Dadacılık ve sonrasında Gerçeküstücülük gibi yeni akımların bu arayışın çocukları olduğunu düşünüyorum.

Gerçeküstücülük

Lorca Freud’un çığır açan düşünceleriyle Madrid’te tanışır ve bilinçaltının sanatsal yaratıcılık sürecinde kendini açığa vurması üzerine çokça kafa yorar; bunun dışında Gerçeküstücü anlatım biçimleriyle yeni bir şiir dili oluşturmaya çalışan Juan Ramón Jiménez, Rafael Alberti ve Gerardo Diego gibi şairlerden de etkilenir. Yakın dostları Buñuel ve Dalí’yle birlikte katıldığı sanat tartışmaları, genç şairin çok katmanlı ve sözcüklerin açık anlamıyla başka, örtük/simgesel anlamlarıyla başka okunabilen bir şiir dili geliştirmesine katkıda bulunacaktır.

[Burada diğer bir büyük İspanyol sanatçıyı, Joan Miró’yu ele alalım; siyah, mavi, kırmızı, sarı, yeşil ağırlıklı düz renkleri, tek fırça darbesiyle yapılmış gibi görünen farklı büyüklükteki daireleri ve kavisli çizgileriyle Miró’nun resimleri gözünüzü okşar, bakmaktan zevk alırsınız. Ancak birkaç koşut çizginin saç, yan yana iki yuvarlağın gözler, orta noktada keşişen üç çizginin yıldız, yukarı uzanan dikey ve yatay çizgilerin kaçış merdiveni olduğunu ve bunların her birinin dünya/gözyüzü, gerçeklik/rüya gibi bağlamlarda simgesel anlamları olduğunu bilirseniz, bakmakta olduğunuz resim size farklı görünmeye başlar. Lorca şiirleri de biraz böyledir; yeşilin, mavinin, atın, çocuğun, balığın, ayın, bıçağın simgesel anlamlarının farkında olarak tekrar okuduğunuzda, şiirleri bu kez size başka bir öykü anlatmaya başlayacaktır.]

Canciones

1927’de Lorca’nın 1921-1924 arasında yazdığı şiirleri içeren Canciones (Şarkılar)  kitabı yayımlanır ki Lorca sonraları bunun en sevdiği kitabı olduğunu söyleyecektir.

DİLSİZLER  SOKAĞI

Kımıltısız  camlar  ardında kızlar  gülüşleriyle  oynar.

(Cambaz  örümcekler boş  piyanolarda.)

Kızlar  sözlüleriyle  konuşur

sık  örgülerini  sallayarak.

(Yelpaze  dünyası,

bir  el,  bir  de  mendil.)

Kanat  ve  çiçek  saçar  yanıt  yerine

kara  harmanili  çapkınlar. (3)

Sonraki yıl basılan şiir kitabı Romancero Gitano’dan(Çingene Baladı) sonra yalnızca ülkesinde değil İspanyolca konuşulan diğer ülkelerde de tanınan bir şair olma yolundadır artık. 1927’de sahnelenen ve dekorlarını Dalí’nin yaptığı Mariana Pineda’yla oyun yazarı olarak da bilinmeye başlar. Yalnızca şiir ve tiyatro da değil, aynı yıl Barselona’da kişisel bir resim sergisi de açar Lorca.

[Lorca’nın resimlerine -ya da çoğunlukla çizimlerine- bakıldığında apaçık Gerçeküstücü etkilenmeler dışında karşıtların bir aradalığı göze çarpar; ölüm/yaşam, kadın/erkek, sahte/gerçek, mutluluk/keder, içe dönük/dışa dönük gibi. Bu karşıtlıklar Lorca’nın kendi ruhundaki çatışmaların bir temsilidir ve tahmin edilebileceği gibi bunların ana kaynağı eşcinselliğidir. Dışarıda başka, dar bir arkadaş çevresinde başka bir Federico olmak onun ruhunu çok örselemektedir.

Pablo Neruda şöyle yazar Anılar’ında : ”Garcia Lorca önümüzden gidiyor ve hiç durmadan gülüyor, kendi kendine konuşuyordu. Mutluydu. Bu onun bir alışkanlığıydı, mutluluk, onun derisi gibiydi(4).” Ancak bu mutluluk görüntüdedir yalnızca, derisinin altına inemez; o yüzdendir Lorca’nın neşeli şiirlerine bile derin bir hüzün gölgesinin düşmesi.]

Lorca sanat yaşamındaki tüm göz kamaştırıcı başarılarına rağmen duygusal olarak çöküş içindedir. Dalí’ye duyduğu aşk karşılıksızdır, sonrasında heykeltraş Emilio Soriano Aladrén’le olan ilişkisi de hüsranla biter. Luis Buñuel’in Dalí’nin katkısıyla çektiği Un Chien Andalou’dan(5)sonra, film adının ona hakaret içeren kötü bir şaka olduğu düşüncesine kapılmış ve en yakın dostlarından uzaklaşmıştır üstüne üstlük. Durumunun iyi olmadığını farkeden ailesi onu İngilizce öğrenmesi için ABD’ye gitmeye ikna etmeyi başarır sonunda.

Harlem

New York’taki Columbia Üniversitesi’nde İngilizce bölümüne yazılsa da Lorca zamanını, kentin müzeleri ve tiyatroları dışında göçmen mahallelerini ve özellikle Harlem’i gezmekle geçirir. Harlem’de dinlediği, duyarlılık ve insan sıcaklığı ile yoğrulduğunu düşündüğü jazz’a vurulur. Şiir yazmayı da hiç bırakmaz New York’ta kaldığı sürece. 1929 ekonomik krizinin en çok vurduğu yoksulların ve siyahların yaşadıkları toplumsal adaletsizlik ve kentte gözlediği kapitalist yabancılaşma, ölümünden sonra yayımlanacak Poeta en Nueva York (New York’ta Bir Şair) kitabının her yerine sinmiştir.

Ama beyazlara bürünmüş adam

bilmiyor başaktaki gizliyi,

bilmiyor doğuran kadının iniltisini,

bilmiyor ki İsa bugün de su verebilir,

bilmiyor ki gümüş para yakar mucizenin öpüşünü

ve kuzunun kanını verir bön gagasına sülünün.(6)

New York’ta geçirdiği on aydan sonra Lorca İspanya’ya dönmeden önce davet üzerine Küba’ya gider; yaklaşık üç ay orada kaldıktan sonra İspanya’ya döndüğünde hâlâ İngilizce bilmemektedir.

Lorca’yla vedalaşamıyorum bir türlü, dizinin son yazısı haftaya…

  • Diğer Avrupa ülkelerindeki Sosyalizm ve Sendikalizm akımlarının tersine İspanya’da Anarşizm daha güçlü bir taban bulacaktır.
  • 50 milyon insanın ölümüne neden olan İspanyol Gribi ilk olarak I. Dünya Savaşı’nda yer alan ülkelerin cephedeki askerleri arasında görülmüştür, ancak bu ülkelerdeki askeri sansür yüzünden duyurulmasının engellenmesi nedeniyle ilk kez İspanyol basınında yer aldığı için salgın bu adı almıştır.
  • Sait Maden çevirisi.
  • Pablo Neruda, “Yaşadığımı İtiraf Ediyorum” anı kitabından, 1974.
  • “Bir Endülüs Köpeği”.
  • “Roma’ya Doğru Haykırış” şiiri, Sait Maden çevirisi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi