ÖYKÜLÜ ŞARKILAR, ŞARKILI ÖYKÜLER

Pygmalion ve Galatea öyküsünden beslenen bu film, –sanatsal değer olarak- Jules Dassin filmografisindeki en önemlilerinden biri değil, ancak kişisel olarak belki de en önemli filmi, çünkü bu filmin çekimleri sırasında Melina Mercouri ile aralarında kıvılcım alan aşk ikisinin de yaşamına yeni bir yön verecektir

PİRE’NİN ÇOCUKLARI

Gönderiyorum penceremden

bir iki ve üç ve dört öpücük

limana varıyor

bir ve iki ve üç ve dört kuş.

Nasıl isterdim bir ve iki

ve üç ve dört çocuğum olsun

hepsi büyüyüp

Pire’ye sevdalı delikanlılar olsun.

Ne kadar ararsam arayayım,

başka bir liman bulamam

aklımı başımdan alan,

Pire gibi bir liman

Akşam olunca orada,

şarkılar arka arkaya sıralanır

(çalgıların tellerine) vuruşlar değişir,

çocuklarla dolar.

Kapıdan dışarı çıktığım anda

Gördüğüm herkes tanıdıktır

Akşam olup uyuduğumda, bilirim ki

bilirim ki onlardır

rüyamda göreceklerim de.

Değerli taşlar takarım boynuma ve bir

tespih, nazar için

çünkü akşamları beklerim,

limana çıkınca,

yabancı biri ile tanışmayı.

Pire’nin İllya’sı

İllya Pire liman kentinin en gözde sokak kadınıdır, delişmen, iyi yürekli, özgür ruhlu, hayat dolu ve kahkahayı seven. Diğerlerinin aksine kimse için çalışmaz, belirli bir ücreti de yoktur, sadece hoşuna giden adamlarla birlikte gider. Her gün dok işçilerinin hayranlık dolu bakışları altında rıhtımda yüzer İllya. Pazarları asla çalışmaz, o gün kapısı tüm dostlarına açıktır, yenilir içilir ve şarkı söylenir gün boyunca. Amerikalı bir felsefe ve tarih meraklısı, Homer Thrace’i görürüz sonra, geçmişin parlak antik Yunan uygarlığının neden gerilediğini araştırmak için birkaç haftalığına Pire’ye gelmiştir. Bir tavernada İllya ile tanışır, vurulur tabii ilk görüşte. İllya’nın güzelliği, enerjisi, neşesi esir alır Homer’i. İllya’yı çökmüş antik Yunan’ın bir simgesi olarak görür adeta, onu “kurtarmak” ve ahlaklı bir yaşam sürmeye ikna etmek için çabalar kentte geçireceği iki hafta boyunca…

Yukarıdaki sinopsis 1960 tarihli “Never On Sunday” (Pazarları Asla) filmine ait. Jules Dassin yazmış ve yönetmiş, ayrıca Homer Thrace rolünü de oynamış. İllya’yı Melina Mercouri canlandırıyor. “Pire’nin Çocukları” da özgün film müziğinde yer alan şarkılardan biri, anıtsal besteci  Manos Hacidakis tarafından bestelenmiş ve söz yazılmış.

Pygmalion ve Galatea

Pygmalion ve Galatea öyküsünden beslenen bu film –sanatsal değer olarak- Jules Dassin filmografisindeki en önemlilerinden biri değil, ancak kişisel olarak belki de en önemli filmi, çünkü bu filmin çekimleri sırasında Melina Mercouri ile aralarında kıvılcım alan aşk ikisinin de yaşamına yeni bir yön verecektir. İkili daha önce Dassin’in 1957 tarihli ve Nikos Kazancakis’in “Yeniden Çarmıha Gerilen İsa” romanından uyarlanan “He Who Must Die” filminde de birlikte çalışmıştır. O yıllarda başkalarıyla evli olan Mercouri ve Dassin, “Never On Sunday”in ardından eşlerinden boşanırlar ve 1966’da evlenirler.

Belki şimdi Pygmalion öyküsünü tekrar hatırlamanın tam zamanı. Pygmalion, Ovidius’un Dönüşümler’inde anlatılan (daha doğrusu kurguladığı ve böylece Yunan mitolojsine dahil olan), sonrasında Batı sanatında sıkça konu edilen öykülerden biri. Öyküye göre Pygmalion tüm kadınlardan uzak duran Kıbrıslı bir heykeltraş, döneminin en iyisi. Bir eserini tamamladığında, yonttuğu fildişi kadın heykelinin güzelliğine aşık olur. Bir insanmışcasına Galatea adını verir heykeline. Onunla konuşur, kanlı canlı bir sevgiliymiş gibi giysiler ve takılar alır ona sürekli. Bu olanaksız tutkunun pençesinde kıvranırken Kıbrıs’ın ana tanrıçası Afrodit’e adanan festival günü gelip çatar. Tapınak sunağında bir boğa kurban ederken, “yarattığı heykel gibi bir eş” diler Tanrıça’dan. Tapınaktan eve dönüşünde –daha önce pek çok kez yaptığı gibi- heykelini öper aşkla. Ancak bu kez öncekilerden farklı bir şey olur, heykelin dudakları sıcaktır, bir kez daha öper, heykelin yüzüne renk gelir ve canlanır. Tanrıça dileğini kabul etmiş, kendi yarattığı ve tutkuyla aşık olduğu eserini ona eş olarak vermiştir.

Donizetti, Goya, Borges, Erksan ve Diğerleri

Pygmalion öyküsü, Ovidius’tan sonra sayısız sanat eserine ilham verir, Shakespeare'den Donizetti’ye, John Updike’tan Jorge Luis Borges ve Isaac Asimov’a, Rodin’den Francis Goya’ya kadar pek çok besteci, yazar ve ressam aynı temayı işler ya da öyküden esinlenir. Özellikle Bernard Shaw’un 1913’te modern zamanlarda geçen bir uyarlama ile tiyatro oyununa dönüştürdüğü öykü, bu oyundan uyarlanan “My Fair Lady” (1956) müzikali ve 1964’te çekilen sinema filmiyle tekrar popülerlik kazanır (daha yakın tarihli “Pretty Woman” filminin esin kaynağı da Pygmalion/My Fair Lady’dir mesela; hatta Metin Erksan’ın olağanüstü “Sevmek Zamanı” filmini de tersyüz edilmiş bir Pygmalion öyküsü olarak okumak ilginç olabilir).

Melina Mercouri filmdeki rolüyle Cannes Film Festivali “En İyi Aktris” ödülünü alır ve Oscar’a aday gösterilir. Ancak Oscar’ı kazanan o değil Hacidakis olur, “Ta paidia tou Peiraia” (Pire’nin Çocukları), “En iyi Özgün Şarkı” ödülünü kazandırır büyük besteciye. Bu, Oscar tarihinde yabancı bir şarkının bu ödülü almasının ilk örneğidir, ancak Hacidakis ödülü reddeder.

Manos Hacidakis o dönem pek çok film için “hafif” şarkılar yapıyor olsa da bunlardan biriyle kazandığı Oscar ödülünün müzik kariyerine damga vurmasını istemez, ayrıca filmde Yunanistan’ın yansıtılma şeklinden ve filmin “turistik”/”orientalist” havasından çok hoşnut değildir. Hacidakis’in olumsuz bakışına rağmen, film sadece Yunanistan’da değil tüm dünyada büyük bir gişe başarısı yakalar, Yunanistan tüm dünyada ilgi kaynağı olur ve sonraki yıllarda ortaya çıkan “Yunanistan’da tatil” modasını başlatır bu mütevazi film. “Ta paidia tou Peiraia” da filmin getirdiği ünden kaçamaz; şarkı pek çok dilde yeniden yorumlanır (toplam yorumların sayısı 150’den fazladır), hatta pek çok dinleyici anketinde 20. yüzyıla damga vuran şarkılar listesinin demirbaşı olur bu basit ama naif ve güzel şarkı.

Jules Dassin

Bitirmeden önce Jules Dassin’i de anlatmak gerek biraz.

1911’de Odessa göçmeni Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Connecticut’da dünyaya gelir Jules Dassin. 1930’larda ABD Komünist Partisi’ne üye olur. Oyuncu olarak başlayan sinema kariyeri Hollywood’a sürekler onu 1940’ta. Önce yönetmen yardımcısı olur, sonra birkaç kısa film çeker. Sonraki yıllarda çektiği “Brute Force” (1947), “The Naked City” (1948) ve “Thieves' Highway” (1949) filmleriyle “kara film” akımının önemli yönetmenleri arasına katılır. Ne var ki Amerikan sol sanat entelijansiyasını ezip geçen “McCarthy” fırtınasından o da nasibini alır, 1939’da Sovyet-Nazi Saldırmazlık Paktı’na tepki olarak Parti üyeliğini sonlandırmış olsa da, kara listeye alınır (Amerika Karşıtı Faaliyetler Komitesi’ne onun adını veren yönetmen de yabancımız değil, İstanbul Fener doğumlu bir Rum göçmen, Elia Kazan). Hollywood’dan dışlanır, dostu Bette Davis’in yardımıyla bir Broadway oyunu sahnelese de oyun çok tutulmaz ve Jules Dassin film yapabilmek için Avrupa’ya göç etmekten başka çare bulamaz.

İlk birkaç yıl film yapma olanağı bulamasa da 1955’te yönettiği “Rififi” ile Cannes Film Festivali’nde “En İyi Film” ödülünü almayı başarır (30 dakikayı aşan repliksiz ve müziksiz soygun sahnesiyle bir “kara film” şaheseri olan “Rififi”, “soygun filmleri” alt türünün ilk ve aşılamamış örneklerinden biridir). “Rififi”yi Yunanistan’da çektiği filmler izler, “He Who Must Die” ve “Never On Sunday”den sonra sırasıyla –hepsinde Mercouri’nin başrol aldığı- “Phaedra”, “Topkapı” ve “10:30 P.M. Summer” filmlerini çeker. 1967 Albaylar Cuntası’ndan sonra –artık eşi olan- Melina ile Paris’e göç etseler de çiftin cuntaya karşı mücadesi hiç bitmez. Mercouri’nin vatandaşlıktan çıkarılmasına ve mal varlığına el konmasına rağmen cunta ile uzlaşmayı kabul etmezler ve ancak 1974’te cuntanın devrilmesiyle dönerler Yunanistan’a.

Melina ve Jules 1994’te Melina’nın New York’ta yaşamını yitirmesine kadar birlikte geçirirler yaşamlarını. Jules Dassin ondan çok sonra, 2008’de Atina’da ömrünü tamamladığında dönemin başbakanı Costas Karamanlis şunları söyleyecektir ardından: "Yunanistan çok değerli bir evladının yasını tutmaktadır, O’nun tutkusu, bitmeyen yaratıcı enerjisi, mücadele ruhu ve asaleti asla unutulmayacaktır".

Son Not: Genellikle Fransız olduğu sanılan ve 1980’de 42 yaşında hayatını kaybeden ünlü şarkıcı Joe Dassin, Jules Dassin’in ilk evliliğinden olan üç çocuğundan en büyüğüdür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi