Resimde Büyülü Gerçekçilik-III

Güney Amerika’nın derin yerli kültüründen, mitolojisinden ve tarihinden taşarak “sızan” bu ögelere Kahlo resimlerinde çok sık rastlanır. Böyle baktığınız zaman, Büyülü Gerçekçiliği, doğaüstünün kimse tarafından yadırganmadan doğal/normal olanla yan yana olması olarak yorumlayan Latin Amerika yazınının ilk ipuçlarını da görürüz Kahlo’nun resimlerinde

Büyülü Gerçekçilik 1920’lerin ortasından başlayarak, her ne kadar Dadacılık, Gerçeküstücülük ya da Gelecekçilik (Futurism) kadar “ses getirmese de”, yaygınlık ve derinlik kazanır Avrupa sanatında. Ancak bu etki daha çok Avrupa anakarasıyla sınırlı kalır; yüzyıl başlarında Avrupa’da ortaya çıkan avant-garde sanat akımlarına karşı genellikle soğuk bakan -Kuzey- Amerikalı sanatçılar Büyülü Gerçekçiliğe de uzak dururlar başlangıçta. Yine de Büyülü Gerçekçilik, 1960’lara dek Kuzey Amerika’da “görünür” bir akım haline gelmese de dönemin başat biçemi Amerikan Gerçekçiliğine usulca sızar. Özellikle, Amerikan Gerçekçiliğinin alt türü olarak değerlendirilebilecek, çoğunlukla ABD kırsalını konu alan ve “Bölgeselci” (Regionalist) olarak adlandırılan kimi ressamların eserleri de Büyülü Gerçekçilikten izler taşır.

Büyülü Gerçekçilik akımı içinde değerlendirilen önemli eserlerden birkaçını sayacak olursak herhalde ilk sıraları Grant Wood’un 1930 tarihli “Amerikan Gotiği”, Edward Hopper’ın 1942 yılında yaptığı “Gece Kuşları”  ve Andrew Wyeth’ın 1948 tarihli “Christina’nın Dünyası” alır. Bu eserlerin önemli olduğuna tabii ki katılıyorum ama hepsinin Büyülü Gerçekçilik içinde sayılması gerektiğini düşünmüyorum.

Amerikan Gotiği

Adını arka plandaki ahşap evin çatı mimarisinden alan(1) “Amerikan Gotiği”nin aslında Büyülü Gerçekçilikle ilintisi çok güçlü değil. Orta Batı Amerika’nın Iowa kırsalındaki bir bahçeli evin önünde dikilen çiftçi ve kızını görürüz resimde(2). İlk dikkatimizi çeken, çiftçi ve kızının asık suratları, tutucu giyimleri ve çiftçinin elindeki, bir tehdit gibi önde tuttuğu demir uçlu yabadır(3). Evet resimde tedirgin edici bir yön var ancak bu, kompozisyondaki kişi ya da nesnelerin günlük sıradanlıklarını bozan bir unsurdan kaynaklanmıyor. Her ne kadar sonradan Grant Wood yadsımış olsa da, resim büyük olasılıkla Amerikan kırsalındaki yaygın dinsel/kültürel tutuculuğa, “yabaniliğe” yönelik üstü örtülü bir alay ve yergi. Resimdeki iki kişinin zoraki poz verir gibi ve “asabi” duruşlarının izleyicide yarattığı yabancılaşma duygusu burada daha çok söz konusu olan.  Bu yüzden bence bu resim Büyülü Gerçekçiliğe değil Amerikan Gerçekçiliğine ait bir eser.

Gece Kuşları

Pek çok kaynakta Edward Hopper’ın ikonik eseri “Gece Kuşları”nın da Büyülü Gerçekçilik biçeminde olduğu ifadesine rastlayabilirsiniz. Gecenin geç bir saatinde, diner olarak adlandırılan, ABD’de günümüzde de  yaygın olan ve müşterilerin masada değil de daha çok bar taburesinde oturarak yemek yediği küçük bir lokanta resmediliyor burada, taburede üç müşteri ve barın arkasında bir lokanta çalışanıyla. Bence bu resimde de atmosferin sıradanlığını “kıracak” herhangi bir unsur yok; yalnızca Gerçekçi bir resim bu. Her ıssızlık, yalnızlık duygusu yaratan resmin Büyülü Gerçekçilik biçeminde olmadığına yönelik iyi bir örnek “Gece Kuşları”.

Christina’nın Dünyası

Gelelim “Christina’nın Dünyası”na. Daha önceki bir yazıda ayrıntılarıyla anlattığımız bu resim tartışmasız biçimde bir Büyülü Gerçekçilik eseri. Daha resme bakar bakmaz, izleyicide adını koyamadığı bir uyumsuzluk hissi ve tedirginlik uyandıran bu resimde sıradan olmayanın, Christina’nın tepedeki eve dönük ve eğreti duruşu olduğu açık. Resme esin kaynağı ve model olan Christina Olson’un, hastalığı  nedeniyle bacaklarının tutmadığından ve çiftliğinin arazisinde ancak kollarıyla bedenini yerde sürükleyerek hareket edebildiğinden söz etmiştik anımsarsanız; işte izleyicide tedirginlik yaratan da, çayırda biçimsiz bir şekilde oturan ve incecik kollara sahip bu kadının tepedeki eve asla ulaşamayacağını, nedenini bilmeden, “hissetmesi”.

[Yalnızca “Christina’nın Dünyası”nın değil, Andrew Wyeth’ın diğer pek çok resminin -Amerikan Gerçekliği içinde değerlendirilse de- Büyülü Gerçekçiliğe görünmez bağlarla düğümlenmiş olduğunu düşünüyorum.]

Güney Amerika

Amerika anakarasının güneyine inersek, 1930’lardan başlayarak etkileri görülmeye başlasa da, Büyülü Gerçekçilik Gerçeküstücülük kadar verimli bir zemin bulamaz Latin Amerika’da. Bunun nedeni büyük olasılıkla bu akımın Güney Amerika için fazla “naif” kalması bence. İşin gerçeği, Marquez’in dediği gibi “Gerçeküstünün sokaklarda koştuğu” bu coğrafyayı sanatta ifade etmek için Gerçeküstücülük biçilmiş kaftan. Wifredo Lam, Armando Morales, José Gamarra, Leonora Carrington, Roberto Matta, Carlos Mérida, Wolfgang Paalen, Amelia Peláez, Rufino Tamayo, Joaquín Torres-García, Xul Solar ve Remedios Varo gibi -kimileri Avrupa’dan Güney Amerika’ya göçmüş olan- önemli sanatçıların hemen hepsinin Gerçeküstücü ya da onunla ilintili eserler üretmesi de bunun bir göstergesi zaten.

Frida Kahlo

Juan O’Gorman ve David Alfaro Siqueiros gibi birkaç sanatçının akımla bağlantılı eserleri olsa da, Güney Amerika’nın -o dönem- Büyülü Gerçekçiliğe en yakın sanatçısı Frida Kahlo. Adının Gerçeküstücü olarak anılmasına, “Ben düşlerimin değil, gerçekliğimin resmini yapıyorum” diyerek karşı çıkan Kahlo’nun biçemi bu iki akımın kesişim alanında yer alıyor benim için.

Frida Kahlo’nun 1940’ta yaptığı bir otoportresine göz atalım. Bu yarım boy portrede, çektiği tinsel ve bedensel acıyı duygusuz bir ifadeyle örtmeye çalışsa da pek başarılı olamayan ressamın, yüzü çarpıyor önce izleyiciyi, diğer portrelerinde de sık gördüğümüz bir ifade bu. Arka planı kaplayan geniş tropik bitki yapraklarının önünde “U” yaka düz beyaz bir elbiseyle poz veren Frida’nın örülmüş saçları, bir saç bandına sarılarak, geleneksel Meksika tarzında tepesinde toplanmış. Sanatçının genellikle çiçeklerle bezediği bandı bu kez süsleyen, kanatları dantelden yapılmış kelebek biçiminde iki saç tokası.

Yalnızca bunlar olsa resmi Gerçekçi olarak sınıflandırırdık fakat devamı var.

Sanatçının sağ omzunda yavru siyah bir maymun, sol omzunda siyah bir kedi görüyoruz. Tropik yaprakların, maymun ve kedinin Güney Amerika’nın yabanıl doğasını simgelediğini varsayarsak resim bu kez Büyülü Gerçekçiye dönüşüyor; öyle ya, ikisi de bilindik hayvanlar da olsa -genellikle- kimse omzunda maymun ve kedi taşımıyor. Gerçeküstü olmasalar da resimdeki sıradanlığı kıran ögeler, bu iki hayvan.

Ancak resim orada da kalmıyor. Frida’nın bir gerdanlık gibi doladığı, boynu ve göğsünü yer yer kanatan, dikenli uzun çiçek sapına bakalım. Bildiğiniz gibi dikenli taç, hep İsa Peygamber’le birlikte anımsadığımız bir imge; yargılandıktan sonra çarmıha gerileceği tepeye kadar, yüzünü kana boyayan bu tacı başında taşımak zorunda bırakılmıştır İsa. 

Gerdanlığın simgeledikleri bununla da kalmıyor, ucunda bir mücevher gibi takılı olan şey, cansız bir sinekkuşu. Sinekkuşunun Kolomb öncesi zamanlarda Aztek savaş tanrısı Huītzilōpōchtli’nin simgesi olduğunu düşününce, karşımızdaki resim  gerdanlık ve kuşla birlikte Gerçeküstücü anlamlar içermeye başlıyor; bunlara bir de, Frida’nın başının üstünde uçuşan ve dört kanatlı böcekleri andıran iki kısa çiçek sapını da eklemek gerekiyor. Bütün bunlarla birlikte, resmi salt Büyülü Gerçekçi ya da salt Gerçeküstücü olarak etiketlemek zor, her ikisi birden demek en doğrusu…

[Yukarıda yazdıklarım belki teknik olarak yanlış olmasa da, resimdekilerin, gerçeküstü kadar simgesel anlamı da olan unsurlar olduğunu söylemek gerekir. Güney Amerika’nın derin yerli kültüründen, mitolojisinden ve tarihinden taşarak “sızan” bu ögelere Kahlo resimlerinde çok sık rastlanır. Böyle baktığınız zaman, Büyülü Gerçekçiliği, doğaüstünün kimse tarafından yadırganmadan doğal/normal olanla yan yana olması olarak yorumlayan Latin Amerika yazınının ilk ipuçlarını da görürüz Kahlo’nun resimlerinde; o yüzden Kahlo benim için Borges ve Marquez’in de habercisi.]

Üç yazılık bu diziyi, önemli bulduğum ve günümüze daha yakın sanatçılardan birkaç örnek vererek bitirmek isterim.

Daha Yeniler

Her ne kadar kendisi kabul etmese de Amerikalı George Tooker’ın(4) da Büyülü Gerçekçilik akımı içinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kentli bireyin yalıtılmışlığı ve kurulu düzen tarafından “güdülmesi” temalı çalışmalarında, akımın diğer örneklerine göre daha keskin ve doğrudan bir toplumsal eleştiri ileten Tooker’ın kullandığı teknikler neredeyse birebir Büyülü Gerçekçilikle aynı.

İspanyol sanatçı José Manuel Capuletti’yi(5) de anmadan geçmeyelim. Bugün bile çok fazla tanınmayan ve genellikle Gerçeküstücülük akımı içinde değerlendirilen Capuletti’nin, hiçbir gerçeküstü öge kullanmadan yarattığı eserler Büyülü Gerçekçiliğin kitapta yazan tanımı gibi aslında.

Sayfada Avustralyalı Jeffrey Smart’ın da bir eserine rastlayacaksınız, neredeyse bütün çalışmaları Büyülü Gerçekçilik biçeminde olan bu ressam da türün önemli temsilcilerinden.

Daha genç sanatçı kuşağından, pek çokları arasından Dragan Bibin, Fabio Hurtado, Mark Edwards  ve Victor Muller’i de sayabiliriz.

Hollandalı Michiel Schrijver ve Amerikalı Andrea Kowch ise, günümüzde Büyülü Gerçekçilik biçeminde eser üreten ressamların en bilinenlerinden ikisi, merak edenlere göz atmalarını öneririm.

Bir de kolaj var tabii; birbiriyle ilgisiz, kimi zaman farklı türde malzemelerin bir araya getirilmesiyle oluşan kolaj Büyülü Gerçekçilik için doğal bir mecra oluşturuyor ama bence 20. yüzyılın en önemli sanatsal buluşlarından olan bu sanat türü ayrı bir yazı dizisini hak ediyor.

Sağlıcakla kalın…

  • ABD’de bu tip sivri çatılı evlerin mimari üslubuna “Marangoz Gotiği” denmektedir.
  • Resme ressamın diş hekimi ve kız kardeşi modellik yapmışlardır.
  • Saman ya da ot yığınlarını savurmakta ya da taşımakta kullanılan, tahta ya da metalden yapılma dişli alet; dirgen.
  • Amerikalı, 1920–2011.
  • İspanyol, 1925-1976.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi