Mehmet Yaşin
Çanakkale yemeksiz geçilmez
Bu gezimde yemek molası için Çanakkale’yi seçtim. Böylelikle yapılmasına karşı çıktığım köprüden de geçmiş oldum. Mevsimin kışa dönmesi yolcu sayısını iyice azaltmış. Köprü bitinceye kadar yanımdan sadece 3-4 araba geçti. Karşı çıkmıştım ama, vapur bekleme işkencesinden kurtardığı için de hoşuma gitti! Gelelim yolculuğumun ana fikrine…
Çanakkale mutfağı hakkında ne kadar bilginiz var? Sadece balıkları sayacak olursanız, yanılıyorsunuz derim. Bu kentin mutfaklarında çok lezzetli yemekler pişer. Örneğin Oğmaç çorbası, iskorpit çorbası, patlıcanla yapılan Tumbi, mantıyı andıran Metez, Melki köftesi, tarhanalı patlıcan, börülce köftesi, lüfer pilavı... Say say bitmez.
Eğer Çanakkaleli değilseniz bu yemeklerin tadına bakamazsınız. Çünkü bu yemekler sadece evlerde pişer. Hiçbir lokantanın menüsünde yer almazlar.
Bu demek değildir ki, Çanakkale'ye gidince aç kalacaksınız!
Asla!..
Çanakkale, kendi yemeklerini evlerin mutfağında saklasa da konuklarına yine de lezzetli yemekler sunar. Örneğin, bahar başlangıçlarında ateşin karşısında kızaran veya fırında tandır olan oğlağa doyum olmaz. İşin içine oğlak girince hiç üşenmem yollara düşerim. Çoğunlukla da Trakya'nın Karadeniz'e yakın köylerine giderim. Damağına güvendiğim bir arkadaşım, Biga'nın Işıkeli Köyü'nü önermişti. Poyrazla güneşin çekiştiği pırıl pırıl bir kış günüydü. Güneş ısıtmaya çalışıyor, Poyraz ise inadına üşütmeye!.. Işıkeli, tepenin üstündeydi ve uzaktan görüntüsü İtalyan köylerini andırıyordu. Baharda yamaçlardaki çiçekler açınca güzelliği daha da artıyordu galiba! Görüntü hem içimi açtı hem karnımı acıktırdı. Işıkeli bir Pomak köyüymüş. Pomaklar, Bulgaristan'dan göç etmiş, Müslüman Slav'lar. Zaten boyları, posları, renkli gözleri, açık tenleri ile Trakya'nın kuzeyinden geldikleri hemen belli oluyordu.
BU MEVSİMDE OĞLAK OLUR MU DEMEYİN
Bu mevsimde oğlak olur mu demeyin. Artık her şey her mevsimde bulunuyor. Bizim oğlak buzhaneden alınmıştı. Önce oğlağın kızardığı odaya girdim. Ateşin karşısında dönen yaşına yaklaşmış oğlak, şimdiden nar gibi kızarmıştı. 4,5 saatten beri dönüp duruyormuş. Usta, taze (!) oğlağın mart-haziran ayları arasında sofraya konduğunu, en az 8-9 kilo (temizlenmiş) arasında olması gerektiğini söyledi. Odanın bir kenarında ise köyün kadınları, etle birlikte yemek için ‘kaçamak’ hazırlıyorlardı. Kaçamak, mısır unu ile yapılan bir yiyecek. Su ile haşlanan mısır unu, uzun uzun karıştırılıp, lapa kıvamına getiriliyor. Bu lapa, altı pırasa ile kaplanmış bir tepsinin üstüne boşaltılıp, sobanın üstünde kızartılıyordu. Bazı kadınlar da sacın üstüne akıtma döküyorlardı. Bir çeşit krep olan akıtmayı, üstüne tereyağı sürüp yiyorlarmış.
Tahmin edeceğiniz gibi tam bir ziyafet oldu oğlak kızartması. Bir bütün oğlağın fiyatı her ay değişiyor, aklınızda bulunsun.
SAVAŞ YILLARINDAN KALMA NOHUT KAHVESİ
Ziyafetten sonra köy meydanındaki kahvede soğuğa rağmen nohut kahvesi içtim. Nohut kahvesi, savaş yıllarından kalma bir kahve. Köyün etrafındaki tarlalarda yetişen, leblebiden küçük özel nohutlar, kavrulup, çekiliyor, bildiğimiz usulde pişiriliyor. Lezzeti hakkında tereddütte kaldım.
Dediler ki; Biga'ya gelmişken peynir tatlısı ile köftesinin tadına bakmadan dönmek olmaz!
Peki dedim ve Köfteci Akif'te soluğu aldım. Çünkü bütün parmaklar bu 50 yıllık köfteciyi göstermişti. Köfteler pamuk gibiydi. Böylesini severim. Bazıları plastik gibi olur, çiğnerken gıcır gıcır sesler çıkartır ki, onları sevmem. Burada sığır eti kullanılıyormuş. Yumuşaklık hem etten hem de ekmekten geliyormuş.
Bir porsiyonda 8 köfte vardı. Yanına bir de piyaz söylemenizi öneririm. Fiyat bana biraz pahalı geldi. Sordum, kesilen etin çoğunun İstanbul'a gittiğini, onun için eti pahalıya aldıklarını söylediler.
Buradaki baş yapıt ise kaymaklı peynir tatlısı idi. Kaymağı bıçakla bile zor kestim. Bu ikili ortaya öylesine bir lezzet çıkarmışlardı ki, damağımın çatır çatır çatladığını söyleyebilirim. Biga'dan ayrılmadan önce Hasan Kasap'tan birkaç kangal sucuk almayı ihmal etmedim.
MAYIS AYINDA PEYNİR FESTİVALİ VAR
Çanakkale'ye gidilir de Ezine peynirinin nasıl yapıldığını görmeden dönmek olur mu? Mis gibi süt kokan bir mandırada, baştan sona tüm aşamaları izledim. Bu ünlü peynirin lezzeti hakkındaki birçok ipucunu defterime not ettim. Aklınızda bulunsun, mayıs ayında, Çanakkale'de, "Ulusal Peynir Festivali" düzenlenecek. Giderseniz, Türk peynirlerini daha yakından tanıma fırsatını bulabilirsiniz.
Gün batarken soluğu sahildeki bir balıkçıda aldım. Birbirinden lezzetli mezeler, yağlanmış sardalyeler ve birkaç duble rakı eşliğinde güneşi batırdım.
Ertesi sabah kahvaltıyı Düzenli Börekçi'de yaptım. 50 yıllık bir börekçi. İşe seyyar araba ile başlamış. Şimdi tezgahın başında torun duruyor. Biraz kıymalı, biraz ıspanaklı, biraz peynirli. Yanında yeni sağılmış mis gibi bir bardak süt...
BİR KADEH DE TARIK AKAN İÇİN…
Öğle yemeği için Bayramiç'in tepelerindeki Hacıkayyum mevkiindeki bir kır lokantasına gittim. Bu kez fırında pişmiş oğlak etinin tadına baktım. Etleri kemikten ayırmak için şöyle bir sallamak yetiyordu. Oğlaktan damlayan yağlarla yapılan pilav ise anlatılamayacak kadar lezzetliydi.
Çanakkale'deki yemek maratonunu kıyıdaki bir balıkçıda bitirdim bir kadeh de Tarık Akan için kaldırdım. Tarık da Çanakkale’yi çok severdi. Çanakkale dönüşü neler yiyip, içtiğini İstanbul'da bize ballandıra ballandıra anlatırdı.
Sözün özüne gelirsek: Çanakkale her şeye rağmen konuklarını lezzetli yemeklerle ağırlar. Dönerken Gelibolu'dan sardalye konserve almanızı öneririm.