Vinča : İlk Yazı?

Tıpkı ilk kentlerin doğuşu gibi, insanlık tarihinin dönüm noktalarından biri olan yazının icadı da Mezopotamya'nın bereketli hilali ve Nil deltası gibi büyük uygarlık havzalarıyla ilişkilendirilir. Elbette bu bir rastlantı değil. Bu bölgelerde ortaya çıkan ilk kentlerde gözlemlediğimiz, karmaşıklaşan toplumsal yapılar, artan nüfus ve genişleyen ekonomi, bilginin kaydını ve aktarımını zorunlu kılan gereksinimleri de beraberinde getirmiştir. Ancak Avrupa'nın kalbinde, bugünkü Sırbistan topraklarında yeşermiş Vinča Kültürü'ne ait bazı işaretler, yazının bilinen tarihini yeniden yazabileceği iddiasıyla dikkat çekmektedir. Özellikle M.Ö. 5300'lere tarihlenen Tărtăria tabletlerinde bulunan bu semboller, yazının Mezopotamya'dan çok daha önce Avrupa'da ortaya çıktığı gibi radikal bir savı beraberinde getirmiştir. Ne var ki bu iddia, yazının ortaya çıkışının temel dinamikleri ile uygarlığın gelişimi arasındaki kaçınılmaz bağlantıyı göz ardı ettiği için yanıltıcıdır.

Yazı, temelde karmaşık toplumsal ve ekonomik sistemlerin bir ürünüdür. Büyük çaplı tarımsal üretimin başlamasıyla birlikte, tahıl fazlasının depolanması, dağıtımı, ticaretin kayıt altına alınması, vergi toplama süreçleri ve giderek halktan ayrışan yönetim mekanizmaları, sözlü iletişimin sınırlarını aşan bir kayıt tutma gerekliliği yaratır. Mezopotamya'daki Sümer uygarlığının ve Mısır'ın erken dönem devletlerinin yükselişi, tam da bu koşullar altında gerçekleşir. Fırat, Dicle ve Nil gibi büyük nehirlerin yıllık taşkınlarıyla beslenen geniş, verimli ovalar, olağanüstü bir tarımsal artı ürün sağlar. Bu bolluk, nüfus yoğunluğunu artırır ve herkesin doğrudan üretimle meşgul olmasına gerek kalmadan, üretken olmayan, ancak toplumu organize eden seçkin sınıfların (yöneticiler, rahipler, askerler, katipler) ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Bu sınıfların varlığı ve yönetimi, yazılı kayıtların tutulmasını, yasaların ilan edilmesini ve merkezi bir bürokrasinin işleyişini zorunlu kılmıştır. Kentler, bu karmaşık yapıların merkezi haline gelmiş, güvenliği için surlarla çevrilmiş, saraylar, tapınaklar ve kamu binalarıyla donatılmıştır.

Vinča yerleşimleri, her ne kadar düzenli mimariye ve tahmin edilen yüksek nüfus yoğunluğuna sahip olsa da, bilinen ilk kentlerin taşıdığı temel niteliklerden yoksundur. Büyük nehirlerin beslediği Mezopotamya ve Mısır kentlerinin aksine, Vinča'nın yakınındaki Tuna Nehri, bu denli geniş çaplı tarımsal artı ürün sağlayacak düzenli bir taşkın rejimine sahip değildir. Tuna, sadece kıyısı boyunca dar bir alanı sulayabilmiş, dolayısıyla Fırat, Dicle veya Nil'in yarattığı türden muazzam bir tarımsal bolluk yaratamamıştır.

Bu durum, Vinča topluluklarında karmaşık bir sınıflı toplum yapısının oluşmadığı konusunda güçlü bir kanıt sunar. Bilinen ilk kentlerin aksine, Vinča yerleşimlerinde, yöneticileri, ruhbanları veya askeri güçleri barındıracak büyük saraylar, tapınaklar veya savunma amaçlı surlar gibi mimari göstergeler bulunmaz. Eğer ortada büyük bir tarımsal artı ürün yoksa, bu artı ürünü yönetecek, dağıtacak ve koruyacak bir seçkin sınıfın ve dolayısıyla onların ihtiyaç duyacağı gelişmiş bir kayıt sisteminin de ortaya çıkması beklenemez. Kentler, sadece kalabalık yerleşim yerleri değil, aynı zamanda yoğun ekonomik ve sosyal etkileşimlerin olduğu, mesleki uzmanlaşmanın ve karmaşık bir iş bölümünün görüldüğü merkezlerdir. Vinča'da bu düzeyde bir toplumsal ve ekonomik karmaşıklığın, özellikle de büyük ölçekli kayıt tutma ihtiyacının olmaması, oradaki sembollerin gelişmiş bir yazı sistemi olamayacağı sonucunu güçlendirmektedir.

111111.jpg
Vinča sembolleri

Tărtăria Tabletleri

Tărtăria tabletleri, arkeolog Nicolae Vlassa tarafından 1961 yılında Romanya'nın Tărtăria köyündeki (Alba Iulia yakınlarında) Neolitik bir kazı alanında ortaya çıkarılan üç kil tablettir. Bu tabletler, üzerlerindeki kazınmış semboller nedeniyle büyük önem taşır.

Tărtăria tabletleri, üç küçük kil parçadan oluşur; bunlardan ikisi dikdörtgen biçimli, diğeri ise yaklaşık 6 cm çapında yuvarlaktır. Tabletlerin ikisinde (biri yuvarlak, biri dikdörtgen) delikler bulunurken, üçünün de yalnızca bir yüzüne semboller kazınmıştır. Deliksiz dikdörtgen tablette boynuzlu bir hayvanın, belirsiz bir figürün ve dal ya da ağaç benzeri bitkisel bir motifin tasvirleri yer alırken, diğer tabletlerin üzerindeki işaretler çoğunlukla soyut sembollerden oluşur.

Tărtăria tabletlerinde bulunan işaretler, kuşkusuz Vinča halkının belirli sembollerle bir tür iletişim kurduğunu veya bilgi kaydettiğini göstermektedir. Ancak bu işaretlerin, karmaşık bir dilin tüm inceliklerini ifade edebilen gelişmiş bir yazı sistemi olduğunu öne sürmek zordur. Vinča seramiklerinde görülen benzer sembollerin büyük bir kısmının tekil olması, bunların daha çok aidiyet işaretleri, klan sembolleri, ritüellerle ilgili figürler veya basit sayısal göstergeler olabileceğini düşündürmektedir.

Bugüne kadar kataloglanmış Vinča sembollerinin sayısı 5.421 olarak verilmektedir. Bu işaretler, birden fazla sembol içeren 1.178 yazıttan ve 971 yazıtlı eserden kaydedilmiştir.

Bu 5.421 işaretin tamamının ayrı ve bağımsız karakterler olarak kabul edilip edilemeyeceği, arkeoloji dünyasında hala tartışma konusudur. Bazıları bunların tekrar eden desenler, varyasyonlar veya bağlama göre anlamı değişen semboller olabileceğini düşünmektedir. Ayrıca, bu sembollerin yaklaşık altıda birinin (yaklaşık 900 tanesi) "tarak" veya "fırça" benzeri desenler olması bunların sayıları temsil ettiğini düşündürmektedir.

Alfabeler

Dünya genelinde kullanılan alfabelerdeki harf sayısı değişiklik gösterse de bunlar çoğunlukla 20- 40 arası karakterden oluşur. Örneğin, Latin alfabesi 26 harften oluşur. Slav dilleri ve Rusça gibi dillerde kullanılan Kiril alfabesi yaklaşık 33 harfi kapsar. Arap alfabesi, 28 harften oluşur ve harfler kelimedeki konumlarına göre (başında, ortasında veya sonunda) farklı şekiller alabilir. Yunan alfabesi 24 harfe sahiptir. İbranice alfabesi ise 22 harften oluşur ve soldan sağa doğru yazılır. Hint dillerinin birçoğunda, özellikle Sanskritçede kullanılan Devanagari alfabesi 47 karakter içerir. Biliyorsunuz, Türk alfabesiyse Latin alfabesinin bir çeşidi olup 29 harften oluşur.

Uzakdoğu alfabeleriyse bu konuda farklılık gösterir. Çince yazı sistemi, toplamda 50.000’e yakın karakter içermekle birlikte, eğitimli bir Çinli günlük yaşamında yaklaşık 3.000-4.000 karakter kullanır. Japonların Çince karakterlerden türetilen Kanji alfabesiyse yine binlerce şekil içerir; bunun dışında, Japonca’da 46’şar karakterden oluşan Hiragana ve Katakana olmak üzere iki hece alfabesi daha bulunmaktadır. Kore dilinde kullanılan Hangul alfabesiyse 24 temel harften oluşur. Bu harfler, birleşerek çok sayıda farklı karakter oluşturma olanağı sunar.

Vinča sembollerinin sayısının bu kadar yüksek olması da, bir bakıma, onun bir alfabe olmadığının önemli bir göstergesidir. Çünkü bugün Çin’de ilkokula başlayan çocukların yaklaşık 3.000 harfi öğrenmesi ve günlük gazeteleri okuyabilir düzeye gelmesi için gereken süre en az 6-8 yıl. Sıradan Vinčalıların 5.000’i aşkın sayıda karakteri öğrenmesinin olanaksızlığı açıktır. Bu kadar zengin bir sistem, ancak katipler veya rahipler gibi bunu meslek olarak edinen bir yazıcılar sınıfı tarafından öğrenilebilir ve kullanılabilir. Ancak Vinča kültüründe bu türden özel bir topluluğun varlığını gösteren herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.

Gerçek bir yazı sisteminin, karmaşık düşünceleri, soyut kavramları, anlatıları, yasaları ifade ederken, ayrıntılı ticari işlemleri tutarlı ve sistematik bir şekilde kaydedebilme yeteneğine sahip olması beklenir. Bu, açıktır ki yüzlerce, hatta binlerce farklı işaretin belirli bir dil bilgisel yapıda kullanıldığı, öğrenilebilir ve öğretilebilir bir sistem gerektirir. Oysa Vinča'daki işaretlerin bu düzeyde bir karmaşıklığa ulaştığına dair yeterli kanıt bulunmaz. Bunlar daha çok, belirli bir bağlamda anlam taşıyan, ön-yazı (proto-yazı) formunda semboller olarak değerlendirilmelidir. Bu tür semboller, bir topluluk içinde belirli bilgileri aktarabilirken, Sümer çivi yazısı veya Mısır hiyeroglifleri gibi, geniş bir bilgi yelpazesini kaydedebilen ve kuşaklar arası aktarabilen kapsamlı bir sistemin özelliklerini taşımazlar. Sümer yazısı, ticari muhasebeden yasal metinlere, dini ilahilerden edebi anlatılara kadar geniş bir yelpazede kullanılarak, büyük devletlerin bürokratik ve kültürel işleyişinin temel taşı haline gelmiştir. Bu gelişmeler, yukarıda bahsedilen tarımsal zenginlik, kentleşme ve sınıflı toplum yapısının doğrudan bir sonucudur.

22222.jpg
Bir Vinča evi (temsili)

Vinča Kültürü, bakır işleme teknolojisindeki erken yenilikleri ve gelişmiş seramik sanatıyla şüphesiz tarih öncesi Avrupa'da önemli bir yere sahiptir. Ancak, Tărtăria işaretlerinin "ilk yazı" örneği olabileceği yönündeki iddialar, yazının ortaya çıkışını tetikleyen temel koşulların yetersizliği nedeniyle geçerliliğini yitirmektedir. Yazının icadı, sadece sembollerin varlığıyla değil, aynı zamanda bu sembolleri gerektiren derinlemesine toplumsal, ekonomik ve siyasi gereksinimlerle doğrudan ilişkilidir.

Son not olarak, Vinča kültürünün yaklaşık M.Ö. 4500-4300 yılları arasında sona erdiğini ekleyelim. Araştırmacılar, buna uzun süreli tarımın yol açtığı toprak verimsizliğinin ya da o dönem bölgede görüldüğü bilinen uzun kuraklıkların neden olduğunu tahmin ediyorlar; diğer güçlü bir olasılık ise, doğudan Balkanlara doğru göçe başlayan ve Proto-Hint-Avrupalı bir dil konuşan Kurgan kabilelerinin neden olduğu zorunlu göçtür. Bu konuda kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte, Vinča sembollerinin sonraki dönemlerde farklı coğrafyalarda görülmediği bilinmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi