Fanatizmin tahakkümü 

Son Güncellenme Tarihi: Haziran 9, 2023 / 07:01

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2022 içindeki şiddetli oy kaybını son 5 ayda kısmen telafi etmeyi başarsa da kamuoyu kendisinden bu düzeyde bir seçim başarısı beklemiyordu. Hem de partisi son seçimden bugüne 7 puan kaybetmiş, iktidara geldiği 2002 seviyesine gerilemişken. 

14 Mayıs’tan beri ne olduğunu, olan şeyin nasıl ve neden olduğunu anlamaya çalışıyor, yaşadığımız şeyi anlamlandırmaya çalışıyoruz.

Hiç çekinmeden ifade etmek gerekir ki seçimlerin özellikle ilk turunda sandık güvenliğinin sağlanamadığı görülüyor. Sonuçlara etkisinden bağımsız bir biçimde Türkiye’de seçimlerin hangi koşullarda gerçekleştirildiğinin “utanmadan sıkılmadan” tespit edilmesi, verili koşullarda seçimler yoluyla iktidar değişikliğinin bundan sonra nasıl gerçekleştirilebileceğine dair en önemli görevdir. Bu konuda muhalefet partilerinin şeffaflıktan uzak tutumu yurttaşları olması gerekenden daha büyük bir ümitsizliğin içine itiyor. 2018 seçimlerinde Muş’ta yüzde 3,6 oy alan MHP’nin bu oranı 14 Mayıs’ta yüzde 16,6’ya yükseltmesi ne kadar doğal görünüyorsa, ilk tur cumhurbaşkanlığı seçiminin yüzde 49,5-45 şeklinde sonuçlanması da o kadar doğal görünüyor. 

Sandık güvenliğini bir kenara bırakacak olursak seçim sonuçlarına dair en net çıkarım, Türkiye toplumu ve siyasetinde kutuplaşmanın hâlâ çok belirgin bir biçimde hüküm sürdüğüdür. Kutuplar arasındaki geçişler neredeyse imkansızlaşmış, yüzde 50-50’lik bölünmüşlüğü kendi lehine bir iki puan değiştirebilenin seçim kazandığı durum son iki seçimde olduğu gibi 2023 seçimlerinde de kendini tekrar etti. 

Özellikle iktidarı destekleyen seçmenlerin akılcı tercih yerine adeta bir futbol takımı taraftarlığını andıran duygu durumu ve kimliğe dayalı oy davranışları bu seçimde de etkisini gösterdi. Söz konusu kimlik temelli siyasetin özünde bir lideri, partiyi, ideolojiyi, dünya görüşünü benimseyen bir partizanlığın ötesinde karşı kutuptakilere yönelik bir negatif partizanlığın varlığı da belirleyicidir. Tam da bu yüzden kendi takımını/partisini/liderini eleştirdiği durumda dahi asla karşı takımın saflarına geçmeyen, gerektiğinde kendi takımının yönetimini, oyuncularını protesto eden ama her sezon yeniden o takımı desteklemeye devam eden irrasyonel bir fanatizmin Türkiye siyaseti üzerindeki belirleyici etkisi göz ardı edilemez.

Kutuplaştırılmış bir toplumda duygular, özellikle de korku üzerine kurulu duygular son derece etkili olur. İktidar tüm seçim kampanyası boyunca bu doğrultuda hareket etti. Seçmenlerine iktidarın el değiştirmesi durumunda ülkenin bekasından kişisel yaşamlarına, toplumsal düzenden kültür ve geleneklere kadar her alanda sonuçları korkunç olacak bir değişim olacağı anlatıldı. 

Kılıçdaroğlu’nun pozitif siyaset üzerine inşa edilen, umut ve daha iyi bir gelecek vaat eden kampanyası başka bir şey resmediyor olsa da toplumsal düzlemde muhalefet seçmeninin temel dürtüsünün 21 yılın hesabını sormak olduğu hissi Erdoğan destekçileri arasında hakim kılındı. Tam da bu yüzden hiç kimse Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısını duymazken herkes Erdoğan’ın toplumun sinir uçlarına temas eden açıklamalarını duydu, tartıştı. Muhalefetteki siyasetçiler bu dilin içine düşmemek, iktidardan gelen ithamlara yanıt vermemek konusunda kararlı davransa da iktidar hem topluma nüfuz eden örgütlülüğü, dini-kültürel bağları, hem de sahip olduğu medya, maddi kaynaklar, belediyeler ve devlet imkanları sayesinde en azından kendi kitlesine bu konuları tartıştırmayı ve bu kesimlerde bir korku iklimini hakim kılmayı başardı.

Kılıçdaroğlu’nun helalleşme açılımı karşısında Erdoğan’ın kutuplaşmayı keskinleştiren söylemi daha başarılı oldu.

İttifak stratejileri açısından Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olabilmek ve karşı cepheden oy alabilmek amacıyla kurduğu ortaklıkların oy sayısına yansıması yetersiz kalırken, Erdoğan’ın bir kez daha siyasi mühendislik konusunda ne kadar başarılı olduğu, tüm ittifak hamlelerinin hem Cumhur İttifakı’nın milletvekili sayısını artırmak hem de cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak konusunda işe yaradığı görüldü.

Şimdi tartışmamız gereken, otoriter popülist bir yönetimin toplumsal ayağı boşta bırakılmış, kitlelerle hiçbir bağ kurmayan, bir toplumsal/siyasal harekete dönüşmeyen, sadece seçime odaklanmış bir siyaset anlayışıyla mağlup edilip edilemeyeceği olmalı. 

Derya Kömürcü

1975, Kastamonu doğumlu. Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü’nde lisans (1998) ve Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisans (2001) dereceleri aldı. Marmara Üniversitesi’nde Türkiye’deki sosyal demokrat hareket üzerine yaptığı araştırmayla Siyaset ve Sosyal Bilimler doktorasını tamamladı (2008). Doktora çalışması Türkiye’de Sosyal Demokrasi Arayışı başlığıyla kitap olarak yayımlandı. 2015 yılında doçent oldu. Çalışmalarını, Türkiye siyaseti, sosyal demokrasi ve siyasal partiler alanlarında sürdürmektedir. Sosyoloji Sözlüğü (Gordon Marshall; Osman Akınhay’la birlikte), Küresel Çağda Milletler ve Milliyetçilik (Anthony D. Smith), Anti-kapitalist Manifesto (Alex Callinicos) gibi kitap ve çeşitli makale çevirileri vardır. “Barış İçin Akademisyenler”in “Bu Suça Ortak Olmayacağız!” başlıklı bildirisini imzaladığı için 686 no’lu KHK ile 2000 yılından beri çalıştığı Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki görevinden 2017’de ihraç edildi.

Gazete Pencere'yi Google'da Takip Et

Scroll to Top