Aynanın Arka Yüzü: Doppelgänger

Ya “kötü ikiz”iniz bir yerlerde sizden habersiz bir haltlar karıştırıyorsa? Ve siz, adınıza işlenmiş suçları temizlemekle meşgulseniz? İnsan bazen kendi suretiyle karşılaşacak kadar şanssızdır.

“Kapıyı çalsam

İçeriden ben çıkacağım”

Asaf Hâlet Çelebi

Narkissos’un kendi yansımasına aşık olması, gölgelerin musallat olduğu folklorik karakterler, sıradan filmlere yapışan kötü ikiz klişeleri... Tüm bunlar ve dahası, ikili benlik fikrinin kültürel mitolojiye derinlemesine işlediğini gösteriyor. Yok olması pek olası görünmeyen bir çekiciliği de garanti ediyor. Kötü ikiz öyküleri, her daim bakışımızı onlara doğru çevireceğimizden emin görünüyor.

Nedir bu Doppelgänger dedikleri?

“Doppelgänger” terimi, Almanca’da “Çift yürüyen” anlamına gelir ve ilk kez, Jean Paul tarafından 1796’da kaleme alınan “Siebenkiis” romanında kullanılır. Alman gotik edebiyatı içinde doğan motif, zaman içerisinde kanonik bir tema haline gelir. Genellikle doğaüstü güçlerle ilişkilendirilen Doppelgänger, bir bedenin kopyası olarak ortaya çıkan ve çoğunlukla kötü bir alameti simgeleyen bir hayalettir.

Doppelgänger karakterleri genellikle kötülük ve şeytanilikle ilişkilendirilir, bu da karakterin kusurlu, bölünmüş, kopuk, tehditkar ve hayaletimsi bir özneyle ilişkili olduğu sonucunu getirir okuyanın, izleyenin ya da hissedenin zihninde. Bu sıfatların, benlikte bir başarısızlık ve kayıp hissine doğru bir eğilimi belirtmek için kullanılan çağrışımlar olması (olabilmesi), Doppelgänger ve psikanaliz ilişkisi üzerine düşünmeyi de anlamlı kılar.

Tüm bu olumsuz çağrışımlar, kötü hisler, kayıplık hali, bölünme ve eksik hissetme, bir tür acılaşma ve tam tanımlanamayan bir korkuyu barındırır içinde. Evet, psikanalizle yakından ilişkilidir Doppelgänger ve tüm bu olumsuz çağrışımları tek bir sözcüğün altında toplamak olasıdır: “Tekinsizlik”

resim-1-2.jpg
Doppelgänger

Heimlich – Unheimlich ya da “Ev gibi – Ev gibi olmayan”

Freud’un 1919 tarihli “Tekinsizlik Üzerine” isimli makalesi, tanımlanması pek de kolay olmayan “tekinsizlik” kavramını psikanalitik çerçeveden tartışıyor. Kavramın tanımlanmasının zorluğu iki bölümden oluşan makalenin başında kendini gösteriyor. Freud “heimlich” ve “unheimlich” sözcüklerinin etimolojisini çeşitli dillerde inceliyor ve birbirinin tam zıddı olan bu iki sözcüğün anlamının aslında birbirine içkin olduğunu gösteriyor.

İkinci bölümde ise Freud, tekinsizlik hissini en iyi şekilde temsil eden insanları, nesneleri, kendini ifade etme biçimlerini, deneyimleri ve durumları ele almaya başlıyor ve bunu temelde E. T. A. Hoffmann’ın “Kum Adam” adlı kısa öyküsü üzerinden yapıyor. Öykü, ebeveynlerin çocuklarını uyumaya teşvik etmek için anlattıkları bir masal. Kum Adam, geceleri çocukların gözlerine kum koymak için gelir ve bunu yapabilmesi için çocukların uyuyor olması gerekir, eğer uyumuyorlarsa Kum Adam çocukların gözlerini oyar. (Hadım edilme korkusu gözlerin kaybıyla maskelenir, aynı tema Oedipus trajedisinde de vardır.) Freud, bir korku masalını analiz etme niyetinde değildir, zaten Kum Adam da bir korku öyküsü değil, bir belirsizlik, tanıdık olan/olmayan (heimlich / unheimlich) anlatısıdır.

Freud makalesinde, tekinsizlik teması anlatılarının neredeyse tamamının “ikilik” olgusu ya da birbirine benzediklerinden dolayı özdeş oldukları düşünülen karakterlerin varlığıyla ilgili olduğunu da söyler. Böylece her iki karakterin de ortak bilgisine, duygu, düşünce ve deneyimlerine hakim olunur. Ya da özne kendisini başkası üzerinden tanımlıyordur, böylece hangisinin kendisi olduğu konusunda şüphededir. Karakterin ikiliği, ayrılığı ya da yer değiştirmesi görülür çoğu kez. Bu öykülerde birbirini sürekli tekrarlayan olaylar bulunur, sadece karakterler değil, onların yaptıkları, işledikleri suçlar ve deneyimler de birbirine benzer, bu karakterlerin isimleri de genellikle birbirine uyumlu olarak seçilir.

Makalenin sonunda “Tekinsiz”in tanımı netleşmiştir. “Tekinsiz, aslında ne yeni, ne de yabancı bir şeydir, yalnızca zihinde aşina olunan fakat bastırılma sürecinde yabancılaşan şeydir.”

Psikanalitik literatürde ilk kez 1914’te Otto Rank tarafından keşfedilen “ikiz” ya da “Doppelgänger” kavramı da makalede yer bulur. Doppelgänger teması; aynalar, gölgeler, koruyucu ruhlar ve ölüm korkusunun içindedir.

Doppelgänger ile birlikte cansız nesnelerin canlanabilme olasılığı, düşüncelerin gerçek dünyayı etkileme potansiyeli, hayalet ve ruhlar üzerinden ölüm tasvirleri ve tekrar eden döngüler de tekinsizliği çağırır.

resim-5-2.jpg
René Magritte ve "Doppelgänger"

“Kendileriyle nasıl tanıştılar?”

Balmumu bebekler, otomatlar, ikizler, hayaletler, aynalar, evler ve sırları, delilik ve kopmuş uzuvlar gibi konular sanat tarihi boyunca ressam ve heykeltraşları bu temaları keşfetmeye ve canlı ile cansız, insan ile insan olmayan, yaşam ile ölüm arasındaki sınırları bulanıklaştırmaya yöneltmiş.

Freud’un tekinsizlik teorisinin, insanların tanıdık ama bir şekilde yabancılaşmış ve ürkütücü bir şeyle karşılaştıklarında yaşadıkları hissi tanımladığından bahsetmiştik. Tanıdık olanın yabancılaşması derin bir kaygı ve korkuya yol açar. Temel fikir, bilinenin bilinmeyenden daha fazla korkuya yol açmasıdır.

Freud’dan 55 yıl önce Doppelgänger’in tekinsizliğini hisseden İtalyan bir ressamdan da bahsetmeliyiz: Dante Gabriel Rossetti. Geleneksel olarak “Doppelgänger” görmenin yaklaşan ölümün bir işareti olarak algılandığı düşünüldüğünde Rossetti’nin “How they met themselves?” (Kendileriyle nasıl tanıştılar?) adını verdiği 1864 tarihli tablosu uğursuzluk ve tekinsizlik hissiyle doludur. Rossetti’nin kötü ikizlik fikrine takıntılı olduğu ve 19. yüzyılın ortalarında bu fikre defalarca kez geri döndüğü de bilinmektedir.

Tablo, ormanda yürüyen iki sevgiliyi tasvir eder. Çift, kendilerinin hayali bir parıltıyla sarmalanmış ikiz halleriyle karşılaşmışlardır ve “asıl” çift kendilerine dehşet içinde bakmaktadır. Rossetti, bu tabloyu 23 yaşındayken yapmıştır. Birçok sanat tarihçisi, tablodaki iki figürün Rossetti’nin kendisi ve eşi Elizabeth Sidal’dan esinlenerek yapıldığı konusunda hemfikir.

resim-7-dante-gabriel-rossetti-how-they-met-themselves-1864.jpg
Dante Gabriel Rossetti. "How they met themselves?" 1864

İkiz teması, René Magritte’in geleneksel beklentileri reddetmek ve eserlerine içsel bir tekinsizlik duygusu aşılamak için kullandığı en yaygın yöntemlerden biridir. Özellikle 1950 tarihli “La Valse Hesitation” ve 1961 tarihli “Le Pretre Marie” Her iki kompozisyonda da maske takan bir çift yeşil elma yer alır. İkilik ve yakınlıkları, beklenmedik şekilde insancıl bir kişilerarası ilişkiyi çağrıştırır. 1937 tarihli “La Reproduction Interdite” tablosunda ise, sırtı izleyiciye dönük bir adam aynaya bakmaktadır. İzleyici, aynada adamın yüzünü görmek yerine sırtını görür. İzleyiciyi mantıksal olarak açıklanamaz ve imkansızla uzlaşmaya zorlayan tablodaki ikiz, gerçeklik algılarına ilişkin mevcut varsayımlara meydan okur gibi görünmektedir. Öznenin yüzü gizli kaldığı için Magritte, bilinçdışı belleğin erişilmezliğine gönderme yapar.

Sinemanın “Doppelgänger”leri

Bu fikrin sinema için çok çekici olduğu tartışmasız, ancak uygulama ve sonuçlar o kadar da başarılı görünmüyor. Doppelgänger temasının içinden alnının akıyla çıkan yönetmen sayısı, temayı beyaz perdeye aktarmayı deneyenlerin sayısından çok daha az. David Lynch’in “Kayıp Otoban”ı (1997), ana karakterin aniden bilinmeyen bir ikize dönüştüğü sahnesiyle bunun en önemli örneklerinden biridir, tüm fikir kafa karıştırıcı bir boyuta taşınmıştır.

İkiz yaratmak oyuncular için de zorlayıcıdır. Jeremy Irons, Cronenberg’in 1988 yapımı “Dead Ringers”ında, (Ölü İkizler) tuhaf ikiz jinekologlar Elliot ve Beverly Mantle rolü için iki ayrı soyunma odası talep etmiştir.

resim-3-4.jpg
Sinemada "Doppelgänger"

Richard Ayoade’nin “The Double”ı vasat bir sinematografiye sahip olmakla birlikte mükemmel bir edebiyat uyarlamasıdır ve yazarının dahi altından zor kalktığını itiraf ettiği bir romanı beyaz perdeye taşır: Dostoyevski ve “Öteki” Başrol oyuncusu Jesse Eisenberg, gerçek hayatta kendine güvenen James’in ve silik ve gergin Simon’ın özelliklerini üstlendiğini söylüyor ve ekliyor: “Kendinizin farklı halleriyle yüzleşmek çok sinir bozucu.”

Çok iyi bir yönetmen olmak, metaforlara kapılıp gitmeyi engelleyememiş gibi görünüyor. Yine de kötü ikizlik teması, bazı başyapıtlarda kendine yer bulmuş. Hitchcock’un “Vertigo”su ve ona bir saygı duruşu olan Brain De Palma’nın “Body Double”ı Doppelgänger filmlerinin en başarılı örneklerinden.

Elbette hiçbiri Kubrick ve The Shining’in eline su dökemez. Öldüğü bilinen insanların musallat olduğu, bedenlerinin hala öldürüldükleri arazide dolandığı ürkütücü ve devasa bir Doppelgänger mekanına dönüşür Overlook Oteli. İzleyici, ölüm, ölü bedenler ve ölülerin yaşadığı paralel bir anlatıyı izlerken tekinsizliği en üst düzeyinde deneyimler. Bu korku, insanın kendi ölümlülüğünü gerçekten kavrayamamasından kaynaklanıyordur.

resim-4-4.jpg
The Shining'in tekinsiz ikizleri

Alice’in Harikalar Diyarı’na Aynanın İçinden Bakmak

Dostoyevski’nin 1846’da kaleme aldığı “Öteki”, Doppelgänger temasının edebiyattaki ilk ve en önemli örneklerinden. Ancak Dostoyevski “Bir Yazarın Günlüğü”nde samimi bir başarısızlık itirafı yapıyor kitabıyla ilgili. “Bu hikaye başarılı olamadı, ama fikri zekiceydi, daha önce edebiyata bundan daha ciddi bir fikir sunmamıştım. ..... hikaye üzerinde hakimiyet sağlayamadım.” Pek çok yönetmenin sinematografik olarak yaşadığı öyküye hakim olamama sorununu Dostoyevski de yaşamış olmalı. Doppelgänger teması üzerinde hakimiyet kurmak kolay değil.

resim-2-3-001.jpg
Dostoyevski ve "Öteki"

Oscar Wilde’dan “Dorian Gray’in Portesi”, Robert Louis Stevenson’dan “Dr. Jeckyll ve Mr. Hyde, H. G. Wells’ten “Görünmez Adam” ve Edgar Allan Poe’nun kısa öyküsü “William Wilson” şeytani ve tekinsiz ikizlik teması üzerine kurulmuş diğer harika örnekler...

Sezgili bir okur, Alice Harikalar Diyarı’nın daha ilk sayfalarında bir peri masalıyla karşı karşıya olmadığının farkındadır. Kitabın sayfalarından okurun zihnine yayılan tek baskın duygu “tekinsizlik”tir.

Alice, “harika” diyarında sıkça kim olduğunu unutur, kim olduğunu hatırlayamaz. “Acaba ben kimim bu sabah?” Bu soru, tam da Freud’un tekinsizlik (unheimlich) kavramının çekirdeğidir, tanıdık olan yabancılaşmıştır. Alice’in kendi kimliğini yitirmesi ve sürekli başka biri olma hali Doppelgänger motifinin psikolojik öncülüdür.

Lewis Caroll, 1865’te “Alice Harikalar Diyarında”dan altı yıl sonra bir devam kitabı yazar: “Through the Looking Glass” (Aynanın İçinden). Kitap, Doppelgänger imgelerine ait zengin bir alandır. Aynadaki dünya, gerçek dünyanın tersine çevrilmiş ve bozulmuş bir kopyasıdır.

İlk kitabı oyun kartları aksına oturtan Caroll’ın ana teması bu kez satrançtır. Aynanın ardında her şey tersine dönmüştür, koşmak kişiyi hareketsiz kılar, bir şeyden uzaklaşmak o şeye yaklaştırır, tersine hareket eden satranç taşları canlanmıştır, tekerleme karakterleri gerçektir. Mantık saçmalıkla, akıl sağlığı delilikle yan yanadır. Alice’in hem gözleyen hem de oynayan bir figür olması, ben ile öteki ben arasındaki çatışmayı somutlaştırır. Doppelgänger, artık bir birey değil bir sistemdir. Lewis Caroll’ın anlatısı kozmik bir Doppelgänger’dir.

Ve bu evrende Freud’un sorusu yankılanmaya devam eder.

“Ben kimim?”

resim-6.jpg
Lewis Caroll'ın "Doppelgänger"i. Alice "Aynanın Ardına"

Doppelgänger’in laneti kendi olamayanın üzerine çöker

Dostoyevski “Öteki”de, “Esas” Bay Golyadkin ile Doppelgänger’i olan Küçük Bay Golyadkin’i “Esas” Bay Golyadkin’in en umutsuz, en perişan ve acılar içinde kıvrandığı sırada karşısına çıkarır. Sıradan, küçük, beceriksiz ve hiçbir planı olmayan bir adamdır “Esas” Golyadkin. Cezası kendi suretiyle karşılaşmak olacaktır.

Muhteşem “Öteki” uyarlaması The Double’a da şu diyalogla yansır bu hal. Simon, şeytani ikizi, Doppelgänger’i James’e trende şunları söyleyecektir. “.... fakat nasıl kendim olurum bilmiyorum. Sanki sürekli kendim değilmişim gibi. Elini bana doğru uzatmak istesen ulaşabilecekmişsin gibi. Olmak istediğim adamı görmüyorum. Bunun için uğraşıyorum, ama ne yapılması gerekiyorsa yetersizim. Olmuyor. Pinokyo gibiyim. Tahtadan adamım. Ben gerçek bir adam değilim. Bu beni öldürüyor.”

Sokakta yürürken yanımızda ya da iş yerimizde masamızda belirmesi gerekmiyor şeytani ikizimizin. Belki de her gün defalarca kendi Doppelgänger’imiz, sosyal medya hesabımızın profil fotoğrafı olarak bize bakıyordur.

Ne de olsa en büyük düşmanımız kendimiziz.

  • Genevieve Richardson, “L’Imprudent” and René Magritte’s Use of Doubles and Doppelgängers, Sotheby’s, 2022.
  • Emma Jones, Why are there so many doppelgangers in films right now? BBC Culture, 2014.
  • Sigmun Freud, Tekinsizlik Üzerine, Laputa Kitap, 2019.
  • Dostoyevski, Öteki, İletişim Yayınları, 2014.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Anıl Özgüç Arşivi