Şikâyetimiz Var

Ve bu ihanet değil, daha adil, daha özgür bir Türkiye talebidir.

Şikâyetimiz var, çünkü yurttaşların en temel haklarını çiğneyen, yargıyı sopaya çeviren, muhalefeti susturmak için hukuku araçlaştıran bir düzene sessiz kalmak mümkün değil.

Şikâyetimiz var, çünkü insan hakları artık hiçbir ülkenin “iç işi” değil, dünyanın ortak meselesi.

Şikâyetimiz var, çünkü bu ülkenin daha adil, daha özgür, daha saygın bir yer olmasını isteyen herkesin görevi, gerçeği saklamak değil dile getirmektir.

Ve şikâyetimiz var, çünkü içeride kimse bize kulak asmıyor!

Soğuk Savaş sonrasında oluşan uluslararası hukuk düzeni, devletlerin yurttaşlarına nasıl davrandığını yalnızca iç hukukla ilgili olmaktan çıkardı.

Artık bir ülkede hak ihlali yaşandığında “egemenlik” perdesinin arkasına saklanmak işe yaramıyor.

Ve Türkiye de bundan müstesna değil. Son yıllarda hukuk devleti ilkesinin sistematik biçimde aşındığı, kuvvetler ayrılığının kâğıt üzerinde kaldığı bir tabloyla karşı karşıyayız. Yargının bağımsız olması gerekirken siyasal iktidarın sopasına dönüşmesi, temel hak ve özgürlüklerin keyfi biçimde kısıtlanması, siyasi rakiplerin yargı yoluyla tasfiye edilmesi artık olağanlaştı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarının yıllardır uygulanmaması bu tabloyu bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Avrupa Konseyi’nin Türkiye’ye karşı başlattığı ihlal prosedürü, Birleşmiş Milletler’in peş peşe yayımladığı raporlar yalnızca hukuk çevrelerini değil, uluslararası kamuoyunu da ilgilendiriyor.

Buna rağmen ihlaller durmak bilmiyor. Seçimle işbaşına gelen belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyum atanması, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının siyasi tercihlere göre yok sayılması, ifade özgürlüğünü kullanan gazeteci, akademisyen ve sanatçıların hedef alınması artık gündelik manzaranın parçası.

Bütün bunlar, Türkiye’nin yalnızca kendi iç hukukunu değil, imza attığı uluslararası sözleşmeleri de ihlal ettiği anlamına geliyor.

Böyle bir ortamda ana muhalefet partisinin bu ihlalleri uluslararası platformlarda gündeme taşımasından daha doğal ne olabilir?

Evde kocasından sürekli şiddet gören bir kadın, bunu arkadaşlarına anlatmayacak mı? Anlatırsa bunun adı ihanet mi olacak? Var mı öyle bir dünya?

CHP’nin Brüksel’de, Strazburg’da, diğer Avrupa başkentlerinde yürüttüğü temaslar Türkiye’yi değil, Türkiye’ye rağmen ülkeyi yönetenlerin hukuk tanımazlığını anlatıyor.

Demokratik rejimlerde muhalefet yalnızca iç kamuoyuna değil, uluslararası topluma da gerçeği anlatmakla yükümlüdür.

Güney Afrika’daki apartheid karşıtları yalnızca Soweto sokaklarında değil, Londra ve New York meydanlarında da seslerini yükseltti. Nelson Mandela hapisteyken dünya kamuoyuna gerçekleri taşıyan Afrika Ulusal Kongresi (ANC) kadroları sayesinde apartheid rejimi küresel baskı altında kaldı.

Şili’de Pinochet diktatörlüğünün mağdurları, Santiago’da susturulduklarında adalet arayışlarını Paris ve Amsterdam’da sürdürdü.

Sovyet rejiminde susturulan muhalif yazarlar ve aydınlar insan hakları ihlallerini Vaşington’da, Paris’te, Bonn’da, Londra’da Batı kamuoyuna seslenerek dünyaya duyurdu.

Nazi Almanyası’ndan kaçan siyasetçiler sadece hayatta kalmak için değil, başka bir Almanya’nın mümkün olduğunu dünyaya anlatmak için Paris, Londra, New York, Stockholm gibi şehirlerde yeni cepheler açtılar.

Ne var ki bugünkü iktidar, ya devletle partiyi özdeşleştiren bir zihniyetle bu ayrımı görmekten aciz ya da eleştiriyi devlete yöneltilmiş bir saldırı gibi gösterip milliyetçi refleksleri kışkırtarak içerideki baskı rejimini meşrulaştırmaya çalışıyor.

Oysa devlet ile hükümet aynı şey değil. Bir hükümetin eleştirilmesi ülkenin itibarsızlaştırılması değil, aksine, hak ettiği saygınlığa kavuşması için verilen bir mücadele.

Türkiye’nin saygınlığı ihlaller gizlenerek değil, ortadan kaldırılarak artar. Yargı bağımsızlığının sağlandığı, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, ifade ve örgütlenme hakkının korkusuzca kullanılabildiği bir ülkeyi kim, hangi gerekçeyle “şikâyet” edebilir ki?

Türkiye’nin itibarını zedeleyen şey gerçeklerin Strazburg, Amsterdam, Madrid kürsülerinde dile getirilmesi değil, o gerçeklerin kendisidir.

Partiyle devleti birbirine karıştırmışlığın körlüğüyle bu farkı göremeyen iktidar, kendi yarattığı hukuksuzluk düzenini eleştiren her sesi “ülkeye ihanet” diye damgalamaya çalışıyor. Ama dünya bu masalı yemiyor.

CHP yurt dışında Türkiye’yi değil, iktidarı anlatıyor. Daha da önemlisi, Türkiye’nin nasıl bir ülke olması gerektiğini hatırlatıyor.

Hakikati dile getirmek, bu ülkeyi gerçekten sevenlerin görevi.

Asıl sessiz kalanlar ülkeye kötülük eder! Çünkü sessizlik, hukuksuzluğun sürmesine zemin yaratır. Gerçeği söylememek, adaletsizliğe rıza göstermektir.

Şikâyetimiz var, çünkü bu ülkenin daha iyisini hak ettiğine inanıyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kaya Türkmen Arşivi