Madem protesto edemiyorsun, o halde ölene kadar dans et!

Bayan Traffea ve kızı Emma Götz, 14 Temmuz 1518 günü, yarı ahşap evlerinin dışındaki dar kaldırımlı sokakta dans etmeye başladılar. Ortada müzik yoktu, dans etmelerini gerektirecek bir neden de görünmüyordu. Bu anlamsız gösteriye tanık olanlar, iki kadının hareketlerini taklit etmeye başladılar. Eylül’e kadar sürecek olan bu toplu dans krizi 400 kişinin ölümüne neden olmadan bitmeyecekti. Bu haftanın “Tekinsiz” yazısı, 1518 Temmuz’unda, Strasbourg’da yaşanan “Dans Histerisi” hakkında.

Bir insan neden ölene kadar dans eder? Onu bir türlü“durdurmayan/durduramayan” şey nedir? Bu; bir tür arınma, terapi, protesto ya da vazgeçiş midir? 1518’te Strasbourg’da yaşanan dans salgınıyla ilgili literatür, okuru dehşete düşürecek kadar canlı sahnelerle dolu. Ve insanın aklında tek bir soruyu asılı bırakıyor. Bu insanlara ne oldu? Günümüzün modern tıbbı, 500 yıl önce gerçekleşen bu tuhaf ve gizemli olayı açıklamakta hala zorlanıyor. Elbette bazı teoriler var, kısaca göz atalım.

Aziz Vitus Dansı

Neden başladığı ve neredeyse üç ay boyunca neden sürdüğü bilinmeyen “dans salgını” birinci ayın sonunda can almaya başlar. Birçok kaynak, ağustos sonunda ölü sayısının 400 civarında olduğunu yazıyor. Dans “kurbanları”nın hareketleri, kasılmalarla seyrediyor, titremeler ve ter bu tuhaf maniye eşlik ediyor. Dönemin tarihi kayıtları, kurbanların kollarını bilinçsizce salladıklarını, yüzlerinde ise boş ve anlamsız bir bakışın sabitlendiğini yazmış. Çöküşün ardından ölüm genellikle, felç, kalp krizi ya da dehidratasyon (vücudun aşırı derecede susuz kalması) ile geliyor.

En yaygın kabul gören teori, hastalığın aslında ilahi bir ceza olduğu yönünde. Bu cezanın halkın üzerine “Aziz Vitus” tarafından gönderildiği düşünülmüş. Laneti gönderen Aziz Vitus; gençlerin, dansçıların ve köpeklerin koruyucusu olarak biliniyor, aynı zamanda insanları yıldırım çarpmasından, hayvan ısırıklarından ve aşırı uykudan da koruyor. (Multifonksiyonel ve eğlenceli bir Aziz olduğu belli) Lanetin tam da lanet konusu olan meselenin koruyucusu olan kişinin elinden gelmesi bir ironi gibi görünse de kolektif bilinçdışının çalışma ilkeleriyle uyumlu görünüyor. Bir başka deyişle “Derdi veren devayı da veriyor.”

Salgın zirveye çıktığında günde 15 civarı ölüm gerçekleşmiş. Etkilenenler çığlıklarla yardım haykırıyor, şişmiş ayaklarından akan kan, ayakkabılarını kırmızıya boyuyormuş. Bu kitlesel histeri, bir halk sağlığı sorunu haline gelince, şehir meclisi, yetkiyi hekimlere devretmiş, ancak dönemin belli ki “Çivi çiviyi söker” anlayışını benimsemiş tıp insanlarının önerisi “daha çok dans” olmuş. Lonca salonları dansa uygun hale dönüştürülmüş, dans salgınıyla mücadele edenlerin ayakta kalmasına yardımcı olmak için dans salonlarına güçlü kuvvetli insanlar ve daha çok müzisyen taşınmış.

resim-1-5.jpg
Peter Brueghel (1592) The Dancers of St. John in Molenbeek (Crazy Dancers)

Bu önlemlerin, işlerin daha da kötüleşmesine neden olduğu belli. Dönemin günümüze kalan meclis kayıtları, bir sonraki önlemin bu kez dansı ve müziği yasaklamak olduğunu gösteriyor. İlahi cezanın kaldırılmasının tek yolu var, o da cezayı verenin ayağına giderek affedilmeyi dilemek. Şehir meclisi, delirmiş dansçıların Aziz Vitus’un türbesine gitmesini emretmiş. Oraya gittiklerinde kutsal su serpilmiş, üstleri ve altlarına haç çizilmiş kırmızı ayakkabılar giymeleri ve ellerinde küçük bir haç tutmaları da zorunlu kılınmış.

Hastalar, at arabalarına yüklenerek Zabern yakınlarındaki dağ yamacında bulunan Aziz Vitus Türbesi’ne götürülmüşler. Rivayete göre, at arabalarının arkasında yol boyunca dans etmeye devam etmişler.

Kısa süre sonra şehirde, dansçıların “Vitus tarafından affedildiklerine” dair başarılı bir ritüelin haberi yayılmış ve dans salgını Eylül sonlarında sönümlenerek yok olmuş.

Kırmızı Ayaklar

Strasbourg’daki dans salgınına verilen bir ad daha var: “Kırmızı Ayaklar”

Bu adın verilmesinin temel nedeni, salgını durdurmak için başvurulan dini ritüeller ve dansçıların maruz kaldıkları şiddetli fiziksel travma. Dansçılar günlerce, hatta haftalarca durmaksızın dans ettiklerinden ayakları şişiyor, yara bere içinde kalıp parçalanıyor. Trans halindeyken fiziksel bitkinliği ve acıyı hissedemediklerinden ayakları kan revan içinde kalana kadar dans etmeye devam ediyorlar; bu da ayakların fiziksel olarak "kırmızı" bir görünüme bürünmesine neden oluyor.

Tarihsel kayıtlara göre, bu tür dans salgınlarına yakalanan kişilerde kırmızı renge karşı tuhaf bir tiksinti veya hassasiyet de gelişebiliyor. Özellikle 1374'teki benzer bir salgında, hastaların kendilerini “kızıl bir kan denizi” içinde boğuluyormuş gibi gördükleri ve vizyonlar eşliğinde çığlık attıkları bildirilmiş.

Bu açıdan “kırmızı” renk hem dansçıların parçalanmış ayaklarından akan kanı, hem de bu “laneti” durdurmak için Kilise tarafından tasarlanan kutsal ayakkabıları temsil eden trajik bir simge olabilir mi?

Buraya sona doğru bir kez daha döneceğiz.

Kolektif Bilinçdışını Hafife Almayın

İsviçreli doktor ve simyacı Paracelsus’a (1493 – 1541) ait kayıtlarda hastalığın adını, insanların günahlarına karşılık bir imtihan veya ceza olarak bu durumu gönderdiğine inanılan Aziz Vitus’tan aldığı belirtilmiş. Ortaçağ ve Erken Modern dönemde, özellikle Ren ve Moselle vadilerinde yaşayan halk arasında, öfkeli ruhların veya azizlerin bir “dans laneti” gönderebileceğine dair köklü bir kolektif korku ve inanışın mevcut olduğu biliniyor.

Salgının, Strasbourg’un büyük bir siyasi ve sosyal değişimden geçtiği, aynı zamanda kıtlık, seller, aşırı soğuklar ve veba salgınıyla sarsılmış haliyle eş zamanlı gelişmesinin belli ki bir anlamı var. Şehrin yerleşik soylu sınıfı ile yükselen tüccar ve zanaatkar loncaları arasındaki güç paylaşımına ait gerilim, dönemin sosyal zeminini açıklamak için önemli bir veri. Hümanizmin yükselişiyle, kilise karşıtı duyguların artması, Ortaçağ gelenekleri ile modernleşen bir yönetim yapısı arasında sıkışmış bir “eşik” halinin yaşanması da toplumun taşıdığı ruhsal yükü artırıyor.

Hümanist bilim adamı Paraselcus, bu tuhaf olaya daha seküler bir açıklama getirmeye çalışmış ve bu durumu “Choremania” olarak adlandırmış. Ona göre hastalığın üç nedeni var.

İlki “Chorea Lasciva” denilen, günahkar ve ahlaki açıdan zayıf kişilerde görülen, hayal gücüyle tetiklenen bir mani hali. Bir diğer neden ise “Laughing Veins” (Gülen Damarlar). Bu durum kanın ısınması sonucu oluşuyor ve tamamen biyolojik. Son neden ise, dans görüntüsünün, kişinin zihnini ele geçirmesiyle oluşan bir tür histerik tablo. (Bunlar, modern tıbbın gelişim aşamalarını anlamamıza yardım edecek mükemmel açıklamalar) Paraselcus’un bu yaklaşımının tarihsel açıdan da büyük bir anlamı var. Onun bakışı, hastalığı ilahi bir ceza halinden koparıp doğal nedenlere bağlıyor ki, böylece modern tıbba ilk kez göz kırpılmış oluyor.

Dönemin hakim tıbbi teorisi olan “Galenik Hümoral Teori”ye göre, hastalık “aşırı ısınmış kan”dan kaynaklanıyor. Doktorlar, hastaların bu “yanmış kanı” ancak sürekli dans ederek yani terleyerek vücutlarından atabileceklerine inanıyorlar.

Bir teori daha var.

resim-3-7.jpg
Dans manisi sırasında transa geçmiş bir kadın (Anonim)

Çavdar Mahmuzu, Ergotizm ve Halüsinasyonlar

Bu teoriye göre, dans edenler, olgunlaşan çavdar saplarında büyüyen ve halüsinasyonlara, spazma ve titremeye neden olabilen bir mantar cinsi olan “ergot” yemiş olabilirler. Ergot zehirlenmeleri, Ortaçağ Avrupa’sında, ergot bulaşmış çavdar unundan yapılmış ekmek tüketilmesine bağlı olarak sıkça görülen ve salgınlarla seyreden bir toksikasyon türüdür.

Ekmek yapımında kullanılan çavdar ve tahıl ürünlerini uygun koşullarda kontamine eden ergot mantarı, tarihin pek çok döneminde “ergotizm” hastalığına neden olmuştur. Hastalık, vazokonstrüksiyon (damarların daralması) sonucu, kan dolaşımının kısıtlanması nedeniyle ciltte yanma, periferik nabızda düşüş, periferik duyularda kayıp, ödem ve uzuv kaybıyla sonuçlanan gangrene neden olabilir. Kas spazmları, ishal, mide bulantısı, kusma ve ajitasyona neden olarak halüsinasyon, mani ve psikotik tablolara yol açabilir. (Medikal ergot alkaloid türevleri, geniş bir programda araştırılırken, LSD ilk kez 1938’de İsviçreli Albert Hofmann tarafından sentezlendi. “Psychedelic” özellikleri ise ancak beş yıl sonra anlaşıldı.)

Ancak bu teori savunulabilir görünmüyor, çünkü ergottan zehirlenenlerin günlerce dans etmesi pek olası değil. Ayrıca, bu kadar çok sayıda insanın, ergotun psikotropik aktif maddelerine tamamen aynı şekilde tepki vermesi de beklenmiyor. Bu teori, neredeyse her salgının neden Ren ve Moselle Nehirleri boyunca, suyla birbirine bağlı ancak oldukça farklı iklimlere ve mahsüllere sahip bölgelerde meydana geldiğini de açıklamıyor.

Jonathan Glazer, Strasbourg 1518 ve Çağımızın Kısa Enerji Patlaması

Strasbourg 1518”, Jonathan Glazer’ın 2020 yapımı 10 dakikalık kısa filmi. Film, ürkütücü şekilde boş, loş ve izleyiciyle arasına net bir mesafe koyan “tekinsiz” bir odada geçiyor. Bu atmosfere, İngiliz müzisyen Mica Levi’nin izleyiciyi kafasına vura vura döven elektronik müziği eşlik ediyor.

Glazer, Strasbourg 1518’i “The Zone of Interest”ten hemen önce, Covid’in insanlığı eve kapattığı dönemde BBC için çekmiş. Yönetmenin 1518’deki dans salgınından esinlediği, isminden de anlaşılacağı gibi belli. Tarihsel salgını; toplulukların kolektif bilinçdışının hastalık, sefalet ve baskıya karşı bir protesto psiko – şenliğine dönüştüğü şeklinde bir yorumla filmine taşımış. Film, dansı, hem semptom hem tedavi hem çöküş hem terapi hem kısıtlama hem özgürlük şeklinde yorumluyor ve Covid karantinasını, 1518 dans salgınıyla aynı yerden görüyor.

Dansçıların bedenleri dar alanlarda sendeliyor, atlıyor, dönüyor, zıplıyor, yere yığılıyor, kasılıyor ve dalgalanıyor. Bir kadın düzenli olarak bir su fıçısına doğru koşuyor ve ellerini yıkıyor. Dansçılar dönüyor ve duvarlara çarpıyor.

The Guardian, filmi, “Günümüz sosyal medyasının kaynayan, sürekli değişen, kavga eden ve şaka yapan arenasında toplumsal olarak yarıldığımız, neyin neden trend olduğunu anlamadığımız bir dünyada, histerik bir dansla kendimize geri dönme çabası” şeklinde şahane bir yorumla analiz etmiş.

resim-6-2-001.jpg

Elbette diğer gönderme de, Powell ve Pressburger’in 1948 yapımı “The Red Shoes” (Kırmızı Ayakkabılar) filmi. Film, Andersen’in sihirli kırmızı ayakkabılarını giyerek sonsuza dek dans etmeye mahkum küçük bir kızın öyküsünden esinleniyor. Kırmızı, kırmızı ayaklar, Papa’nın kırmızı ayakkabıları, durmadan dans eden kırmızı ayakkabılar. Bu imgelerin, kolektif bilinçdışının güçlü temsilleri olduğuna şüphe yok gibi görünüyor.

papa-ayakkabi.jpg
Papa'ların Kırmızı Ayakkabıları

Şimdi durun ve ayaklarınıza bakın. Görünmeyen kırmızı ayakkabıları giymeye mahkum edilmiş olabilir misiniz? Ya da hayatınızın sonuna kadar neşeden yoksun ve ölümle sonuçlanan bir dansın kurbanı mısınız?

Belki de dansı bitirmenin zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?

  • Lynneth J. Miller, Divine Punishment or Disease? Medieval and Early Modern Approaches to the 1518 Strasbourg Dancing Plague. Dance Research, 2017.
  • John Waller, The art of medicine A forgotten plague: making sense of dancing mania, The Lancet, 2009.
  • Altan Oruç, Ergotizm, LSD ve Aziz Anthony, 2020, https://medium.com/t%C3%BCrkiye/ergotizm-lsd-ve-aziz-anthony-4853b86a686b
  • Peter Bradshaw, Strasbourg 1518 review – Jonathan Glazer's cathartic spasm of protest for our times, The Guardian, 2020.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Anıl Özgüç Arşivi