
Mehmet Yaşin
Enflasyonun yetiştirdiği sanatçılar!
Araştırmalar, Avrupa’nın enflasyon (zam) şampiyonu olduğumuzu müjdeledi!
Okuyunca içim karardı!
Bir zamanlar fakirin önemli gıdası olan kuru soğan bile, fiyatıyla caka satmaya başlamış.
Anlaşılan, babamın en sevdiği yiyecek olan “Cücüğe” bile hasret kalacağız.
Kuru fasulye bu gidişle öksüz kalacak!
Tarlada çürümeye terk edilen patates de pazarların kralı olmuş.
Tarlada köle, pazar tezgahında tam bir asil!
Pendik Pazarı’ndaki tezgahtar arkadaşlar, bu fiyatları da çok arayacağımızı söylüyor!
Kabahat sadece enflasyonda değil. Zamansız vuran donun etkisi de bizi “Donsuz” bırakacak bu yaz! Onun için sofranıza konan yiyecekleri silip süpürün.
Eğer geriye bir şeyler kalırsa, onları da bir sonraki öğünde değerlendirin.
Rahmetli annem, babamın kısıtlı maaşıyla ay sonunu getirebilmek için mucizeler yaratırdı. Özelikle de mutfakta. Hiçbir şeyi ziyan etmezdi. Kalan yemekleri ertesi gün yeniden başka bir lezzetli yemeğe dönüştürürdü.
Onun için tüm az gelirli ev kadınları gibi yaratıcıydı, damak sihirbazıydı!
Artıkları kullanırken kitaplardaki tariflere bakmazdı. Zaten “Artık yemekleri değerlendirme kitabı” henüz yazılmadı sanırım. Yazmanın tam sırası!
BAYAT EKMEKLERDEN UYDURULAN YEMEKLER
Annem deneyimlerine güvenerek uydururdu daha çok. En çok onun bayat ekmeklerle yaptığı yemeği severdim. Küçük parçalara böldüğü ekmekleri yağda kızartır, üstüne bol soğan (o zaman ucuzdu), biraz salça, az miktarda kıymayla yaptığı biberli sosu dökerdi. En üstüne de sarımsaklı yoğurt gezdirirdi. Sonunda bayat ekmekler, lezzetli “Ekmek Mantısına” dönüşüp, sofraya konurdu.
Annem bu yemeğin adını "Şaştım Aşı" koymuştu. Yani, ne yapacağını şaşırdığı an uydurduğu bir yemekti bu!
Bir de Halep'te yaşayan ablasından öğrendiği bir yemek vardı ki, onu yaptığında ev buram buram sarımsak kokardı. 10 diş sarımsağı ve iki büyük soğanı ince ince kıyar, yağda biraz öldürdükten sonra bir bardak su koyar, soğanlar pişince karışımı kuru ekmek dilimlerinin üstüne dökerdi. Annem yemeğin adını da "Arap Uydurması" koymuştu.
Halep'te kahvaltıda yenen bu yemeği biz akşam öğününde yerdik.
Bir de kalan ekmeklerden, "Ekmek Köftesi" yapardı: Kuru ekmekleri havanda dövüp un haline getirirdi. Bu unu, yumurta, baş etinden çekilen kıyma ve baharatla karıştırıp bir güzel yoğurur, yaptığı köfteleri tavada yağda kızartırdı. Ekmek bol olduğu için köfteler yumuşacık olurdu.
Evimizin nüfusu oldukça fazlaydı: Anne, baba, babaanne, hala ve üç çocuk.
Az bir maaşla yedi nüfusun her gün karnını doyurmak, üstün gayret, yaratıcılık, sabır, ustalık isteyen bir işti.
Rahmetli annem tüm bu yeteneklere, hatta daha fazlasına sahipti.
Nüfus kalabalık olunca tencerelerin boyutu da büyük oluyordu. Onun için annem ne kadar dikkat etse de bir miktar yemek mutlaka artıyordu.
En çok pilavın artmasına seviniyordum. Çünkü o pilavın, ertesi gün sofraya yoğurtlu çorba ve Kadınbudu köfte olarak konacağını biliyordum. İkisi de çok sevdiğim yemeklerin başında yer alıyordu.
Sabah kahvaltısında tabaklarda kalan peynirler (genellikle kalmazdı), akşam sofrasında karşımıza başka bir kılıkta çıkardı.
Annem, peynirleri bir güzel ufalar, domates, marul ve zeytinyağı ile salata yapardı. Tabaklarda kalan zeytinlerin de çekirdeği çıkartılır, bunlardan yapılan zeytinli poğaça, annemin komşu davetlerinde çok beğenilen bir ikram haline dönüşürdü
MAKARNA OMLETİ
Makarna genellikle artmazdı. Çünkü hepimizin çok sevdiği bir yemekti. Ama bazen ev halkından bazılarının işi çıkar, son dakikada yemeğe katılmazlarsa, onların payına düşen ertesi güne kalırdı. Annem bu artık makarnalardan ya makarna böreği ya da makarna omleti yapardı.
Omlet için makarnayı yumurta ve sütle iyice karıştırır, az yağ koyduğu tavada alt üst kızartırdı. Üstüne koyduğu peynir eriyince ortaya muhteşem bir makarna omleti çıkardı.
O zamanlarda, Boğaz’ın yoksul köyü Ortaköy’de oturuyorduk. Tepelerde lüks siteler yoktu. Çiçekçi Artin Amca’nın rengarenk bahçeleri süslerdi köyümüzü!
Annemle babaannem, ellerine birer kör bıçak ve torba alıp, yeşil tepelere çıkarlardı. Arada bir ben de katılırdım bu “Ot toplama takımına.”
Madımak, ısırgan otu, ebegümeci, yabani semizotu ve bilmediğim otları toplarlardı.
Kimini bir iki yumurta, kimini bir avuç pirinç, kimini yufkaların arasına koyup, kimini soğan, kimini domates ile tatlandırıp sofraya koyarlardı.
ARTAN YEMEKLERİ ÇÖPE ATMAYIN
Artıkları değerlendiren sadece annem değildi tabii ki.
Esnaf lokantalarının aşçıları da bu konuda tam bir sihirbazdır. Onlar da artık yemekleri ertesi gün öyle kılıklara sokarlar ki, neyin neden yapıldığını bir bilseniz şaşırıp kalırsınız.
Aslında, genç, yaşlı, bekar, evli herkes "artık yemek" konusunda hassas davranmalı. Bunun birçok nedeni var: Birincisi yaşam çok pahalı, enflasyon yüksek, ücretler düşük.
Satın aldığınız malzemeyi sonuna kadar kullanıp, yemek masrafınızı azaltabilirsiniz.
İkincisi, bu ürünler üretilirken havaya salınan karbondioksit, atmosferi yaşanmaz hale getiriyor. Eğer siz bu ürünü çöpe atarsanız, boşu boşuna karbondioksit salımına neden olmuş olursunuz.
Sözün özüne gelirsek: Artık yemekleri çöpe atmayın ki hem keseniz hem de atmosfer zarar görmesin.