Soykırım

Sonunda oldu. ABD Başkanı 24 Nisan “Ermeni Anma Günü”nde 1915 olayları için “soykırım” dedi.
Devletimizin ağırlık ve saygınlığının yerinde olduğu dönemlerde, Dışişlerinin ABD Başkanına soykırım dedirtmeme çabaları sonuç veriyordu. Başkan Joe Biden’ın, göreve gelmesini izleyen ilk 24 Nisan’da, önceki Başkanların yarım asırdır kullanmaktan kaçındığı o sözcüğü 24 Nisan mesajına dahil etmesinin nedenleri ortada.
Türkiye, son dönemde “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesinin yön verdiği geleneksel dış politikasını kenara itmiş ve diplomasimizin yetkin kadrolarını devre dışı bırakmış, ümmet-mezhep-ihvan eksenli, maceracı, istikrarsız, öngörülemez, yalpa yapan bir politikasızlık içinde debelenip duruyor. Dünya sahnesinde içine düştüğümüz yalnızlık ve kırılganlık bunun sonucu.
Giderek otoriterleşen “şahsım rejiminin” kendi ülkesi içinde hukuk devletini berhava, yargı bağımsızlığını yerle bir eden, demokrasilerin olmazsa olmaz koşulu güçler ayrılığı ilkesini boş geçen, ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, gösteri özgürlüğünü ortadan kaldıran siyaset ve uygulamaları da Türkiye’nin dış dünyada güç ve saygınlık yitirmesine ayrıca katkıda bulundu.
ABD ile ilişkilerimiz özelinde de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başkan Trump’la teke tek iş tutma tercihi nedeniyle Amerikan Kongre ve medyasının ihmal edilmesi, soykırım meselesinde bize her zaman güçlü destek veren Yahudi lobisinin “one minute” olayıyla kaybedilmiş olması, bir NATO üyesi olarak gidip Ruslardan S-400 füzeleri almamız ilişkileri derinden sarstı. Suriye’de YPG’ye verilen destek, Fethullah Gülen’in ABD’de barınıyor olması, Halkbank davası, Türkiye’de birçok kişinin başını ağrıtacak ifadelerin ortaya saçılacağı anlaşılan Rıza Zarrap davası gibi bir dizi başka neden de bu ülkeyle ilişkilerimizde bizi savunmasız kılıyor.
Tüm bu etmenlerin sonucu olarak, Türkiye’nin ABD nezdindeki stratejik değeri aşındı ve Biden, Türkiye’yi infiale sürükleyecek bu girişimi göze alabildi.


1915’te Anadolu’da bin yıldır yerleşik olan Ermenilere yaşatılan felaketin boyutlarını görmezlikten gelmek ve bunu Birinci Dünya Savaşı koşullarında vuku bulan başka trajedilerle bir tutmak mümkün değildir. Çünkü burada söz konusu olan bir Devletin kendi vatandaşlarına reva gördüğü muameledir.
Türkiye’nin bunca yıl ABD Başkanının ağzından soykırım kelimesini duymamak için verdiği mücadelenin nedeni, 1915 ve izleyen yıllarda meydana gelen olayların vahametini inkâr etmek filan değil, bunların soykırım olarak kabul edilmesinin hukuki sonuçlar doğurması korkusuydu. Soykırım tanınırsa arkasından tazminat, hatta toprak taleplerinin gelebileceğinden duyulan endişe.
Nedeni ne olursa olsun, 1915 olaylarının en ağır tanımlamaları hak eden bir kırım olduğundan kuşku duymamakla birlikte, bunların hukuki sonuçlar yaratacak şekilde “soykırım” olarak nitelendirilemeyeceğini düşünüyorum. Olaylar 1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesinde yapılan tarifin dışında kalıyor. Zaten, sözleşmeye göre, bir tarihi hadisenin soykırım olup olmadığına ancak o hadisenin vuku bulduğu ülkenin bir mahkemesi veya bu amaçla yetkilendirilmiş bir uluslararası mahkeme karar verebiliyor. Üstelik Sözleşme geriye işlemiyor.
Yani, 1915 olayları Biden söyledi diye soykırım olmuyor.
Bugüne kadar yürütülen mücadeleyi bir de “alnımıza soykırımcı damgası vurulmasın” diye verdik. Oysa insanlığa karşı suçların bütün bir millete mal edildiği görülmüş duyulmuş değildir. Soykırım gibi bir suçtan ancak o soykırımın failleri sorumlu tutulur. Türk milleti değildir sorumlu olan. Zaten bizi millet olarak suçlayan da yok.
Dünya tarihinin en büyük canavarlıklarından biri olan Holokost (Yahudi soykırımı) nedeniyle Alman milletini toptan suçlamak kimsenin aklına gelmiyor. Tersine, Almanlar bugün milletler ailesinin en çok saygı ve hayranlık uyandıran üyelerinin başında geliyor.
Ayrıca her milletin tarihi şan ve şereflerle olduğu kadar, utanılacak olaylarla da dolu. Biz de bunun istisnası değiliz. Bunu kabullenmeli, gerçekle yüzleşmeli, ders çıkarmalı ve geleceğe bakmalıyız.
Bugün yapmamız gereken şey öncelikle Ermeni vatandaşlarımızın bu son gelişmeden zarar görmelerine engel olmak, onları küçük düşürücü, ötekileştirici söylemleri günlük dilimizden söküp atmak ve merhum Hrant Dink’in ifade ettiği gibi, içine hapsoldukları güvercin ürkekliğinden kurtarmak olmalı.
Buna koşut olarak, bugüne kadar Dağlık Karabağ sorunu nedeniyle Ermenistan’la normalleştiremediğimiz münasebetlerimizi, sorun çözümlendiğine göre, giderek bir iyi komşuluk ilişkisine dönüştürecek adımları atmaya başlamalıyız.
Biden ne dediyse dedi… Biz enerjimizi kendimize zarar verecek tepkilere değil, bölgemizde barışın tesisine yönelik çabalara harcamalıyız.
Bize düşen görev, nefret ve düşmanlık üretmek değil, barış ve huzur içinde birlikte yaşamanın yollarını döşemektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kaya Türkmen Arşivi