Telgrafhane

"Uyumayacaksın

Memleketinin hali

Seni seslerle uyandıracak

Oturup yazacaksın

Çünkü sen artık o sen değilsin

Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin

Durmadan sesler alacak

Sesler vereceksin

Uyuyamayacaksın

Düzelmeden memleketin hali

Düzelmeden dünyanın hali

Gözüne uyku giremez ki...

Uyumayacaksın

Bir sis çanı gibi gecenin içinde

Ta gün ışıyıncaya kadar

Vakur metin sade

Çalacaksın."

Böyle diyor koca Melih Cevdet “Telgrafhane” şiirinde. “Memleketin hali” diyor. “Oturup yazacaksın” diyor. “Bir sis çanı gibi gecenin içinde, gün ışıyıncaya kadar çalacaksın” diyor. 

Ben de yazıyorum iki küsur yıldır. Memleketin hali yazdırıyor bana. Ondan gayrı ilhama da gerek yok. O söylüyor, ben yazıyorum.

Memleketin halini yazıyorum. İktidarın memleketi ne hallere soktuğunu. 

Hukuksuzluğu yazıyorum. Kuralsızlığı yazıyorum. Ahlaksızlığı, hırsızlığı yazıyorum.

Ekonominin ne hallerde olduğunu yazıyorum. Patatesi yazıyorum. Soğanı yazıyorum. Sütü, kıymayı yazıyorum. Ev kiralarını yazıyorum. Açlığı, yoksulluğu yazıyorum.

Demokrasiyi yazıyorum. Özgürlükleri yazıyorum. Yasakları yazıyorum. Dış politikada yapılan hataları yazıyorum. Memleketi dünya sıralamasında nerelere getirdiklerini yazıyorum. 

Pazar günü yapılan seçimlerden sonra da yazmak gerekiyor. Yazı üstüne yazı yazarak bütün benliğimle desteklediğim aday kazanamadı, yenildi diye yazmaktan kaçınmak olmaz. Bu yenilginin bir analizini yapmak gerekir.

Pazar akşamı sonuçların ilan edilmesinden itibaren “Kampanya yanlıştı” diyenlerden, “Yanlış ittifak kurdu” diyenlerden, “Hiçbir getirisi olmayan partilere bol keseden milletvekilliği hediye etti” diyenlerden geçilmiyor ortalık. “Akape artıklarıyla, MHP kaçkınlarıyla mı birleşmeliydi?” diyorlar. “Hesap uzmanı mıymış? Sevsinler” diyorlar. 

İşin tuhaf yanı Kılıçdaroğlu’nun kazanacağına ciddi şekilde inanmış olanlar da söylüyor bu sözleri. 

“Ben demiştim” diyenler, “Yanlış adaydı” diyenler, “Anadolu insanı aleviye oy vermez demedik mi?” diyenler, “On kez seçim kaybetti, artık çekip gitmeli” diyenler öfke saçıyorlar. “Haksızlar” diyemiyorum. Ama Kılıçdaroğlu’nun doğru aday olduğunu savunmuş biri olarak bugün tersini söyleyecek değilim.

İmamoğlu veya Yavaş karşısında kazanamayacağını bilen Erdoğan’ın baştan beri Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını arzu ettiğini, anketlerde hep önde çıkan İmamoğlu’nun yargı yoluyla, Yavaş’ın ise “Kürtler oy vermez” söylemiyle önünün kesildiğini, böylece Kılıçdaroğlu’nun adaylık yolunun açıldığını söyleyenler var. Mantıksız gelmiyor.

Seçimleri neden hep Akape’nin kazandığını sosyolojik gerçeklerden yola çıkarak açıklayan aydınlatıcı analizler yapılıyor. Bu sosyolojik gerçeklerinin 28 Mayıs seçiminin sonuçlarını nasıl etkilediğini anlamak, tartışmak gerekir.

Kanunsuz bir şekilde üçüncü kez Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın yıllardır sürdüregeldiği kutuplaştırıcı siyasetin de seçim sonuçlarına etkisini tartışmak gerekir. 

Ama sağlıklı bir tartışma yapılmasını engelleyen bir olgu var ki o da seçimlerin son derece adaletsiz ve eşitsiz olduğu.

Bakanların milletvekili seçilmelerine rağmen bakanlığı bırakmayarak cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda da devlet gücünü hukuksuz biçimde kullanmayı sürdürmeleri, devlet imkanlarını sonuna kadar kullanmaları; açılışlar, törenler yapmaları, böylelikle propaganda giderlerini de devlete yıkmaları, aslında devlet faaliyeti olan tören ve açılışların seçim dönemine denk getirilmesi ayıp işlerdi.

Ama iktidardaki siyasi kadro adil olmak gibi ahlaki bir kaygı taşımıyor. 

Camiye, kışlaya reislerinin posterlerini astılar. İftira videoları çektiler, ahaliye izlettiler. Çakma internet siteleri açtılar, sahte afişler bastırdılar. Sivil toplumun organize ettiği seçim gözlemcilerine gözdağı verdiler, tehdit ettiler. 

“Onlar Kandil’den emir alıyor, biz Allah’tan emir alıyoruz”, “Onlar kazanırsa şampanya patlatacak, biz kazanırsak şükür namazı kılacağız” tarzı abuk sabuk laflar ettiler.

Devletin yayın kuruluşu adaylardan birine 27 saat, diğerine 27 dakika yer verdi yayınlarında. Muhalefet adayının sesinin duyulmaması için her yola başvurulurken iktidarın adayı dopingli olarak çıkıyordu yarışa.

28 Mayıs’ta yarışan adaylardan Erdoğan 27.834.692, Kılıçdaroğlu 25.504.552 oy aldı. Arada 2 milyon 330 bin oy fark var. Yani toplam seçmenin yaklaşık yüzde ikisini oluşturan bir milyon 165 bin kişi farklı oy kullansaydı bugün Kılıçdaroğlu’nun zaferini kutluyor, Bay Kemal’i yerlere göklere sığdıramıyor olacaktık.

Gözden kaçırılmaması gereken bir nokta daha var: Bir milyon 165 bin seçmen sonucu belirledi. Erdoğan’a oy veren ithal seçmen sayısı 3 milyon 600 bin. “Çeşitli yollarla vatandaşlık kazanan Suriyeliler, Afganlılar, Libyalılar, Mısırlılar vb. olmasaydı Erdoğan kazanamazdı” diyenler var. “Yok öyle bir şey” diyebilir miyiz?

Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybetmesini eleştirirken daha insaflı bir dil kullanılması gerektiği düşüncesindeyim. Bütün olumsuz koşullara rağmen  %48 almak az buz iş değil. Verdiği devlet adamlığı dersi de yanımıza kâr.

Böyle olmakla birlikte partide demokratik yöntemlerle kan değişimine yol açacak şekilde davranma sorumluluğunu göstereceğinden de kuşkum yok.

Ve... Yazmaya devam. Gün ışıyıncaya kadar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kaya Türkmen Arşivi