Unutulan çevre suçları

“Dünya son hızla bir felakete gidiyor, insanlığın ve de devletlerin umurunda değil. Birkaç yüzyıl sonra ne oturacakları vatanları ne de soluyacakları hava kalacak. Durum bu kadar net.” 

İklim Zirvesine katılan yaşı 80’i geçmiş bir bilim insanının sözleri böyle…

İnsanların son 200 yılda mavi gezegenin ömrünü kısalttıkları bir gerçek. Bu gerçeği hala kavramayanların aklına şaşmak lazım. Bu sistemden nemalananların yıllardır sığındığı, “Doğa kendini tamir eder” lafı koskoca bir yalan… 

İnsanlar unutsa da doğa bırakılan hesapsız, kitapsız izleri kolay kolay silemiyor. Büyük insanlığın(!) doğa suçlarıyla karşı karşıyayız. Biz kendimize bakalım…

Ülkemizde son 24 yılda işlenen çevre suçları inanılmayacak kadar çok.

Bizdeki durum hızlı ve kolay para kazanmadan kaynaklı. Para hırsı çevre, doğa falan tanımıyor. Şimdi unutturulmaya çalışılan, medyanın pek ilgilenmediği çevre suçlarını bir hatırlatalım.

Herhalde bir sivri akıllı binlerce yıl önceki Truva hazineleri gibi altın takıları rüyasında gördü ve felaket öyle başladı. Türkiye milenyum çağında bir altına hücum serüvenine girişti. Önce Bergama sonra sırasıyla Ege ve Karadeniz Bölgeleri hedef seçildi. Gözlerini diktikleri öncelikli yer Kuzey Ege oldu. 

Kulağa hoş gelen, “Yeraltı zenginliğimizi değerlendiriyoruz” sloganıyla delik deşik edilen Anadolu coğrafyası, yok olan ormanlar vardı artık. 

Maden arama ve tesis kurma ruhsatlarında öncelik, Anadolu’nun oksijen deposu sayılan Kazdağlarıydı… Binlerce hektar alanı parsel parsel ruhsatlandırılan mitolojinin mekanı bu dağ silsilesinde, sadece bir altın madeni için 400 bin ağaç kesildiği çevrecilerin akıllarında kaldı, diğerleri çabuk unuttu. 

Ülkemizin değil, dünyanın en önemli fındık üretim merkezlerinden sayılan Ordu’da, doğanın altın değerindeki armağanı bu kabuklu yemişten vazgeçilerek atık barajları için binlerce ağaç söküldü. Oysa fındık üreticisi, modern tarım yöntemleriyle desteklenseydi altın madeninden çok daha fazlası kazanılacaktı. Ordu ve Erzincan yöresinde siyanür sızıntılarının nasıl büyük tehlike yarattığı da unutulanlar sayfasında. 

Vadilerin binlerce yıllık dostu ırmaklar, dereler üzerine hesapsız kitapsız kurulan Hidroelektrik Santralleri (HES) başta Doğu Karadeniz olmak üzere Anadolu’da su ve toprak dengesini bozdu. Firmaların söz vermelerine rağmen derelere can suyu bile bırakılmadı, dereler kurumaya terk edildi.

Denge bozulunca önce kuraklık, ardından ani su baskınları artık sıradan mevsimsel hadiselerden…

Bölgede yağış ve su bolluğunun fırsat olduğunu değerlendiren bazı gözü açıklar, dereleri bilmeyen Ankara bürokrasisinden izinler çıkarıp ruhsat sahibi oldular. Mühendisliğe sırt çevirerek bir derenin üzerinde birden fazla HES yapımına böylece fırsat verildi. Ayrıca Doğu Karadeniz yaylalarına ‘yeşil yol’ adı altında asfalt döküldü, kaçak yapılar arttı. Sonradan bazı yıkımlara giriştiler ama atı alan Üsküdar’ı geçmişti. 

Bacaları zehir saçan, filtre takmamalarına göz yumulan termik santraller... Yine hesapsız yapılan atık suyu yeraltı yerine yerüstü kaynaklarına bırakılan jeotermal santraller… Doğanın en büyük seri katilleri taş ocakları…Denizlerde müsilaj…Kuruyan nehir ve göller…Plansız betona gömülen kent ve kasabalar… Yok olan tarım alanları… Daha sayalım mı? 

Hepsi unutuldu ama doğa unutmayacak. Bir gün mutlaka hesap soracak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cengiz Erdil Arşivi