Begüm Erdoğan

Begüm Erdoğan

Neil Gaiman’ın Yaratıcı Ruhu

Meraklı bir ruhu var Neil Gaiman’ın. Mitolojiye, farklı kültürlerin anlatı ve yaşantılarına açık bir merak ve heyecan duyuyor. Sonra da nazikçe biriktirdiği bu bilgileri, ruhundaki yaratıcılığı çıkartmakta bir araç olarak kullanıyor. Tabii bunlara ek olarak geniş edebi ve felsefi bir birikimi olduğunu da rahatlıkla sezdiriyor Gaiman. Onun dünyaları her zaman insanın değişik toplumsal ve bireysel varoluşlarına dair ilginç hikayeler anlatan yerler oluyor.

“Amerika’da inanılan tüm tanrılar gerçek olsaydı, nasıl olurdu?” diye soruyor mesela “Amerikan Tanrıları” kitabında ve değişen toplumsal dinamiklere değiniyor. “Sandman” çizgi romanıysa Morpheus veya “Düşler Kralı” olarak bilinen ve felsefi olarak bilinçaltını temsil eden, Sandman karakterini takip ediyor. Aynı evrenden fırlayan “Dead Boy Detectives” çizgi romanında ise daha muzip bir havayla trajik bir şekilde hayatını kaybeden iki çocuğun, ölümden sonraki hayatlarında dünyada kalmaya devam edip cinayetleri ve gizemli olayları çözmesini anlatıyor. Dahası, bu iki çizgi roman da, sevenlerini mutlu ederek yakın tarihte Netflix’e uyarlandı.

The Sandman, 2022 (Netflix)

Dizinin başında Morpheus, ölümle pazarlık yapmak isteyen açgözlü insanlar tarafından hapsedilmiştir. Onlarca senesini sessizlik içerisinde, çıplak ve güçsüz geçirmiştir. Tutsaklığından kurtulduğundaysa Düşler Krallığına gider ve buranın onun yokluğunda tamamen değişmiş olduğunu görür. En yakın asistanının yardımıyla maceralarına başlar ve Düşler Krallığını eski haline döndürmek için çalışır. Biz Morpheus’u takip ederken, DC evreninden tanıdığımız karakterler de görsele girip çıkar. Mesela Constantine’i görürüz ancak ismi “John” değil “Johanna”dır. Aynı zamanda Gwendoline Christie’nin canlandırdığı Lucifer Morningstar’ı cinsiyetsiz ve güçlü bir karakterde görüyoruz. Ana karakter Morpheus’sa tüm maceraları içinde sakin ve nadiren empatik olan bir anti-kahraman olarak karşımıza çıkıyor. Varlığının sonu olmayan, zaman üstü bir karakter Morpheus ya da “Sandman”. Bu sebeple, ahlak onun için çok anlamlı değil fakat şefkatli bir tarafı olduğunu da görüyoruz. Bu da onun hikayesini, tüm “anti-kahraman” hikayelerinden farklı ve daha gerçek hissettiriyor.

Dead Boy Detectives, 2024 (Netflix)

“Sandman” çizgi romanının 25. Sayısında ortaya çıkan karakterlerin kendine has muzip ve tatlı bir dinamiği var. Biri 1980’lerde diğeri 1910’larda ölen iki hayaletin özellikle doğaüstü karakteristiğe sahip gizemleri çözmesini anlatıyor. Dizi oldukça sürükleyici, ancak ilk bölümün on beş ila yirmi dakikasına aldırmamanız gerekiyor. Bir de görsel efektler biraz komik yapılmış ama şahsen beni rahatsız etmedi. Hatta dizinin komik ve kendini çok da ciddiye almayan havası içerisinde uyumlu olduğunu düşündüm. Yani şöyle düşünebilirsiniz, “Hayalet Avcıları” (orijinal adıyla “Ghostbusters”) bir gençlik dizisine dönüştürülmüş ve içinde Neil Gaiman’ın dehasından serpiştirilmiş. Sonuçta “Neşeli korku” diye çevirebileceğimiz “whimsical horror” türünden keyifli bir izlence.

Neil Gaiman, aynı zamanda her iki dizide de yapımcılar arasında rol almış. Böylece zihninden çıkan içerik tamamen farklı bir şekilde yorumlanmaktansa, kendi vizyonuna paralel kalmış. Belki onun da yaratıcı kararlarda söz sahibi olmasıyla, ortaya düşündürücü ve ilginç iki dizi çıkmış. Tüm bu özgünlüğün yanında, değişik ırk, cinsiyet ve cinsel yönelimden karakterlerle daha renkli ve kapsayıcı bir evren oluşturmayı ihmal etmediklerini de belirtelim. Hepsini bir arada düşünürsek Neil Gaiman keyifli olan bir anlatı sunmayı başarıyor, her zamanki gibi.

Platformlarda İzleyebileceğiniz Korku Filmleri

Efsane korku filmi yönetmenlerinin yaktığı meşaleyi devralanlar tarafından çekilen bu filmler, sizi oldukça gerecek.

  1. Suspiria (2018) TV+

Bu film aslında İtalyan korku sineması ekolünün en önemli isimlerinden Dario Argento’nun aynı isimli eserinin yeniden uyarlaması. Argento’nun filmi bir kült korku klasiği haline gelmiş durumda ve böyle filmleri uyarlamak oldukça zor. Ancak filmin yönetmeni Luca Guadagnino (geçen hafta bahsettiğimiz “Beni Adınla Çağır”dan ya da vizyondaki filmi “Challengers”dan tanıyabilirsiniz) kusursuz bir iş çıkartıyor. İçinde gizil karanlıkların olduğu dünyaca ünlü bir dans okulunda geçen filmde, Chloë Grace Moretz ilk bakışta saf olan bir dans okulu öğrencisini ve Tilda Swinton karanlık arzuları olan bir sanat yönetmenini oynuyor. Tilda Swinton’ın böyle tuhaf roller için yaratılmış olduğunu düşünürseniz, ne kadar zevk alacağınızı hayal edebilirsiniz. Eğer bunlar sizi filmi izlemeye ikna etmediyse son hücumu da filmin müzik departmanı yapıyor çünkü müzikleri yazan Radiohead’in efsanevi solisti ve müzik yazarı Thom Yorke’dan başkası değil. Sonuç olarak filmin çarpık renklerle bezenmiş atmosferi, Yorke’un müzikleriyle mükemmel bir uyuma ulaşıyor.

  1. Altıncı His (The Sixth Sense) (1999) Disney+

Hikaye anlatıcılığının büyüsünü hissedeceğiniz bir film “Altıncı His”. Başrollerde Bruce Willis ve çekim sırasında 11 yaşındaki Haley Joel Osment olan film, küçük bir çocuk olan Cole Sear’ın terapistiyle olan ilişkiyi konu alıyor. Cole’un özel bir durumu var. O, ölü insanları görebiliyor ve onlarla iletişim kurabiliyor. Ufacık bir çocuk için korkutucu ve hayatını alt üst edebilecek bir durum tabi bu anlayacağınız. Biz de Cole’un bakışından daha masum ve savunmasız olan bu karakterle bağdaşıyoruz ve oldukça gergin bir seyir deneyimi yaşıyoruz. M. Night Shyamalan tarafından yönetilen filmin özellikle seyirciyi ustalıkla taşıdığı finali en akılda kalıcı kısmı olsa da şahsi fikrim filmin gerçek gücünün başka bir yerde olduğu yönünde. Bana sorarsanız, bu eser vardığı finalle değil, gergin bir perdenin ardında duygusal bir insanlık anlatısı sunmasıyla kalplerde yer ediniyor.

  1. Kapan (Get Out) (2017) Amazon PrimeVideo

Jordan Peele’nin yönetmen ve yazar koltuğunda oturduğu film, Chris Washington adlı ana karakterin bir hafta sonunda beyaz kız arkadaşının ailesiyle tanışmak için evlerine gitmesini konu alıyor. Bir anda kendini liberal beyaz bir toplum içerisindeki tek Afrikalı Amerikalı olarak buluyor Chris ve işler hızla karanlıklaşıyor. Film, önemli mesajlar veriyor ve Amerika’daki içselleştirilmiş ırkçılığın temellerinde hala köle ticareti olduğunu hatırlatıyor. Toplumsal hafızadan kölelik olgusunun silinmeye çalıştığı bir Amerika tasvir ediyor bir taraftan da. İzlerken Amerika’da, Afrikalı Amerikalı olarak var olmanın ne demek olduğunu anlatmadığını fark ediyorsunuz, çünkü yaşatıyor. Filmde ne büyük starlar var ne de çekimi için büyük bir bütçe ayrılmış. Yine de bu Peele’nin seyircisini sımsıkı yakalamasını engellememiş. Bu nedenle, gerçek bir başarı.

  1. Parçalanmış (Split) (2016) Amazon PrimeVideo, Netflix

Altıncı His’in yönetmeni M. Night Shyamalan’ın bir diğer filmi olan bu yapım, çoklu kişilik bozukluğu olan Kevin adında bir adamın üç genç kızı kaçırmasını konu alıyor. Kevin’ın toplam 23 kişiliği var ve bunların her birisi, kendisine has bir havayla canlanıyor başroldeki James McAvoy’un yüzünde. Yalnız bir önemli durum var ki bu kişiliklerden biri diğerlerine hiç benzemeyen ve “Canavar” olarak adlandırdıkları bir şey. Canavar’ın ortaya çıkmasını ve kızların hayatlarını kurtarmak için kaçmasını beklerken, tırnaklarınızı yemeyin dikkat edin. Film karanlık ve etkileyici psikolojik arka planının yanında, insan doğasının zor koşullar altında hayatta kalmak için zihninin nasıl çalıştığına dair karanlık bir bakış açısı sunuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Begüm Erdoğan Arşivi