Begüm Erdoğan

Begüm Erdoğan

Şefkat Günlüğü

Şefkat ve empatiyi nasıl anlatırsınız? Belki “Can Dostum”daki gibi sıkı bir dostluk anlatısı ya da “Yeşil Yol” gibi bir hikaye gelebilir aklınıza ama muhtemelen bir sapık takipçi hikayesi gelmeyecektir. 11 Nisan’da Netflix kütüphanesine giren “Baby Reindeer” tam olarak bunu yapıyor. İlginç ismi ve posteriyle dikkatinizi çekmiş olabilecek bu dizi, odak noktasında psikolojik olarak sıkıntılı bir takip hikayesi olsa da aslında şefkat ve empati hakkında bambaşka bir kurgu sunuyor.

Netflix’te sapık takipçi hikayesini “You” gibi dizilerle görebiliyoruz. Ancak bu konuyu hiç bu kadar derin bir yara olarak izlemediğinizi garanti edebilirim. Peki ya onu kıymetli yapan ve “You” gibi benzer konulu yapımlardan ayıran nedir?

Baby Reindeer, 2024 (Netflix)

Richard Gadd adlı komedyenin başından geçmiş gerçek bir hikayeyi konu alıyor dizi. Netflix diziyi; “müzmin bir komedyenin savunmasız bir kadına nezaket göstermesi, bu iki hayatı da mahvedebilecek boğucu bir takıntıyı başlatır”, şeklinde özetlese de Baby Raindeer bundan çok daha fazlası.

Gadd, başından geçmiş bir hikayeyi anlatıyor ve bunu yaparken kendisini sütten çıkmış ak kaşık gibi gösterme çabasına girmiyor. Özellikle ilk bölümlerde ona kızmamak zor. Ancak dördüncü bölümden sonra Gadd’ı çok daha yakından tanıyor ve onun neye neden o şekilde tepki verdiğini anlıyoruz. O sahneleri izlerken kalbiniz kırılıyor, Gadd’a sarılmak istiyorsunuz. Gadd bunun ötesinde sapık hikayelerinin genel olarak çok cinsellik ekseninden yaklaşıldığını belirtiyor ve kendisinin konuya bu şekilde yaklaşmak istemediğini söylüyor. “Sapıklık bir psikolojik rahatsızlık. Sapıklığın katmanlarını daha önce televizyonda görmediğim bir insan kalitesiyle göstermeyi gerçekten istedim. Bu, tersine dönen bir sapkın hikayesi.”

Gerçekten de Gadd bir klişeyi alıp tersine çevirmeyi başarıyor. Martha’yı onun gözünden sapkın ve tehlikeli bir ruh olarak görüyoruz ama onun içerisinde de kendi içinde de kırılmış parçaların aslında çok farklı olmadığını gösteriyor. Bu çarpıcı yapımı önermemin en önemli sebebi şefkat ve sevgi hakkında söyleyecek önemli şeyleri olması. Sonunda gözyaşlarımı tutamayıp ağladığım doğrudur.

begum-site-gorsel.jpeg

You, 2018 (Netflix)

You adlı dört sezonluk dizi de Netflix’in kütüphanesinde ve yine bir takıntılı sapığın hikayesini anlatıyor. Ancak bu hikaye “Baby Reindeer”in sahip olduğu incelikli yapıdan biraz daha uzak. Çıktığı dönemde özellikle ilk sezonuyla büyük kitlelerce izlenen dizi, takıntılı bir kitapsever olan Joe Goldberg'in hikayesini anlatıyor. Joe, dışarıdan sevgi dolu bir adam gibi görünürken, aslında saplantılı ve tehlikeli bir karakter ve New York'ta bir kitapçıda çalışırken, Beck adında genç ve güzel bir kadını görüyor ve ona “aşık” oluyor. Sosyal medyayı ve teknolojik imkanlarını kullanarak Beck’in hayatına girip onu kontrol etmeye çalışıyor. Tahmin edeceğiniz gibi işin sonu pek de hoş bitmiyor.

“You” sürükleyici bir hikaye ve sosyal medya paylaşımları hakkında uyarıcı nitelikte bir anlatı sunuyor. Gizemli bir atmosferi olan diziyi izlerken ister istemez Joe’yu tanıyoruz ve bu tüyler ürpertici ve heyecan verici bir deneyim.

Bu iki yapım odak nokta ve tema olarak aynı olsalar da bu kadar farklı olmaları dikkat çekici. Bir taraftan da “You” ile yan yana koyulduğunda “Baby Reindeer” bir değerli taş gibi parlıyor. “You”dan daha iyi olduğu için değil, insanın şefkat kapasitesi ve yaralarımız hakkında değerli bir anlatı sunduğu için.

Platformlarda İzleyebileceğiniz Romantik Filmler

  1. Aşk Ve Gurur, 2005 (Pride & Prejudice) (MUBİ)

Jane Austen’in meşhur romanından uyarlanan film, zeki ve normlara uymayı reddeden Elizabeth Bennet rolünde Keira Knightley, gururlu ve yakışıklı Bay Darcy rolünde de Matthew Macfayden’ı ekrana taşıyor. Bu klasik hikayeyi günümüz izleyicisi için vazgeçilmezler arasına sokmayı başarıyor filmin yönetmeni olan Joe Wright. Bunun yanında, iki başrol arasındaki çekim de izleyenler için vazgeçilmez bir tercih haline gelmesinde etkili. Austen’in eserindeki toplumsal sınıflarla alakalı söylemi devam ettiriyor tabii ve Bennet ailesinin güzelliğini ortaya çıkartıyor. Özellikle kız kardeşlerin ve ailenin ilişkileri kalplerimizi ısıtıyor, bir taraftan da görseller ve müzikle çok hoş bir rahatlık sunuyor. Bu sebeplerle film bugün tekrar tekrar izlenen bir klasik haline gelmiş durumda.

  1. Kefaret, 2007 (Atonement) (MUBİ)

Yine Joe Wright tarafından yönetilen bu film, Ian McEwan’ın aynı isimli romanından uyarlanıyor. 1935 İngiltere’sinde 13 yaşındaki Briony Tallis’in (Saoirse Ronan) bir olayı yanlış yorumlamasından dolayı değişen ve hırpalanan hayatları anlatıyor. İnsan doğasının karmaşıklığı, savaş ve suçluluk duygusu hakkında düşündürürken, bir taraftan da hüzünlü bir aşk anlatısı sunuyor. Hem savaş hem de romantik drama ögelerine sahip olan film, yıldızlarıyla parlıyor. James McAvoy, Keira Knightley ve özellikle de Saoise Ronan başarılı performanslarıyla, hikayenin tüm duygusal derinliğini izleyiciye aktarmayı başarıyor. Filmin çekildiği sırada 13 yaşında olan Saoirse Ronan’ın bu filmle aynı zamanda ilk Oscar adaylığını aldığını da belirtmeden geçmeyelim. Bu genç ve inanılmaz yetenekli oyuncunun erken bir yapımını izlemek de ayrı bir keyif.

  1. Beni Adınla Çağır, 2017 (Call me by your name) (Netflix)

André Aciman'ın aynı isimli romanından uyarlanan bu romantik yapım, 1980’lerin İtalya’sında sakin ve olaysız bir sayfiye yerinde geçiyor. 17 yaşındaki Elio (Timothée Chalamet) babasının yanında çalışan geçici asistanı Oliver’a karşı hisler beslemeye başlıyor, zaman içerisinde de ikili arasında cinsel ve duygusal bir ilişki başlıyor. Elio’nun kendisini ve cinsel kimliğini keşfetmesi için ilk bakışta zıttı olduğunu düşünebileceğimiz Oliver’ı görmek, bu genç ve biraz çekingen genç adamın içinde yatan potansiyele samimi bir bakış atabilmemizi sağlıyor. Filmin en güçlü yanlarından biri de mekanların kişiliklerini yansıtarak, İtalya’nın pastoral güzelliklerinin sanki bir karakter gibi hikayeye katılması. İzlerken, mekanın tatil beldelerine özgü sıcak sakinliğini inanılmaz bir netlikte hissediyorsunuz, sanki Elio ve Oliver konuşurken esen hafif rüzgar, sizin de eteklerinize değiyor.

  1. Aşk ve Küller, 2010 (Blue Valentine) (BluTV)

Bazılarınca “anti-sevgililer günü” filmi olarak da anılan bu film, Dean ve Cindy karakterleri arasındaki aşkın değişik evrelerini işliyor. İlişkinin içerisinde zamanla yıpranan romantizm ve tutkunun nasıl şekil değiştirdiğini anlatıyor. Ryan Gosling ve Michelle Williams’ın başrolü paylaştıkları yapımda, sadece romantizm değil bunun ötesinde, toz pembe gözlükleri bırakıp ilişkilerinin karmaşıklığını izleme şansı buluyorsunuz. Bu anlamda da aşkın ve romantizmin daha gerçekçi bir portesini çizmeyi ve acısıyla tatlısını birlikte sunmayı başarıyor film. Gosling ve Williams da dikkate değer performanslar veriyorlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Begüm Erdoğan Arşivi