Mutlu Hesapçı
“Yaptığım işin bir fikir, bir ideoloji taşıması önemli”
Bazı ezgiler sadece kulağa değil, vicdana, hafızaya ve kalbe dokunur. İklim Tamkan, Arno Babajanian’ın “Élégie” adlı eseriyle yalnızca notalara değil, belleğe, acıya ve barışa da dokunuyor. Müziğiyle sessiz kalanı konuşturan, geçmişle yüzleşmeye zarafetle alan açan Tamkan, bu özel projede bir melodiyi ideolojiye, bir kaydı vicdana dönüştürüyor. İklim Tamkan’a eserin yarattığı derin duyguları, anlamını ve müzik yolculuğunu sordum.
İklim Hanım yeni tekliniz “ÉLÉGIE”, dijital platformlardaki yerini aldı. Sizin için nasıl bir çalışma oldu, nasıl bir eser ve anlamı nedir?
Élégie aslında uzun yıllardır repertuvarımda olan, konserlerimde defalarca seslendirdiğim bir eserdi. Ancak bu eseri kendi yorumumla solo olarak kaydetme ve kliplendirme fikri hep aklımdaydı. Bu süreç sadece müzikal bir çalışma değil, aynı zamanda çok derin bir içsel yolculuğa dönüştü. Zamanla eserin hikâyesi benim için daha da güçlendi ve hissettirdikleri yoğunlaştı. Karşılaştığım insanlar, tesadüfler ve yaşanmışlıklar bu kaydı benim için en anlamlı kılan unsurlar oldu. Arno Babajanian’ın bu olağanüstü kompozisyonu içinde hem kaybı hem de direnci barındırıyor. Bu kayıt benim için artık yalnızca bir müzik projesi değil; aynı zamanda barış ve bir arada yaşama dair bir fikir ve ideoloji taşıyor. Değerli yazar Takuhi Tovmasyan ve ailesinin bana armağan ettiği bir dünya, çok değerli bir anıt haline geldi.

“Müzik herkes için çok kişisel bir yolculuktur”
Bu lirik eser hangi duygularla yazılmış, sizde neler uyandırıyor ve dinleyenlere vermek istediğiniz duygular neler?
Eserdeki temel duyguların kayıp ve direnç olduğunu düşünüyorum. Kaybı, neredeyse suskunluğa karışan o ince melodilerde, direnci ise tüm piyanoyu dolduran geniş akorlarda duyuyorum. Eseri çalarken kendimi çok değerli bir hikâyeyi evrensel bir hafızaya dönüştürüyor gibi hissettim. Bende uyandırdığı sükûnet, içten bir kırılganlık ve sessiz bir burukluk hissi, kapak fotoğrafımızda kullandığımız o aile fotoğrafına baktığımda hissettiklerimle neredeyse birebirdi. Dinleyicilerin duygularına yön vermek elbette mümkün değil, çünkü müzik herkes için çok kişisel bir yolculuktur. Ama umudum, bu kaydın dinleyicide sadece güzel ya da hüzünlü duygular uyandıran bir deneyim olmadığı, aynı zamanda düşünceleri, idealleri ve bir arada yaşam gibi güçlü kavramları taşıyabilen bir dil olduğunu hissettirmesidir.
Ermeni besteci Arno Babajanian’ın eseri hangi yıllara dayanıyor, sizin dünyanızda bu bestecinin anlamı nedir ve kendisini nasıl keşfettiniz ve sizi, müziğinizi nasıl etkiledi?
Babajanian 20. yüzyılın ortasından sonuna uzanan dönemin bestecisi. Halk ezgilerinin damarını romantik ve modern armonilerle birleştiren bir dili var. Élégie’yi ilk duyduğum anda derinden etkilenmiş ve hemen kaydetmek istemiştim. Zaten uzun yıllardır repertuvarımda olan bir eserdi. Babajanian’ın bu olağanüstü kompozisyonu, benim için sadece bir müzik eseri olmanın ötesine geçti. Bu eseri kaydetme süreci beni çok özel tesadüflerle dolu bir yola soktu. Bu yolculuk sayesinde tanıştığım insanlar, özellikle sevgili dostum ve onun ailesi olan Tovmasyan ailesi, beni kendi ailelerinin bir parçası gibi sahiplenerek sürece bambaşka bir boyut kazandırdı. Dolayısıyla Babajanian’ın müziği, benim için bir topluluğun parçası olma onurunu yaşadığım, dayanışmanın ve dostluğun sembolü haline gelen bir süreç oldu.

“Bu coğrafyanın Ermeni hafızasında ağır acılar var ve bu bir sır değil”
Arno Babajanian bu topraklarda çok acı çekmiş bir Ermeni mi? Gerçi bu topraklarda acı çekmeyen bir Ermeni yok ki, sizce yeterince bu mesele ile yüzleşebildik mi?
Bu coğrafyanın Ermeni hafızasında ağır acılar var ve bu bir sır değil. Sanatçı olarak tarih öğretmenliği yapmıyorum ama yüzleşme olmadan gerçek bir iyileşme de olmuyor. Müzik burada köprü kurabildiği için kıymetli. Acıyı estetize etmek için değil, insana alan açmak için çalıyorum. Yüzleşmenin dili her zaman sert olmak zorunda değil; bazen bir melodinin taşıdığı sükûnet, söylenemeyeni söylemenin en güçlü yolu oluyor. Bir sanatçı olarak bu hayattaki en büyük sorumluluğumuzun, özellikle içinde bulunduğumuz politik koşullarda, unutturulmaya çalışılanı unutturmamak ve kabul ettirilmeye çalışılanı kabul etmemek olduğunu düşünüyorum. Sanat, toplumdaki bütün çelişkilerden, eşitsizliklerden ve ezme ezilme ilişkilerinden etkilenir ve bu toplumsal halleri de etkiler. Bu eserdeki melodinin neredeyse suskunluğa karıştığı anlarda ben sadece kişisel bir hüzün değil, aynı zamanda toplumların sessiz acılarını da duyuyorum. Bu kaydı barış ve bir arada yaşama ithaf etmemin sebebi de bu. Barış kelimesinin içi dolmadığında, bir arada yaşam becerisi kalıcı hale gelmediğinde duyguların anlamı zayıflıyor. Dolayısıyla bu kayıt, benim bu meselelere dair vicdanımın, kalbimin ve aklımın doğrultusunda bir ses çıkarma çabamdır.
“Hiçbir çekimin yapılmadığı bu görkemli yapıda kayıt yapmak benim için eşsiz bir ayrıcalıktı”
İstanbul Beşiktaş Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi’nde klibi çektiniz, kilisede klip çekmek fikri nasıl oluştu ve nasıl bir klip oldu?
Beşiktaş Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi’nde kayıt yapma isteğim, mekânın mimarı olan ünlü Ermeni saray mimarı Garabet Amira Balyan’a duyduğum hayranlıktan doğdu. Daha önce hiçbir çekimin yapılmadığı bu görkemli yapıda kayıt yapmak benim için eşsiz bir ayrıcalıktı. Kostümümden müziğe, mekanın dokusundan atmosferine kadar her şeyin bütünlüklü bir Ermeni hikayesinin parçası olmasını istedim. Sevgili dostum, yönetmen Melda Tarı ve çok kıymetli bir ekiple çalıştık. Kostümüm Serli Keçoğlu’nun markası Closh Boutique’ten, bizzat Serli Hanım tarafından özenle seçildi. Kayıt sırasında kilisenin taş duvarları, desenli karoları ve yüksek tavanlarının yankısı müziğin kendisi kadar anlamlıydı. Kilise vakfı yöneticileri ve çalışanlarının büyük nezaketi ve desteği sayesinde proje, benim için dayanışmanın ve dostluğun bir sembolü haline geldi. Görüntüde abartı yok, müzik ve mekânın dokusu konuşsun istedik. Sonuç, gösterişli değil dürüst bir klip oldu; taşın, sessizliğin ve nefesin müzikle ortaklaştığı bir kayıt.
Sizin yorumunuzla bu eser duyuldu ve gün ışığına çıktı. Kaydın kapak çalışmasının da bir hikâyesi varmış, bahseder misiniz?
Bu kaydın süreci çok özel tesadüflerle şekillendi. Ermeni müziğiyle ilgili araştırma yapmak için gittiğim kıymetli yazar Takuhi Tovmasyan’ın evinde duvarda bir fotoğraf gördüm ve çok etkilendim. O karede sadece mutlu bir aile yoktu; birbirine emekle destek olmuş, yaşadıkları yeri ve dünyayı güzelleştirmiş, zamanın ve kaybın ağırlığını da, mutluluğun ve hüznün derinliğini de hissetmiş bir aile vardı. Bana aynı anda hem sükûnet hem de içten bir kırılganlık hissettirdi. Babajanian'ın Élégie’sini çalarken hissettiğim duygularla, o fotoğrafa baktığımda hissettiklerim neredeyse birebirdi. Bu yüzden bu hafızanın bir parçası olarak fotoğrafı mutlaka kayda dâhil etmek istedim. Aileye bu özel kareyi kullanıp kullanamayacağımı sorduğumda, bana çok büyük bir zarafetle izin verdiler. Bu benim için bir görsel seçimden öte, derin bir duygu ortaklığının sembolü oldu.
“Bu bağ, çok özel tesadüflerle şekillendi”
“Bu kayıt, barış uğruna emek vermiş, iz bırakmış ve hatıraları ebediyen yaşayanların aziz hatıralarına ithaf edilmiştir.” Demişsiniz. Ermeniler ile kurduğunuz bu bağ nasıl oluştu, sizin ailenizde Ermeni var mı, sizin tanıdığınız Ermeniler nasıl insanlar?
Bu bağ, çok özel tesadüflerle şekillendi. Çok sevdiğim Ermeni bir dostumun bu eseri çalıştığımı fark etmesiyle başladı her şey. Meğer onun halası olan kıymetli yazar Takuhi Tovmasyan'ın "Sofranız Şen Olsun" kitabı, yıllar önce dedem tarafından anneme hediye edilmiş. Bu bağlantıyı öğrendiğimizde hepimiz için zamanın içinden geçen bir yolculuk başladı. Takuhi Hanım’ın yardımseverliği ve cömert kalbi bu kaydın en büyük motivasyonlarından biri oldu. Dostumun ve ailesinin bana kol kanat germesi, beni kendi ailelerinin bir parçası gibi sahiplenmeleri sürece bambaşka bir boyut kazandırdı. Onların büyülü, cömert ve beklentisiz dünyası kaydın her aşamasını derinden etkiledi. Hayatımda ilk kez bir kayıt sürecinde bu kadar sahiplenildiğimi hissettim.
“Popüler olmak hiç umurumda olmadı”
Yaptığınız müzik, çaldığınız enstrümanlar ve içinde bulunduğunuz projelerden dolayı popüler kültürdü çok da yer bulmayan niş bir alan. Bu alandan ilerlemeyi neden tercih ettiniz, sizin için tanınırlık müzik yolculuğunuzda nerede duruyor?
Popüler olmak hiç umurumda olmadı. Mümkün olduğunca tüm müzikal kronolojimi kendi damak tadıma, politik duruşuma ve ruh halime göre şekillendirmeye çalışıyorum. Benim için çıkardığım sesin bir felsefesi olması gerekiyor. Yaptığım işin bir fikir, bir ideoloji taşıması önemli. Sanatçının sorumluluğunun, bütün bunları zarafetle, güzellikle ve barış ile hoşgörü mesajıyla aktarmak olduğuna inanıyorum. Amacım, yarın çocuklarımızın ve torunlarımızın utanmayacağı, aksine gurur duyacağı eserler bırakmaya çalışmak. Bu yüzden tanınırlıktan ziyade, ürettiğim müziğin bir derdinin olması, bir fikri taşıması ve meraklısına doğru bir şekilde ulaşması benim için daha kıymetli.

“Fazıl Say’ın performanslarının hikâyeleriyle büyüdüm”
Fazıl Say’ı bilenler çok iyi biliyordu neyse ki yıllar içinde çok tanınan bir isim haline geldi. Sizin kendisiyle tanışmanız nasıl oldu, fark edilmenizi sağladı mı ve nasıl bir çalışma yaptınız?
Küçük yaşlarımda müziğe başladığım Ankara Devlet Konservatuvarı’na girdiğimde, oradan henüz mezun olmuş olan Say’ın efsanesinin rüzgârı hâlâ esiyordu. Mesela İlhan Baran hocamız da ortaktır, dolayısıyla ben Fazıl Say’ın performanslarının hikâyeleriyle büyüdüm. 2000’li yılların başında Viyana’da öğrenciyken kendisiyle şahsen tanışabildim, sonra da senelere yayılan abi-kardeş, usta-çırak ilişkimiz yıllar geçtikçe hep daha da derinleşti, değer kazandı ve bugünlere geldi. Benim için en özel anlardan biri, ilk klavsen eserini benim için besteleyip bana ithaf etmesiydi. Çalışma disiplini ve cömertliği hayatımda önemli bir yer tuttu. Onu tanımış olmak ve birlikte çalışmak benim için her zaman büyük bir onur.
“Müziğimin bir felsefesi olmasına önem veriyorum”
İklim Tamkan yaptığı müzikle birlikte kendisini tanımlasa neler söyler, nasıl bir müzik kariyerinin içinde. Dünyada çok önemli konserlere imza atmış bir isim olarak Türkiye’de kendinizi nasıl bir yerde konumlandırıyorsunuz?
Müziğimin bir felsefesi olmasına önem veriyorum. Yaptığım işleri kendi damak tadıma, politik duruşuma ve ruh halime göre şekillendiriyorum. Müzik hayatım tuşlu çalgılar etrafında şekillenen, karışık ama ilginç bir repertuvara sahip. Klavsen ve dönem müziklerinin yanı sıra, Ertan Tekin’le duduk piyano doğaçlamaları gibi füzyon işler veya Oscar Peterson’dan ilhamla yaptığım caz etkileşimli kayıtlar da var. Türkiye'de sanatçı için üretmenin kolay olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Konser iptalleri, devletin sanata ve sanatçıya yeterince destek vermemesi gibi zorluklarla karşılaşıyoruz. Ancak tüm bunlara rağmen direnmek ve üretmek başlı başına kıymetli. Biz müzisyenlere düşen sorumluluğun, ülkenin kent ve müzik belleğini üretimlerimizle canlı tutmak olduğuna inanıyorum.
Bundan sonraki projeler neler ve sizi heyecanlandıran neler var?
Kasım ayında Kırım Kilisesi’nde değerli meslektaşım Türkü Yavuz ile iki konserimiz olacak. Aynı zamanda St. Antuan Kilisesi’nde Musicandle Konserleri kapsamında kilise orgu ile sahne almaya devam ediyor olacağım. Yine Kasım ayında Boyacıköy Ermeni Kilisesi’nde ve Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’nde tarihi tuşlu çalgılarla konserlerim olacak. Bu konserlerde de karma bir repertuvar sunma niyetim var. Eğitim tarafında gençlerle atölyeler yapmaya devam edeceğim. Hepsinin ortak paydası, iyi müziğin iyi fikirle buluşması. Beni en çok heyecanlandıran da bu.