Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

"Ben şarkıcı değilim ama kendi hikâyesini anlatan bir yorumcuyum"

Sahne müzikleri denilince ilk akla gelen isim ve başarılı oyun müziklerinin yaratıcısı o… Öyle ki ‘7 Şekspir Müzikali’ için bestelediği müziklerle herkesi bir kez daha kendine hayran bıraktı. Bugüne kadar tiyatrodan sinemaya, dizilerden reklam müziklerine kadar her alanda onun imzası var. Ayrıca İhtiyaç Molası başta olmak üzere kendi gruplarıyla müzik yapmaya da devam ediyor.  Sahnede kemanıyla sizi büyülerken bir anda piyanonun başına geçerek sizi şaşırtıyor. Sadece müzik için doğmuş ve müzisyen olmak için yaşıyor gibi! O kişi benim de yakından tanığım ve yolculuğuna eşlik ettiğim Tolga Çebi.  Besteci, müzisyen, yorumcu, söz yazarı, kemancı, piyanist… o kadar çok müziğin her alanında özelliği var ki tanımlamalara sığdıramıyorum onu.  Tolga şimdi yeni bir heyecanın içinde çünkü nihayet yıllardır kendine sakladığı şarkılarını dijital platformlarda tek tek paylaşmaya başladı. Kendi hikâyemi anlattığım şarkılarım dediği ‘Devam Et’ albümü 4 Ağustos’ta müzik dijital platformlarında olacak. Tolga ile kendi hikâyem dediği albümünden yola çıkarak kendi kişisel hikâyesine uzanan bir sohbet gerçekleştirdik. Herkese içinden müzik geçen zamanlar dileriz. 



Albüm çıkıyor ama artık somut elle tutulur bir albüm yok, şimdi dijital platformlarda yayınlanacak albüm diyoruz. Albüm dijital platformlarda ayın kaçında çıkıyor diye sorayım?

Evet, artık her şey dijital, elimizde tuttuğumuz bir albüm yok artık. 4 Ağustos’ta albüm olarak şarkılarım yayınlanacak. Daha önce şarkıları tek tek paylaştım, şimdi bir albüm haline dönüştürerek toplu halde paylaşacağım. 

“Haluk Bilginer’le düet yaptığımız ‘Dalmışım Öyle’ şarkısı da en yeni şarkılarımdan”

Albümün adı ne olacak ve şarkılardan bahseder misin? 

Albümün adı ‘Devam Et’…  Yıllara yayılan çalışmalarım ve yaşanmışlıklarım var albümde. 25 yıl önce neredeyse çocukken yazdığım ve bestelediğim şarkı da var içinde, yakın zamanda yazdığım şarkı da… ‘Devam Et’ yeni bir şarkı, ‘Işık’ en eski şarkım mesela… Haluk Bilginer’le düet yaptığımız ‘Dalmışım Öyle’ şarkısı da en yeni şarkılarımdan. Şarkıların tür olarak birbiriyle hiçbir alakası yok çünkü benim tür ayrımım yok. Ayrıca müziğin her alanında çalıştığım için benim öyle bir kafam yok, içimden geldiği gibi her türde müzik yapıyorum. Canım isterse arabesk de yapabiliyorum elektronik de rock da pop da…

“Ben kendimden, beni etkileyen bir şeyden yola çıkarak yazıyorum”

Şarkıların tamamında sözler, besteler sana mı ait? Bu çok klasik bir sorudur ama şiir yazmak zordur ya şarkı sözü yazmak da öyle gibi geliyor bana, şarkı sözleri nasıl çıkıyor? Müzik de önemli ama şarkılarda genelde sözlere takılan biriyim ben… 

Albümde dokuz şarkı var ve her şey bana ait; sözler, besteler, çalmalar, kayıtlar hepsi bana ait. Benim şarkılarımın hepsi tek bir formül ile çıkmıyor. Özellikle tiyatro, drama işlerine müzik yaparken sözler bize öncesinden geldiği için hikâyelere müzik yazma konusunda antrenmanlıyım. Böyle baktığımız zaman sanki söze göre müzik yazıyormuşum gibi bir şey oluşuyor ama aslında öyle değil. Öyle de olabiliyor aynı anda da çıkabiliyor söz ve müzik, bu albümdeki bestelerin yüzde sekseni sözle birlikte çıkan müziklerden oluşuyor. Genelde orada bir hikâye beni yönlendiriyor ve müzik ona göre değişebiliyor. Şarkılarımda genelde iki hikâye aynı anda anlatılıyor; bir kendi hikâyem daha doğrusu kendi hikâyemden kesitler, bir tarafta da aslında toplumsal bir şeylerden kesitler. Ben olmayan bir şeyler de ister istemez oluyor çünkü dünya ile meselem var. Niye bir solo albüm bu? Çünkü kendi bakışımdan anlatıyorum hem dünyayı hem kendimi, kendimi de içine koyarak anlatıyorum; bazen öznesi oluyorum bazen tanığı oluyorum… Hep orada hani iki kişi varmış gibi! Bir de toplum var yani bana benzeyenler ya da hiç benzemeyenler… Çünkü bir hikâyede her zaman bir tek kendini anlatmak zorunda değilsin ama kendinden yola çıkarak bir şey anlatabilirsin; ‘Işık’ öyle bir parça! ‘Işık’ Çanakkale’de geçirdiğim çocukluğuma duyduğum özlemi anlatan bir şarkı, hikâyesini bilmeden dinleyen biri için de herkesin çocukluğundaki güzel anıları, çocukluğundaki yuvasını ve büyüdükten sonraki kendisini anlatan bir şey. Herkesin mutlaka bir yerde, sözlerine bakarsan “Hep güçlü, hep acımasız biri mi olacağım?” sorusu var bu şarkıda, artık büyüdüm ben meselesine bakıyorum. Çocukken çok mutluyduk, hayaller kuruyorduk ama büyüyünce bir şeyler değişti. Ben kendimden, beni etkileyen bir şeyden yola çıkarak yazıyorum. Bazı yerleri benim ama bazı yerleri de aslında ben değilim, sizler de varsınız hikâyenin içinde. 

“Albüm yapma isteğim kendi hikâyemi anlatmak”

Yıllardır müziğin çeşitli alanlarında üretimde bulunuyorsun. Tiyatro, dizi, sinema müzikleri, ayrıca müzik yaptığın grupların var. Neden bir solo albüm yapma ihtiyacı duydun ve neden şimdi? 

Çünkü hep başkalarının hikâyelerini anlattım. Grupla müzik yapmak o bambaşka bir şey. Grup, orada kaç kişi varsa onların kimyalarının karışımıdır, ebru gibi bir şey gruptaki herkes bir şey atıyor ve kimyaya göre bir şey şekilleniyor ve ortak bir şey oluyor. O ben değil, onlar değil, hepimiz her şeyin parçası, biziz grupta. Mesela bizim İhtiyaç Molası birini değiştirdiği anda eski grup olmaz, kimyası değişir. Dünyanın en iyi müzisyeni de gelse gruba, o artık eski grup değildir. O yüzden grup olmak farklı bir durumdur, kolektif kimya ve akıl birliği ile yapılır. Tiyatro da öyledir, tiyatro müziği de öyledir. Her ne kadar besteleri bana ait olsa da ekipten çıkan bir bütüne aittir. Solo albüm ise bu işlerin dışında kişisel ve özel diyebileceğim bir çalışma, tek başıma benim diyebileceğim, benim bakışım ve benden bir ayna. Albüm yapma isteğim kendi hikâyemi anlatmak, yoksa öne çıkayım, şarkıcı olayım gibi bir anlayıştan kaynaklanmıyor. Kendini anlatma, ifade etme aslında kendin için bir şey yapma ihtiyacı duyarsın ya işte albüm o nedenle oldu. 

“Şarkıların değerleri benim için değişmedi hepsi özel fakat bir türlü bugüne kadar paylaşamadım”

Albüm çok dinlensin, fark edilsin, popüler olsun istemez misin? 

İsterim tabii ama yola çıkışım bu değil, ben şunu yapmak istedim; bu şarkıların çoğu çok uzun zamandır var tam 30 yıl öncesine kadar uzanıyor, dün yapılmış parçalar da var. Şarkıların değerleri benim için değişmedi hepsi özel fakat bir türlü bugüne kadar paylaşamadım ve kendime sakladım. Ama paylaşılmayınca müzik müzik değil, daha doğrusu o sadece senin kafanda kalan bir şey. Mesela bestecilikle yorumculuk arasındaki önemli bir fark bu bence! Ben bir yorumcu da olduğum için ses yorumcusu değil keman yorumcusu veya müzik yorumcusu olarak başladığım için aslında o tarafımı bestecilik hep ezdi, daha doğrusu son 15 yılda ezdi ve çok fazla sahne müziği, dizi müziği yapmaktan ezildim. Daha evvel hâlbuki grup, şarkı, senfonik işler o tür taraftaydım şimdi tekrar o tarafta olmaya ihtiyacım var. Sahnede aslında bir şey oluyor, çalarken, icra ederken çok önemli bir şey yaşıyoruz biz ve müzisyen olduğumuzu hissediyoruz. Besteyi yaptığım zaman ise iş bitti ondan sonra o beste benim olsa ne olur, olmasa ne olur? Onun bütün keyfini o besteyi yapma anında yaşadım ve bitti. Onun keyfinin yaşanacağı an sadece onu çalma anı. Biz de o yüzden müzisyen olduk. Bir şey çalmak, o anda olmak, o keyfi yaşamak… Çalarken mümkündür, dinlerken de mümkündür elbette ama bizim gibi işi bu olan insanlar için bestelerken sadece bir kez olur o, o bitti, ondan sonra ya kendi besteni çok iyi bir yorumla duyarken en fazla keyif alırsın mümkünse sen çalarken çok keyif alırsın.

“Başkalarının söylemesini elbette istiyorum ama önce beni dinlesinler istiyorum”

Güzel sözlerin ve bestelerin var. Albüm yerine “Bu şarkıları ünlü birileri, şarkıcılar yorumlasın, şarkılarımı onlara vereyim” diye düşünmedin mi? 

Düşünmedim, zaten ben bu albümü öyle yapmak istesem en başında öyle yapardım. Derdim ki, her birini tanınmış biri söylesin ama bunu bilerek öyle yapmadım hatta bir müddet istemiyorum. Başkalarının söylemesini elbette istiyorum ama önce beni dinlesinler istiyorum. Fikret Kızılok gibi düşün önce o söyledi sonra başkaları şarkıları fark etti ve söyledi. Bende de isteyen böyle yapsın istiyorum. Niye? Önce parçayı doğru ifade etmek istiyorum. Benden çıkan şarkıların benden çıkan doğrusunu yorumlayayım ki üreten benim, sonra birileri fark ederse kendi yorumu ile elbette şarkılarımı alabilir, söyleyebilir. Ama şarkılarımı önce benden duymalarını istedim. Ben şarkıcı değilim, iddiam da yok ama kendi hikâyesini anlatan bir yorumcuyum, müzisyenim. Kendim için yazdığım parçaları, birileri için yazmadığım parçaları ilk ben söylemek istiyorum, bunun da sebebi şarkıların biraz hem doğru anlaşılması hem de aslında insanlara fikir vermesi. Burada istisna yıllardır birlikte çalıştığımız için bir tek Haluk Abi ( Bilginer) geldi aklıma. Bir şarkı vardı fakat ben söylemek istemedim tam Haluk Abi’nin kalemi bir şarkı o söylesin istedim. Haluk Abi “Şarkıyı çok beğendim de ama ben şarkıcı değilim ki” dedi, “Abi ben de şarkıcı değilim sadece kendi şarklarımı söylüyorum” dedim. “Gel beraber söyleyelim” dedi ve düet bir çalışma yaptık.  

“Ben bunu seçtim” falan gibi düşünmüyorsun aslında, o zaten böyle olmuş oluyor”

Müzisyen olmaya nasıl karar verdin, çocukken kurduğun bir hayal miydi? 

Tam olarak bilemiyorum, bu zor bir soru ama sonradan kendiliğinden seçiyorsun ve şekilleniyor. Önce şöyle bir şey oluyor müzikle karşılaşıyorsun ki o çocukken bir karşılaşma sonra da seçiyorsun aslında. Muhtemelen eline bir şey veriliyor çalıyorsun veya radyodan duydukların var. Ben 8 yaşındayken Almanya'dan bir teyp getirmişti babam yanında da 3 tane kaset hediye vermişler ikisi yabancı biri İbrahim Tatlıses kasetiydi. O albümleri çok dinlediğimi hatırlıyorum.  Sonra hatırladığım 4-5 yaşlarında flüt istemiştim ve onu çalmaya başladım daha ilkokula gitmeden bir beste yapmış aslında uydurmuştum kurbağa falan diye. Hani bunlar böyle çok bilinçli olmuyor sadece bunu yapmak istediğinde sen orada oluyorsun. Sen bununla karşılaşmışsın, sevmişsin, çok sevdiğin bir yemeği tekrar tekrar yemek gibi yani onu gördükçe hemen ona şey yapıyorsun. O hayatında büyüdükçe artık onunla yaşamaya başlayınca şöyle oluyor “Ben bunu seçtim” falan gibi düşünmüyorsun aslında, o zaten böyle olmuş oluyor. Sonra işte sıra meslek seçmeye bilmem nereye doğru geldiği zaman, o zaman zaten benim aklımda onun dışında bir şey kalmamıştı. Bir de konservatuarı falan öğrenince hani böyle bir yer var, insanlar orada müzik yapıyor durumunda babam da “Oğlum düşünür müsün?” deyince tabii ki “Konservatuar istiyorum” dedim, daha küçüktüm ve konservatuarın ne olduğunu falan bilmiyordum. Konservatuar kararını verince babam kendi ufak tefek imkânlarımızla bana dersler de aldırdı; keman, solfej, piyano. Benim zamanımda 11 yaşında konservatuar eğitimi başlıyor 20 yaşında bitiyordu, ortaokul, lise üniversite birlikteydi ve Ankara'da yatılı okudum. Keman bölümüne girmeyi tercih ettim. Yan enstrümanım piyano oldu ve kemanla piyanoyu özellikle üç yıl aynı oranda çalıştım, yıllarca birlikte iki enstrüman üzerinde uzmanlaştım.  

“Ankara Konservatuarı o zaman her açıdan Türkiye'de bulabileceğim en güzel okuldu”

Daha küçücüksün başka bir şehir üstelik konservatuar okuyacaksın…  Okulu kazandığında ne hissettin? 

Çok iyi hissettim. Ankara Konservatuarı o zaman her açıdan Türkiye'de bulabileceğim en güzel okuldu. Ortaokul, lise, üniversite hepsi aynı yerde bir kampüs gibi düşün ve yatılı. Yani 11 yaşındaki çocuk da orada, 20 yaşındaki adam da orada. Çok acayip bir hayat tecrübesi ve eğitim bence. Türkiye gibi değildi, Türkiye'nin içinde böyle özerk bir bölge gibiydi. Çok şey öğrendik çünkü okuduğumuz yer zaten bir sanat okulu. Orada bir tek müzik yok ki tiyatro da var yani aslına bakarsan daha doğrusu müziğin bütün disiplinleri artı tiyatro var. Tiyatro da zaten hani dramanın temeli daha ne olsun yani resim hariç her şey var. Zaten her şey kendiliğinden o zaman şekillendi sahne müzikleri, tiyatro ile iç içe olma hikâyesi orada başladı. Son dört yılımda üniversitede oda arkadaşlarım zaten hep tiyatroculardı, birbirimizi besledik hep. Birlikte müzik yapıyorsun, oyunlarda oynuyorsun, okulun işlerinde bulunuyorsun çok güzel tecrübeler ve ortamlardı. 

“Sadece keman çalan bir adam olmadım”

Sen klasik müzik eğitimi aldın ama müziğin her türünde ve alanında üretim yapmak biraz buna kafayı takmak ve çalışmakla ilgili bir durum değil mi?  

Sonuçta ben klasik müzik konservatuarından mezunum. O zamanlar biz, sanat müziği, çoklu Türk müziği biraz öğrendik ama yeterli değildi. Mesela arabesk gibi türleri çalacak kadar iyi öğrenmedik zaten hala öyledir yani klasik müzikten mezun olanlarla diğerleri birbirlerinin çaldığı şeyleri çalamazlar. Ama eğer buna kafayı takarsan, öğrenmek istersen öğrenirsin. Ben askerde oradaki alaturkacılardan, onlarla çalışa çalışa bir sürü şeyi öğrendim yani okulda öğrenmedim bunu, dışarıda öğrendim sonra da bunu kullandım. Ama hani gidip işte baştan sona rahmetli Adnan Şenses veya bilmem kimde de sadece keman çalan bir adam olmadım çünkü o yola hiç girmedim. Aslında diğeri de olmadım başka tür gruplarla çaldım, ettim ama hep bir sürü insanla çalışmayı tercih ettim yani sadece bir şeyin içinde hiç kalmadım. Çünkü bu okuldan bana gelen zaten kompozisyon kafasından gelen, müzik seçmek değil de bir sürü değişik müziği yapabilmek, gerekirse onları birbirleriyle sentezlemek benim daha çok ilgimi çekiyordu. Beste yapmak, yaptığım besteleri çalmak veya onu değişik, hiç olmayacak türleri bir araya getirip o insanlarla birlikte çalmak daha çok ilgi alanıma girdi. O yüzden mesela bir trioyla çok değişik bir müzik yapmak benim daha çok ilgimi çekiyor öteki klasik işlerdense… Yani işte gidip bir pop sanatçısıyla yılda yüz konser vermektense, hani değişik bir trioyla yılda on beş tane böyle güzel kendi istediğim gibi konser vermeyi ben tercih ederim. Çünkü ötekisi bir yerde zaten senin memuriyete bağladığın bir iş oluyor. Standartlarını yükseltirsen, çok yükseltirsen onun altına asla düşmemek için belli şeyleri sürekli yapmak zorunda kalırsın zamanla bu dizide de böyledir, filmde de böyledir, reklam yüzünde de böyledir. Ben hep bağımsız olmak istedim, bu yüzden konservatuvarda hoca oldum ama sonra da istifa ettim. Dedim ki basitçe hani yaşayabilecek kadar bir şeylerim olsun, öyle çok param olmasına gerek yok ama hani gerektiği zaman hiç para kazanmadan yaşayabileyim yani o özgürlüğüm olsun. O özgürlüğüm için biraz iş yapmaya ihtiyacım vardı, öyle bir dönemim var. Bir yığın dizi ta Emret Komutanım’dan, İşler Güçler'e kadar Galip Derviş'inden bilmem nesine yaptım ve bu işlerle paralarımı kazandım. O işler sayesinde stüdyomu ve arabamı aldım, bu bana yeter. Şimdi piyasada Tolga Çebi onu da yapar, bunu da yapar, şunu da yapar şeklinde bir kalıba girmiyorum ve yaptığım işin kalitesine göre seçiliyorum. Zaten ben kendim özgürce iş seçiyorum. 

“Sahnede yaşlanamazsın yani sahnede kesin tekrar gençleşirsin, tekrar başka yerlere gidersin”

En keyif aldığım alan, yer, sahne, iş gibi bir ayrım olabilir mi? Ya da şu bile olabilir ben bütün bunları yapıyorum ama işte benim sermayem kemanım sadece keman çalmak en kıymetlisi gibi bir duyguya sahip misin?

Hepsi keyifli ama şöyle, şimdi müziğe insan nasıl başlar? Bir çocuk şarkı söyler ya da bir şey çalar. Bu senin zaten kendini ifade etme biçimindir. Daha sonra evet beste de yapabilirsin ama bu zaten biri tarafından çalınsın ve söylensin veya sen çal ve söyle diye yaptığın bir şeydir. Yani yine aslında işin temeli beste yapmak değildir. İşin temeli baştan beri çalmaktır. Doğaçlama yapmak belki işin temeli olabilir. Beste yapmak sonradan daha bilinçli bir şekilde ortaya çıkıyor. Ama bir şey çalmak, bir başkasının bir şeyini çalmak, önce taklit ederek öğrenirsin müzikte. Müzikte önce melodi yoktur, önce ritim vardır. Önce ritim ortaya çıkar, sonra melodi gelir. Ondan sonra bir müzik cümlesi oluşur. Bu melodiyle de oluşabilir ama melodinin içinde mutlaka ritim vardır. Yani ritim temeldir aslında. Böyle baktığınız zaman bana göre bir şeyi çalmak bir müzisyen için yaşamak gibi bir şey, biz bunu yaparak memnun oluyoruz bu hayattan demek gibi bir şey. Bestecilik beni memnun ediyor ama çalmak sürekli memnun ediyor ve o en baştan beri var. Sonuçta çalmak, müzik yapmak yani performans yapmak bence en güzeli. Bestecilik ise çocukluğumdan beri olan bir şey, hep önüme koyduğum bir şey. Ben bestecilik yaparak hayatımı kazanacağımı düşünmüyordum aslında daha çok keman çalarım, şarkı söylerim falan diye düşündüm. Ama işte son on beş yılda özellikle bestecilik tarafım; film müziği, dizi müziği, sahne müzikleri bunlar çok fazla zamanı alarak benim için sahneyi kapattılar. O biraz canımı sıktı ve bence o insanı ihtiyarlaştıran bir durum, biraz yaşlanıyorsun. Ama sahnede yaşlanamazsın yani sahnede kesin tekrar gençleşirsin, tekrar başka yerlere gidersin. Çünkü müzikte, daha doğrusu hayatta o anda var olmak, anı hissetmek denilen şey müzikte tam karşılığını bulur onu yapıyorken. Müzik yazıldığı anda var olur, bir besteci o anda onun hazzını alır, bir icracı ise her çaldığında!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi