Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“Hiçbir şeye şaşırmamayı öğrendik”

‘Camdaki Kız’ dizisindeki oyunculuk performansıyla evde kendi kendime onu alkışladığımı hatırlıyorum. Kendisiyle ilk kez karşılıklı ‘Güven Bana’ filmi vesilesiyle bir araya geldim. Kendi halinde, mütevazı, aslında sıradan da bir tipi var ama üstüne yıldız tozu serpilmiş gibi… Bir kumaşı var ve gelen her rolde terzi ona özel bir dikim yapıyor. Oyunculuk kumaşı dedikleri sanırım bu olmalı! Cihangir Ceyhan ile ‘Güven Bana’ projesinden yola çıkarak konuştuk. Film bu hafta vizyonda, bence bu filmi izlemelisiniz!  

Sizin için nasıl bir proje oldu ve bu filmi kabul etme sebepleriniz neydi? 

Bu filmi kabul etme sebebim elime geçen tekstin gerçekten çok komik olması. Bunu çok samimi duygularla söylüyorum. Daha çok dramatik ve sert rollerde oynadım neden bir komedi filmi; bu birazcık aslında aktörlük meseleyle alakalı, adım atma noktasında benim kendi hikâyemde güzel bir dönüm noktası ve iyi de bir fırsattı. Gelen metnin Selçuk Aydemir filmi olması, aynı zamanda okuduğum senaryoya gerçekten gülmem bu işi kabul etmemdeki etkenlerdi. Hatta Selçuk Hoca ile konuştuğumda ona şunu söyledim; film çok güzel, çok komik ama benim oynadığım rol komik değil. Ama film bittikten sonra şöyle bir şey dediler; filmin çok büyük bir komedisini sen gerçekten yakaladın, beş bekliyordun on aldın. O yüzden benim için keyifli bir proje oldu. Nitelikli bir metin, nitelikli bir yönetmen ve gerçekten bir hayal doğrultusunda kurulmuş bir cast, basmakalıp şu oynasın, şu yönetsin olmayan bir proje. Aslında ‘Böyle bir iş yapılsa nasıl olur?’ diyen ve bu hayale inananlar tarafından kurulmuş dinamik bir kompozisyon. 

Senaryoları değerlendirirken kriterleriniz ne oluyor?  

Senaryoyu beğenmek… Senaryonun ne kadar sosyal gerçekçi olduğu yani yaptığımız şey nihayetinde bir sanat. Toplumla alakalı bir şeye hizmet edebilecek bir metin mi yoksa tamamen entertainment ile alakalı bir içerik üretip bundan kâr amacı gitmekle alakalı bir motivasyonu mu var? Kişi kendine bu soruları soruyor.

 “Normal münferit hayatta da Cihangir özelinde bir şeylerle bağdaştırdığını naçizane söyleyebilirim”

Bu tekstin içinde ne buldunuz, motivasyonunuz ne oldu? 

Gerçekten oynanılan oyundaki, canlandırılan karakterdeki kadar merhametli ve o azapta olan durumun üstesinden gelme ile alakalı bir Özcan motivasyonu. Normal münferit hayatta da Cihangir özelinde bir şeylerle bağdaştırdığını naçizane söyleyebilirim.

“Kişiyle kurduğum ilişki özelinde güven meselesine bakarım”

Peki, filmde bir paranın insana neler yaptığını görüyoruz. Aklıma da bir reklam sloganı geldi; “İnsanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim” Bu güven meselesine nasıl bakıyorsunuz? 

Günümüzde artık yaşanan bunca şeyden sonra insanlar kendi güvenli alanlarını ve güvenli ilişki içinde bulunduğu personasını menajeri, iş arkadaşı, kardeşi bu her kimse kendi güvenli alanında kurduğu üçgen çerçevesini yaşadığı için, aslında birazcık bu sorunun çok geçerliliği kalmadı. Zaten güvenle alakalı bir problem genetik olarak artık DNA'larımıza yazılacak duruma geldiği için onun için ne yapıyoruz? Hemen kendi güvenli alanımızı oluşturalım diyoruz. O yüzden güvenir miyim bilmiyorum, sözleşme özelinde yani kişiyle kurduğum ilişki özelinde güven meselesine bakarım. Ama yani o tabii ki de birileri güvenilmezken %100 paranoyak ve güvensiz bir hissiyat da hayata ne kadar devam edilebilir tabii ki de edilemez. Onun için güvenle alakalı ne düşünüyorsunuz? Bilmiyorum ki!

“Günün sonunda kalbim ne söylüyorsa ama…”

Çok kolay güvenir misiniz?

Güvenmem. İnsanları severim ama güvenle alakalı bir interaksiyon içine girilebilecek bir durumda tamamen nötralize olurum. Demem yani bu benim memleketimliymiş, şu benim halamın oğluymuş, bu çocuk da çok garibanmış, bu çocuk da çok makulmüş, müşkülmüş tabii ki de buna bir realizm çerçevesinde bakarım. Günün sonunda kalbim ne söylüyorsa ama günün sonunda böyle hepimizin de hafiften incindiği güvenle alakalı “hadi ya” en fazla ona dönüşür “hadi ya öyle mi olmuş?”

“Normal münferit hayat telaşımız neyse onun çerçevesinde gideriz”

Artık hiçbir şeye çok da şaşırmıyoruz zaten! 

Ben de onu söylemeye çalışıyorum aslında her şey insanlar için ya şöyle olsa şaşırır mısınız, gerçekten şaşırmam, olabilir. Hiçbir şeye şaşırmamayı öğrendik önce şaşırır gibi yapıyoruz 2 saat sonra o konu gündemden düşer, normal münferit hayat telaşımız neyse onun çerçevesinde gideriz yani. 

“Gerçeklerin insan üzerinde vuku bulduğu bir tebessüm hali bu”

Filmdeki karakteriniz nasıl bir insan?

Filmdeki karakter saf, ailesi için bir şeyler yapmak, günümüz toplumunda birazcık basmakalıp, hazır olan şeyleri işte; anana iyi bak, babana iyi bak, vefalı davran, ilişkilerini iyi yönet, evlen, barklan, aile kur, gelebilecek ters olaylar karşısında maneviyat ve insanlık çerçevesinde elinden geleni yap hikâyesinin içinde duran bir karakter. Böyle olan insanların trajikomik olmasından daha fazla komik olma gibi bir durumu yok. Dışarıdan baktığınız zaman trajikomikler var birazcık böyle, hani çok da fazla gülmeyeceğiniz ama biraz tebessüm ettiren. Gerçeklerin insan üzerinde vuku bulduğu bir tebessüm hali bu. 

Filmden de yola çıkarak para değiştirir mi ya da sizin hayatınızda para çok önemli mi?

Bununla alakalı bir şeyler söyleyebilecek kadar hayatın bu noktalarına haiz olduğumu düşünmüyorum. Benim için para şöyle diyemem veya böyle düşünenler de yanılıyor kardeşim aslında bu da böyledir de diyemem. Bunlar büyük laflar. Bunları söylerken insanın bir düstur çerçevesinde olması lazım. Kimse kimsenin ne yaşadığını bilemez.

“Sosyal gerçekçi bir hikâye ve hepimiz yaşıyoruz”

Miras söz konusu olduğu zaman ki bu nedenle aileler dağılıyor. Bu anlamda da bize film para etrafındaki ilişkileri gösteriyor. 

Evet, filmi izledikten sonra Türkiye'deki en kötü 80 tane daire varsa bunun 50 tane dairesinde şunu söyleyecekler; ‘İşte bilmem kim gibi, işte şunun gibi, yaşadığımız şu olay yok mu? İşte oradaki de aynı, orada da şu, şunu yapmıştı…’ diyecekleri bir şey. Sosyal gerçekçi bir hikâye ve hepimiz yaşıyoruz, bu coğrafyanın insanlarıyız, bunlar bizim için hep yaşanılan şeyler ve yaşanmaya devam edecek. Dünyada hologram değil ışınlanma da olsa, uçan arabayla da gezse Âdemoğlu’nun yani insanın çalışma prensibi aynı olduğu sürece her zaman yaşayacağı dinamikler bunlar.

“…ama bu ciğerden oynamakla alakalı bir şey”

Kariyerinize baktığım zaman hep farklı karakterlerde izledim sizi. Belirli bir kalıbın, tek tip rollerin içinde görmüyorum sizi, üstelik şimdi de bir komedi filmi eklendi kariyerinize. Bu anlamda güzel bir yolculuk yapıyorsunuz. Komedi filminde oynamak nasıl bir duygu diyerek oynadığınız karakterlere dair genel duygunuzu merak ediyorum, neler hissediyorsunuz? 

İşte bununla alakalı şanslı olabilirim. Şöyle bir şey, projeler öncesinde hep “Ne yapabilirim, nasıl olabilirim, kilo mu almalıyım, saçımı şöyle mi yapmalıyım?” gibi sayısız sorular soruyorum. Bu noktada yarattığım vizyonu da işbirliği içinde bulunduğum yapım ve yönetmenlerin de destek vermesiyle birazcık kendi içinde olduğum 3-4 projede bunları sağlayabildim. Komedi filminin içinde olmak nasıl bir duygu gerçekten bu bir pinpon oyunu gibi, bazen herkesin çok komik şeyler söylediği bir sahnede senin hüngür hüngür ağlıyor olman gibi bir durum da olabiliyor. Bu işte zamanlamayla, bu mesleki tecrübeyi birazcık özümsemeyle alakalı… Tabii gidecek çok yolumuz, öğrenecek çok şeyimiz var ama bu ciğerden oynamakla alakalı bir şey.

“Bu çok yıldız tozu gibi bir şey ya, hani kısmetle alakalı bir şey”

Bir role nasıl hazırlanıyorsunuz ve o rol sizi nasıl buluyor?

Yani bazen enerji olarak acaba şöyle bir şey yaşasam da ne güzel olurdu dediğim şeyleri de yaşadım. Onun akabinde bir role nasıl hazırlanıyorum tabii ki okumayla, içselleştirme ile alakalı, karşılıklı yazanla çekecek adamla ve yönetmenle yani karşılıklı eskizler halinde gidiyor.

Bir de bu çok yıldız tozu gibi bir şey ya, hani kısmetle alakalı bir şey. 

Bu kadarını hayal ediyor muydunuz yani hayal kurar mıydınız?

İmgeleştirip spesifik şu tarihte bunun gibi, bu tarihte bunun gibi değil ama şu anki röportajda içinde bulunduğumuz şu atmosfer dahil. Tabii ki de insanlar bu denli şeyleri, enerjileri, bizim mesleğimizle, kendini bu işle alakalı çok nitelikli şekilde var edebilmenin mutluluğu çok başka bir şey. O zaman kaygın yok yani, yolda da yürürsün arabaya da binersin, metrobüse de binersin, her şeyi yaparsın yani… Oralardan feyz alıp kerteriz almadığın için, o güzel bir şey.

“Malzemeden koptuğun zaman bir şey yapamazsın”

Oyunculuk hikâyeniz tesadüfen başlıyor peki daha önceden aklınızdan geçen bir şey miydi? Yoksa hayatta her şey kısmetti ve yol kendiliğinden mi oluştu? 

Bu işler birazcık işte hikâye anlatıcılığıyla başlıyor. Birazcık aktif hikâye anlatabilen, güldürebilen, tonlayabilen, on kişiyi anlattığın hikâyeyi onlara geçirebilen, karşındaki insana kendine anlatabilen birisiysen farklı bir yol çiziliyor. Tabii ki de çocukluktan beri bulunduğun çevrede diğer insanlardan tabii ki de büyük bir fark değil bu, herkesin kendi özellikleri var ama işte eğlenceli çocuk, konuşabilen, bir şeyler anlatabilen birisi olmak da bu yolun şekillenmesinin bir parçası. Sonra çok küçük yaşta çalışmaya başladım ben, dramatizasyon etmek için söylemiyorum ama bu mesleğin en büyük şeyi ne kadar malzemen varsa o kadar dirisin. Malzemeden koptuğun an bu çok yuvarlak bir cümle olabilir ama malzemeden koptuğun zaman bir şey yapamazsın. Yapamazsın, bilemezsin, konuşamazsın yani uyduruyorum bu örneği ama Antarktika'da yaşayan bir adam Akdeniz sahillerini ne kadar yazabilirse o kadar oynayabilirsin sen de.

Dolayısıyla oynadığınız karakterler de hayatın içinde olduğu için ve siz de o hayatın içinde yaşamaya devam ettiğiniz için malzeme biriktirmişsiniz ve malzemeniz çok. 

Ne yaparsan nefret edebilir senden diyorsan onun üstüne dokunman lazım. Ne yaparsan seni bağrına basar diyebiliyorsan tabii ki de yazılan şey üzerinde sen onunla alakalı tecrübelerini empoze ettiğin bir format, bir pomat oluşturuyorsun krem gibi kompleks bir şey yani.

Onun için birazcık böyle gerçekten; ne yaşarsan yaşa, hayatın kendi gerçekliğinden kopmadığın bir aile düzeni, bir ilişki dinamiği, bir hayat seçeneği lazım. Bu çok bohem yaşamak değil tabii ki de hayat dediğim hayat dinamiğinin içinde çalışıp evine barkına para götürmek, çalışmak, para biriktirmek, gün sonlarını düşünmek bu dinamiklerden biridir. Hani şey değil yani ya ben hayatın içindeyim deyip de yüzde yüz sorumsuz ve keşmekeş yaşamak değil bu. 

Doğal yaşamak aslında

Doğal yaşamak evet, aşağıdaki adam nasıl yaşıyorsa, alttaki komşun nasıl yaşıyorsa, senin de ona benzer yaşaman gibi, sadece mesleğin farklı. İnsan günümüzde hele kim, kime ne anlatıyor ki kim, kimi gerçekten dinliyor ki? Sen yaşlı bir adamın oturup ne anlattığını dinliyor musun? Ben dinliyordum. Bizim yaşımızda ve yaşantımızda bir şekilde en azından terbiye olarak da dinlemek zorundaydık. 

“Her telde oynarım diyorsun”

Kuşak olarak biraz öyleydik evet.  

O zaman güçlü oluyorsun, o kuşağın adamıysan argümanın bol oluyor. Her telde oynarım diyorsun yani.

“Her şey kısmet”

Oynarken ya da kendinizi izlediğiniz zaman neler hissediyorsunuz? 

Oynarken yönetmene verdiğim flörte bayılırım. Yani kamera arkasındaki insanlar “Cihangir'e bakar mısın ya? Ulan ne yaptı bile? Ne kadar güldük veya ne kadar iyi oynadı, ağlattı harbi” falan dediği zaman sen orada ilk beğenilme duygusunun ilk seyircisiyle karşılaşıyorsun. Bunu ciğerinden oynaman lazım, başka bir yerden oynarsan kamera bunu okur. Daha çok başındayım, daha çok güzel şeyler yapacağım, daha toplumsal, daha interaktif, insanların içinde olduğum, daha bu izolelikten kurtulabilinen bir algının yarattığı işlerin içerisinde olmak istiyorum. Allah ömür verirse, kısmet olursa yapmak istediğim tercihlerime... Vazgeçişlerim var tabii. Her şey kısmet! 

“Camdaki Kız’ projesinde dedim çünkü kendi sınırlarımı da aştım”

Kendi kendinize “Başardın Cihangir, iyisin” o motivasyon ne zaman oldu?

O motivasyonu %100, tabii küstahça ona buna satmadan sadece kendi içimde söyledim. Bir önceki yaptığım ‘Camdaki Kız’ projesinde dedim çünkü kendi sınırlarımı da aştım. Toplumsal eleştiriye de çok maruz kaldım ama günün sonunda yine sokağa çıktığım zaman insanlar “Sen ne güzel oynadın” deyince işte o zaman hissediyorsun ve diyorsun ki; bu mesleğin, hikâyenin hakkını vermek lazım. ‘Camdaki Kız’ üzerinden son 15 bölümü öyle bir yazılmaya başlandı ki “Abi bu çok kötü bir adam demek” var, bir de bunu oynamak, oynayacaksın, daha çok ne kadar nefret ettirebilirsem o kadar nefret ettirebileyim demek lazım.  Komedide de “Daha çok nasıl güldürürüm” motivasyonuyla hareket etmen lazım. Yönetmen, reji olarak da çok yalnız kalmaman lazım bu konuda. O yönden işte diyorum sana bu bir yıldız tozu, her şeyin denk gelmesiyle alakalı. Günün sonunda kısmet, her şey kesinlikle kısmetle alakalı. 

“İyi gidiyorsun”

Bugünkü Cihangir çocukluğuna geri dönüyor. O çocuk Cihangir'e ne söylerdi?

Devam derdim, aynen bu şekilde devam, güzel yani öyle böyle. İyi gidiyorsun! Yani anlatabiliyor muyum? Psikolojik şeylerde sorulan bir soru bu ama yani ne söylerdim bilmiyorum ki, tadına bak derdim, çıkar yani. 12-13'lü yaşlarda 17-18 yaşındaki birisi gibi kaygı ve hayat mücadelesi içinde olma, hayat şimdilerde, hayat, bir ağacın altında oturup rahatına baktığınız zaman da keyifli.



SELÇUK AYDEMİR-YÖNETMEN/SENARİST 

“Yerli komediyi tüm dünyaya satabiliriz, bu film ‘Güven Bana’ o hayalin ilk parçası”

Bu projenin diğer filmlerinizden farkı ve önemi nedir? 

Bu projede şöyle bir hedefim var; bir şekilde Türk dizilerinin, yerli dizilerin dünyada karşılık bulmasının yerli komediler üzerinde de olacağına inanıyorum. Sadece bizim yaptığımız matematik çok lokal espriler üzerine, laf şakaları üzerine kurulu olduğu için ve komedinin de bütçesizliğinden dolayı biraz daha mizansene dayalı değil de repliğe dayalı komedi yaptığımız için bizim işlerin yurt dışında satışı çok zor. Bunu değiştirebileceğimize inanıyorum ve bunu yapanlardan biri olmayı çok istiyorum. Yani yerli komediyi tüm dünyaya satabiliriz ve bu film ‘Güven Bana’ o hayalin bir parçası, ilk parçası. Buradaki komedi erbabı insanlara çok daha iyi imkânlar sunabiliriz maddi manevi. Benim böyle bir hayalim var. Ben bir şekilde artık bunun yapılacağını ve ben bunu yapan insanlardan biri olacağımı düşünüyorum. ‘Güven Bana’ bu şekilde oluştu, bu proje de bunun ilk denemesi. Aslında o alışageldik yapıdan çıkmamın sebebi de evet bu kadar ters köşe oyunculara yönelmemin sebebi de bu. Çok fazla ifade kullanmadığım sahne göreceksiniz filmin içerisinde. Seyirciyi hiç gıdıklamadım ben bu filmde. Etraftan espriler geçiyor yakaladığın senin, yakalayamadığınla ben ilgilenmiyorum. Bu filmdeki mizah evrensel, konu da evrensel olduğu için yurtdışında bu olabilme noktası matematiği var aslında. Tamamen bunun üzerine dizayn ettik, bu bunun ilk denemesi. Onun için durdurmayacağım filmin temposunu, çünkü ben hikâyeyi bir adım önde tutmak istiyorum artık. 

Hikâye nasıl oluştu?

Komedyen arkadaşım Onur Gökçek ile birlikte herkese has bir şey bulalım dedik. Bu filmin çıkış noktası şu oldu; karşı taraf bana borcunu vermek istiyor, beni çağırdı, borcu vereceğini söyledi hatta geciktirmiş de bu borcu üstelik. Bir şekilde adam giderse de o para yok olacak, tam parayı çıkartıp cebinden vereceği sırada ölse ama para cepte. Bu para şu an benim mi? Bırakırsam çocukları bu parayı bana vermeyecek biliyorum. 10 saniye sonra ölseydi bu para benimdi. Teknik olarak şu an ben bu parayı aldığım zaman hırsız mıyım? E kendi paramı mı aldım? Ama bu bir sürü sorgulama yani bir şeyin içinde kalıyor. O muğlaklıkta da herkes kendince bir cevap verecektir. Ben filmi böyle bir matematik üzerine kurmaya çalıştım ve filmin tetikleyici hadisesi de bu. Dayılarından parayı almaya giderler. Adam ölür. Biz bunu alacağız mı? Almamız lazım!

“Bir kere taviz vermeye başlayınca gerisi sırayla gelir”

Ve o para çok önemli bir şey hayatta. İnsanın kişiliğini de ortaya koyan bir şey.

Her şeyi ortaya koyuyor ama bir de yüksek bir risk de var. Zaten bunlar tefeciye borçlanmış. O parayı oraya götürmezlerse de başka bir maceranın içerisinde bulacaklar kendilerini. İyi insanlar bir de üstüne üstlük. Yaptıkları şey onlara bir vicdan azabı da veriyor. Ama bu böyle bir şeydir ya, bir kere taviz vermeye başlayınca ikinci adım, üçüncü adım daha kolay oluyor. İyi bir insan dediğin insanın dönüşümüne yavaş yavaş şahitlik etmeye başlıyorsun. Filmi ben bunun üzerine kurmak niyetiyle yola çıktım. 

“Ben insanın asla değişemeyeceğini çok net bir şekilde ispatlamaya çalışıyorum filmde”

Sizin filmleriniz çok izlenen filmler arasında peki bu filmi seyirci neden izlesin ve bu anlamda artık Selçuk Aydemir başka bir yol ayrımında diyebilir miyiz?

Evet, deniz bitti hissiyatına kapıldım yani daha fazla insana ulaşmam lazım. Belki yaşla beraber işte 40'ı geçtim 41 yaşındayım, çocuk büyüdü 6-7 yaşına geldi vesaire. O dünyaya bakışın artık eskisi gibi değil. Yani ben ne olursa olsun oradaki komiği gören bir insandım mesela ama artık başka şeyler de dert etmeye başlıyorsun yaşla beraber. Bir yandan da ya geldik gidiyoruz bir şeyler anlatmam lazım, bu kadar imkânım var madem benim de bu hayatta söylemek istediğim sözler var. Ama bunları tabii ki didaktik bir dille değil, yine o komedi dozunu düşünmeden... Kıvamı ne kadar olacak? Seyircinin ne kadarını istiyor? Yani tamam eğer sözü olan bir film yapacaksan bu kadar komik olmasın diyebilir mi? Benim endişem bu! Mesela Ailecek Şaşkınız’da şunun peşindeydim; o zaman biraz daha romantik ve bazı fikirleri olgunlaşmamış bir insandım ve ben insanın değişebileceğine inanırdım ve film de bunu anlatırdı. Bir dizi olay da olur ve insan değişir. ‘Güven Bana’ filmini doğru okuyabilirse seyirci, ben insanın asla değişemeyeceğini çok net bir şekilde ispatlamaya çalışıyorum filmde. Ve bunu kadim öğretilere de dayandırarak yapmaya gayret gösterdim. İnsana dair bir alt katmana inme çabası var. Bu bana çok ilgi çekici geliyor. Yani seyirci bu filmi neden izlesin? Gelsin ve bir insanın değişemeyeceğinin ispatını görsün.

Değişemeyeceğinin ispatını görüyoruz ama arada para mevzusu var ya para insanı değiştirmez mi? 

Para insanı her neyse daha çok o yapar iddiasındayım ben. Katalizör görevi görüyor ve bir şekilde bizim özümüzde ne varsa ona daha hızlı ulaşmamızı sağlıyor. Bu asla bir değişim değil,

Diğeri fırsat bulamamak. Bu filmin anlattığı şey o zaten; “Sen fırsatını bulamadığın günahın masumu olamazsın.” Hele bu fırsatı sana bir versinler de o zaman görelim bakalım. Evet, o mangalda kül bırakmayan şeyin nerede? Senin karakterizasyon olarak bize gösterdiğin bir dünyan var, bir de derinlerde senin bir gerçek karakterin var. Bir de çok zevkli yani parayla sınanmak da zevkli. Playstation oyunu gibi bir hayat.

“Gerçekten büyük bir yetenek ve ben bunu komediye ikna edebilir miyim?”

40 yıl düşünsem aklıma gelmez diyebileceğimiz ikili var bu filmde; Cihangir Ceyhan ve Ufuk Bayraktar. Bu ikili nasıl aklınıza geldi? 

Cihangir'i ben bir süredir takip ediyordum, bütün performanslarını izledim. Hepsinde iyi oynuyor, dedim ki; bu adam ya gerçekten çok iyi bir oyuncu ya da iyi bir mukallit.

Bunun ayrımı nasıl olacak ya da rolleri denk gelmiş. Ne zaman ki Camdaki Kız’da Hayri'yi izledim ve dedim ki tamam bu adam gerçekten oyuncu. Ve yelpazesi çok geniş yani cebinde bir sürü çakıl taşı var. Gerçekten büyük bir yetenek ve ben bunu komediye ikna edebilir miyim? Bir şekilde de bu dönüşüm anına denk geldi. İlk senaryo gitti, okudu dedi ki; ‘Ben bunun içerisinde olmak istiyorum...’ İşte o anda başrolüm tamamdı. Onun karşısına öyle birini koymalıyım ki ‘Cihangir kimden korkabilir?’ diye düşünmeye başladım. Kimden, nasıl korkacak falan diye düşündüğümde çok fazla isim gelmedi aklıma açık konuşacağım. Ben ‘Kader’ filminin hayranıyım, Ufuk Bayraktar’ı oradan biliyorum sonra çok geç olarak ‘Ezel’ dizisini izledim ve işte bu olmalı dedim. Oyunculuk performansı müthişti. Ufuk'tan başkası oynayamaz gibi geldi zaten eğer Ufuk değil de bir başka oyuncu oynamış olsaydı ben o rolde bazı değişiklikler yapacaktım.

“Zeki-Metin etkisi”

Bu sizdeki ikili takıntısı nedir, diğer filmlerinizde de Ahmet Kural-Murat Cemcir ikili olarak anılıyordu ve vardı. 

Zeki-Metin etkisi! Yani çocukluk kahramanlarım onlardı. O yüzden hep öyle düşünüyorsunuz ister istemez. Ben Yeşilçam hayranı bir yönetmenim. Zeki-Metin filmleri, Ertem Eğilmez filmleri tekrar tekrar izlediğim, ezberlediğim filmler. Zeki- Metin benim için komedide Türkiye'de mihenk taşıydı. Dolayısıyla Zeki- Metin etkisi bende çok büyük. İkili komediye çocukken de çok meraklıydım, oradan beslendim haliyle biraz öyle gidiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi