Mutlu Hesapçı
“Ölüm bizi ayırana dek” yaşamaya mecbursun!
Evlilik ya da ilişki fark etmez; kadın hep giderken sessizce gitmeyi tercih ediyor nedense ve hep gidenin ardından diyecek çok cümlesi olmasına rağmen yutkunuyor, öylece kalıyor. Ama içindeki bir başka kendisi öyle sesli ki sürekli konuşuyor. Sadece kadın-erkek ilişkilerinde değil, kadının gündelik doğal hayatta da kendi halinin dışında içinde yaşayan bir başka kendisi daha var. Kafa sesi öyle fazla ki… Neden mi? Çünkü kadınlar hep susturulan tarafta. Hâlbuki en çok sesi çıkması gereken onlar.
Bu duygular içinde olan bir kadın, karşılaştığı çaresiz olan birine karşı hangi duygulardaki kendisi olarak yardım edecektir? Hayatta tesadüfler boş yere olmaz ve birinin içinde bulunduğu kötü bir durum, diğerinin iyileştirici gücüne dönüşebilir mi?
Kendi mutsuzluğundan kaçmaya çalışan kadın, kayıp torununu arayan yaşlı bir adamla kendini kısa bir zaman dilimi içinde bulur ve kişisel hikâyeler birbirini anlamaya dönüşür. Deniz Koloş’un “Ölüm Bizi Ayırana Dek” kısa filmi, ilk anda bana bu duyguları hissettirdi. Aslında hissettirdiği o kadar çok şey var ki kısacık filminin içinde. Nitekim jüri, 62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde filmi “En İyi Kısa Film” seçerek ödüllendirdi. İzlediğim kısa film seçkisinde benim de favori filmime böylece en büyük ödül gitmiş oldu. Başta filmin yönetmen ve senaristi Deniz Koloş olmak üzere bütün ekibi yürekten kutluyorum.

Songül’ün susmak bilmeyen, yargılayıcı iç sesi
Filmin konusu kısaca şöyle; Songül, hemşire olarak çalıştığı hastanede mesaisini tamamlamış, çıkmak üzeredir. Ayrılmak üzere olduğu kocası Hakkı’nın eşyalarını almak için eve geleceğini öğrenince onunla karşılaşmamak için eve daha geç gitmeye karar verir.
Bu sırada yaşlı bir adam, kaybolan torununu bulmak için son bir umutla Songül’ün çalıştığı hastaneye gelmiştir. Songül, kayıp kızın kendi hastanelerinde olmadığını açıklar ve vakit geçirmek adına adama yardım teklif eder; torununu birlikte arayacaklardır.
Yaşlı adamla çıktıkları bu beklenmedik yolculukta onları yalnız bırakmayan biri daha vardır: Songül’ün susmak bilmeyen, yargılayıcı iç sesi.
Filmde Songül Hemşireyi sevdiğim oyuncu Gülçin Kültür Şahin, yaşlı adamı usta bir isim Menderes Samancılar canlandırıyor. Ceren Nur Gürler ve Raşit Can da filmin oyuncuları arasında yer alıyor. Filmin görüntü yönetmenliğini yine sevdiğim başarılı bir isim Deniz Eyüboğlu üstlenirken, filmin kurgusunu ise sektörün bu alandaki başarılı ismi Cengiz Karadağ yapmış.

“İçimden söküp atmak istediğim bir hikâyeydi, beni duyduğunuz için teşekkür ederim.”
Deniz Koloş, “Ölüm Bizi Ayırana Dek” filminin ödülünü alırken “İçimden söküp atmak istediğim bir hikâyeydi, beni duyduğunuz için teşekkür ederim.” dedi. İçinden söküp attığı hikâyeyi bize geçirdi, şimdi biz içimizden söküp atmak istediğimiz şeylerin içinde kaldık. Çünkü filmin isminden yola çıkarak; ölüm bizi ayırana dek, her birimiz birbirimizle görünmez bağlarla da bağlıyız. Bizden daha fazla acısı olan, yardıma muhtaç biri çıkabilir ve öylece kendi durumumuzun içinden çıkabiliriz, tıpkı filmde olduğu gibi. Aklıma gelen şarkıdaki gibi değil mi bazen hayat; “Siz benim neler çektiğimi, nereden bileceksiniz?” O yüzden içimizdeki bazı seslerin duyulmaya ihtiyacı var, dışımızdaki duyulan sesin bir başka sesi duymaya ve anlamaya ihtiyacı var. Hepimizin birbirimizle konuşmaya ve birbirimizi anlamaya ihtiyacı var.
Birbirimize ihtiyacımız var; ta ki ölüm bizi ayırana, bu dünyada göçene dek!

BİLGE ŞEN: “81 YAŞINDA HÂLÂ ÇALIŞIYORUM, ÇÜNKÜ ÇALIŞMAZSAM ÖLÜRÜM!”
62.Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde izlediğim filmler arasında “Parçalı Yıllar” filmi de vardı. Filme dair izlenimimi festival bitiminde Gazete Pencere Pazar’da henüz ödüller verilmeden yazmıştım ama o kadar eksik kalmış ki!
Filmden bahsederken oyunculuğunu çok beğenmeme ve bir ustayı izlemenin keyfini hissetmeme rağmen Bilge Şen’e ayrıca bir yer açmadım. Bu benim vefasızlığım, kendimi popüler kültüre fazla kaptırışım vs. burada bir sürü bahane sayabilirim. Kendi adıma çok özür diliyorum.
Bu özür de tabii ki usta sanatçının Cahide Sonku Ödülü alırken yaptığı konuşmasıyla kafama dank eden bir özür. Ben dâhil olmak üzere anlayana öyle bir tokat çarptı ve hayat dersi verdi ki… Konuşmasının ardından sözleri her yerde manşet olsa da unutulmaması adına her yerde konuşulmaya ve yazılmaya devam edilsin istiyorum. Çünkü hayata dair o konuşmanın içinde o kadar çok şey var ki…
Ve Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin en renkli isimlerinden biri de kendisi oldu. Sahneye enerjisiyle damga vuran, tiyatronun yaşayan efsanelerinden Bilge Şen, hem güldüren hem düşündüren konuşmasıyla kısacık zamanda içten hikâyesini paylaştı.

“Vurmadılar beni, soydular!”
65 yıllık sanat yolculuğunda tiyatrodan sinemaya sayısız karaktere can veren usta oyuncu, filmde canlandırdığı karaktere atıfta bulunarak “Seksen yaşında kadın soyulur mu? Bu filmde resmen soydular beni! Ben 20 yaşımda soyunmadım, bu yaşımda soyundum.” derken bir yandan da yaşam enerjisinin sırrını açıkladı:
“81 yaşındayım, hâlâ çalışıyorum, çünkü çalışmazsam ölürüm! Çalıştığım için de kendimi çok genç hissediyorum. Çalışmak beni yaşatıyor, her şeyi hatırlıyorum ve çalışarak mutluyum.”
Sanat hayatında 65. yılını geçiren Bilge Şen, “Bazen konuk oyuncu, bazen bir bölüm, bazen iki bölüm. Yukarıdakiler bir buçuk, iki milyon alıyor, biz beş bin, on bin! Ama ne yapalım, biz sanatçıyız.” diyerek aradaki ücret farklarına kendi üzerinden öyle bir örnek verdi ki sözün bittiği yerde kalabilirsiniz, kalmanız da gerekir!
Devlet Konservatuvarı, Berlin Ensemble ve Actors Studio mezunu olan bir devlet sanatçısına maddi ve manevi olarak bu değeri biçen ülkenin, bizlerin sektöre dair düşünecek çok şeyi var.
52 tane oyunda başrol oynayan bir oyuncunun hâlâ özel ders vererek yoksulluk sınırının altında yaşadığını itiraf etmesi hepimizin utancı olmalı. “Devlet bana öyle az maaş veriyor ki yoksulluk sınırının altındayım.” diyor ama yüzünde hiçbir burukluk yok üstelik…
Film dünyasının geçici olduğunu ve inadına tiyatro diyerek mesleğe tutunduğunun da altını çizen oyuncu, “Tiyatroyu hiçbir şeye değişmem, tiyatro kalıcı.” dedi.
Gerçek bir sanatçı sahnedeydi ve “Parçalı Yıllar” ile ödüle layık görüldü. Üstelik yine bir başka dersi de, ödülünü alırken oyuncu arkadaşları dâhil bütün film ekibini tek tek sayarak teşekkür etmesi oldu. Bu nasıl bir inceliktir ve az rastlanır türden bir teşekkür kutlamasıdır.
Antalya’nın yine bir festival gecelerinden birinde, sahneye adımını tiyatro sahnelerinin efsane isimlerinden biri attı. Kelimeleri hem kahkaha attırıyor hem içe dokunuyordu.
Filmdeki rolüyle hem alkışlanan hem de festivalin en çok konuşulan isimlerinden olan sanatçı, yaşamının, tiyatronun ve direncin özeti gibi oldu o gece ve unutulmayan konuşmalar arasına girdi. Ve kendisini ne güzel hatırlattı bize…
“Ben özgürlüğe inanıyorum. Ülkemin, dört denizle çevrili güzel ülkemin bir gün gerçekten demokrasiyle yönetilmesini istiyorum. Ölünceye kadar, ölünceye kadar bu inancı taşıyacağım.” diyen usta bir oyuncudan geriye sorgulanacak anlamlı ne çok şey kaldı.
İyi ki varsınız, Bilge Şen!
“YERLİ YURTSUZ” MUYUM? BEN NEREYE AİTİM?
Aidiyet, ait olmak nedir? Bağlanma ve evde olma hissidir. Bu hissi hissedebilmek, yaşama tutunabilmek adına o kadar önemli ki…
Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde yönetmenliğini Rıza Oylum’un yaptığı “Yerli Yurtsuz” belgeseli sizi böyle bir sorgulamaya ve yolculuğa çıkartıyor. Belgesel, Jüri Özel Ödülü’nün sahibi oldu. Umarım bu ödül, belgeselin kahramanı, gerçek hikâyesini samimiyetle paylaşan Yervant Demirci’ye biraz olsun doğup büyüdüğü topraklara dair “yerli hissetme” duygusu vermiştir.

Bir Aidiyet Arayışı
“Yerli Yurtsuz” belgeseli, 4. kuşak demir ustası olan Yervant Demirci’nin Mardin Derik’te başlayıp İstanbul Samatya’dan sonra Ermenistan’da devam eden yaşamının izini sürüyor. Belgeselin çekimleri; Mardin Derik, İstanbul Samatya ve Ermenistan Erivan’da gerçekleştirilmiş.
Demirci’nin; bütün Mardin Derik Ermenileri gibi Ermenice bilmeden, anadili Kürtçe olarak başlayan yaşamı, okulda öğrendiği Türkçeyle İstanbul Samatya’da devam ederken Ermenistan’a gitmek istediğinde bu kez Ermenice öğrenme mücadelesiyle devam ediyor.

Yervant Demirci göç ettiği yerlerde yaşadığı aidiyet problemini şöyle özetliyor:
“Derik’te Kürtlerle büyüdük ama bizim Ermeni olduğumuzu biliyorlardı. İstanbul’a geldik, bize kendi cemaatimizde ‘Kürt Ermeni’ dediler. Ermenistan’a gittim, oradakiler de bize ‘Türk’ diyor.”
O kadar zor bir durum ki; nerede yaşasa, nereye gitse kendini kendi olarak kabul ettirme derdi yaşayan bir adamın günlük yaşamından kesitler hikâyeleriyle ve çevresiyle birlikte doğal olarak veriliyor.
Öyle ki kendisi de belgesel sayesinde geçmişten kurmak istediği bir geleceğe doğru yola çıkıyor. Annesiyle yaşadığı gündelik hayat ve anılarda geziniyor, doğduğu topraklara giderek Mardin Derik’te yıkılan doğduğu evinin yıkıntılarında dolaşıyor, tanıdık birilerini bularak kendini bulamadığı gerçeğiyle yüzleşiyor.
Kendine bir yer edinme, yurt bulma hikâyesinde son durağı Ermenistan toprakları ve bir bahçede kendini yeşertme çabası… Onca yaşına rağmen ömrünün belki de sonbaharında kendini bulabilecek mi? sorusuyla baş başa kalıyorsunuz.

“Yerli ve Yurtsuz” Hissetmek
Başka bir gerçeklik daha var ki; hiç kimse doğduğu ülkeyi, ırkı, dini, dili, aileyi ve daha birçok şeyi kendi seçemiyor. Bize verilmiş olan kimliklerle doğuyoruz ve doğduğumuz yer yurdumuz oluyor, öyle değil mi?
Peki, neden yersiz ve yurtsuz hissediyoruz, hissettiriliyoruz ki! Psikiyatr Dr. Gülseren Budayıcıoğlu’nun kurduğu cümle burada aklıma geliyor: “Doğduğun Ev Kaderindir.” Ama evet, çokça aması var bu durumun.
Rıza Oylum, Ermeni bir demir ustasından yola çıkarak anlatmış “yersiz ve yurtsuz” hissetme duygusunu ve hepimize de bir ayna tutmuş. Çünkü çoğu zaman hepimiz kendimizi yersiz ve yurtsuz hissediyoruz.
Oysa aidiyet duygusuna o kadar çok ihtiyacımız var ki… Yaradılışımız bunu gerekli kılıyor zaten, yoksa savrulur gideriz. Hüzünlenerek izledim belgeseli ve aidiyet duygusunu bulmak için yolculuk yapan bir adamın hayatına eşlik ettim.
Sonra kendime sordum; ben gerçekten nereye ait hissediyorum? Beni içinde barındırıyor mu doğduğum coğrafya? Belli olan yerim ve yurdum belki de kendi yurdunda sürgünsün…