Serap Durusoy
En büyük meselemiz Açlık ve Yoksulluk
TÜİK’e göre tüketici fiyatları ekimde bir önceki aya göre yüzde 2,55 artarken yıllık enflasyon ise yüzde 32,87 olarak kaydedildi. ÜFE tarafında da aylık bağlamda bir yavaşlama izlenirken yıllıkta ise yüzde 27’ye çıktı. Ekim ayında çekirdek enflasyon da yüzde 32,05 ile beklentilerin altında oldu. En yüksek ağırlığa sahip 3 ana harcama grubunun aylık değişimleri; gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 3,41 artış, ulaştırmada yüzde 1,07 artış ve konutta yüzde 2,66 artış olarak gerçekleşti. En yüksek ağırlığa sahip 3 ana harcama grubunun yıllık değişimleri ise gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 34,87 artış, ulaştırmada yüzde 27,33 artış ve konutta yüzde 50,96 artış olarak gerçekleşti.
Merakla beklenen bu enflasyon verisi ile yeniden değerleme oranının (yüzde 25,49), kira artış oranının ise (yüzde 37,15 olarak) hesaplanması, memur ve memur emeklisi ile işçi emeklisinin maaşlarının netleşmeye başlaması ve TCMB’nin aralık ayındaki PPK toplantısında alacağı karara yön verecek olması nedeniyle önem taşıyordu.
Yine İTO ve ENAG rakamlarıyla ayrışan ve beklentilerin altında gelen enflasyon rakamının piyasa tarafından olumlu karşılandığı belirtilse de bu durum yaşanmakta olan enflasyon sorununu masumlaştırmıyor. Enflasyonun iki yılı geçkin bir sürede yüzde 38’den yüzde 32’ler civarına inmesi bir başarı hikayesi olarak anlatılsa da 25-29 bandının zor olduğu Şimşek tarafından dile getirildi. Zaten gerçekleştiği söylenen bu düşüş dolaylı vergilerin yüzde 66’lar civarına çıkarılması, ücretlerin baskılanması ve carry trade yoluyla dolar kurunun kontrol edilmesi ile sağlandı. Elbetteki son gelen veride hizmet tarafındaki katılığın kırılması önemli. Ancak gıdadaki ve kiradaki artış endişe verici.
Şimşek, işlevsel olmayan para politikası ile dezenflasyon olmaz diyor. Ama gıda ve kiradaki artış işlevsel para politikasının etki alanı dışında. Bu bağlamda işlevsel de olsa para politikasının tek başına uygulanması yeterli olamıyor. Gıda fiyatları 65 aydır aralıksız artıyor. Dar gelirlinin harcama kaleme içerisinde gıda ve kiranın önemli bir orana sahip olması asgari ücret tartışmalarının başladığı şu günlerde açlık sınırının altında kalacak bir ücret artışının düşük gelir grubunu açlıkla mücadelede daha da zorlayacağı görülüyor.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, "Manisa İş Dünyası Buluşması" programında yaptığı konuşmada, enflasyonun en büyük meseleleri olduğunu vurgulayarak, “Millet ne diyorsa biz rotamızı ona göre çizeriz. Milletin sorunu neyse bizim de önceliğimiz odur. Esas politika çerçevemiz bu. Şu anda milletimizin, halkımızın en büyük meselesi enflasyon” değerlendirmesini yaptı. Ancak milletin sorunu geçinememek açlık ve yoksulluk. O zaman rotayı buraya çevirmek gerekiyor. Zira 2026 Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programında da yoksulluk net bir şekilde görüldü. Programda yardıma muhtaç hane sayısının 4,5 milyonu aştığı sosyal yardıma muhtaç kişi sayısının da 18 milyonu 298 bin 736 ya ulaştığı görüldü. Adeta yoksulluğun itirafı olan raporda sosyal yardımlardaki artışın bir başarı hikayesi olamayacağı da görüldü.
Dünya Gazetesi’nin düzenlediği zirvede değerlendirmede bulunan Şimşek, “program raydan çıkmadı” dese de halkın açlık ve yoksulluk sınırı rayından çıkalı çok oldu. Ekonomi pek çok şokla test edilirken ücretliler adeta kobay oldu.
Türk-İş Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın Ekim 2025 sonuçlarına göre 4 kişilik ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarını ifade eden "açlık sınırı" 28 bin 412 lira olurken “yoksulluk sınırı" 92 bin 547 lira olarak hesaplandı. Gerek enflasyonun paranın satın alma gücünü azaltması gerekse de ücretlerin gerçekleşen değil hedeflenen enflasyona göre belirlenmesi nedeniyle enflasyonun yükünü ücretliler üstleniyor. Hal böyle olunca her ne kadar DİSK asgari ücret için yüzde 45 zammı dillendirse de asgari ücret zammına da çok umut bağlamamak gerekiyor. Nitekim Vedat Işıkhan, “Asgari ücreti hükümet olarak biz belirlemiyoruz işçi ve işveren temsilcileri ve kamu kurumlarından üyeler ülkenin ekonomik koşullarını dikkate alarak belirliyor” dese de 15 üyeli komisyonun 10 üyesinin devlet ve işverenden, 5 üyenin ise işçi kesimi temsilcisinden oluşması işçi kesiminin temsiliyet konusundaki yetersizliğini ortaya koyuyor. Kararların oy çoğunluğuyla alınması ve üstelik HAK- İŞ ve TÜRK- İŞ’in komisyona katılmama kararı da dikkate alındığında sonucun işçi lehine çıkma olasılığı son derece düşük.