Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“İyi oyuncu kendini kaybedebilendir, kaybolmayı göze alandır”

Amasra’da Nazan Kesal’ın ‘Yaralarım Aşktandır’ tek kişilik oyununu izledim ve bir kez daha kendisine hayran kaldım. Öyle müthiş bir performans sergiliyor ki herkesin bu oyunculuk deneyimini ve bu anlamlı oyunu izlemesini isterim. Nazan Kesal özel bir kadın ve çok iyi bir oyuncu. Kendisiyle Amasra’da uzun sohbet etme imkânı buldum. Sohbetimizi sizlerle de paylaşmak istedim. Herkese iyi pazarlar dileriz. 

Amasra’da buluştuğumuz için öncelikle Amasra’yı sormak istiyorum. Amasra Şehir Festivali’nin açılışı sizin oyununuzla yapıldı. Amasra’ya daha önce geldiniz mi, bildiğiniz bir yer miydi? 

Amasra Şehir Festivali bence çok güzel başladı, adı güzel bir kere şehir festivali. Daha önce şehir festivali duymadığım bir festival adı. Türkiye’de çok festival yapılıyor ama şehir festivali daha kapsayıcı bir şey olmuş. Çoluk çocuk, büyük küçük herkesi içine alan bir festival, şehrin festivali. Ben Amasra’ya yıllar önce 1994 yılında yine tek kişilik bir oyunla gelmiştim. Üzerinden çok yıl geçmiş, o zamanlar henüz 23 yaşındaydım. Aklımda güzel bir yer olarak kalmıştı, yıllar sonra tekrar gelmek üstelik yine tek kişilik oyunla gelmek heyecan verici. Doğası, denizi, tarihi dokusu ve havasıyla güzel bir yer Amasra. 

“Benim için tiyatro hiçbir zaman iki kalas bir heves olmadı”

‘Yaralarım Aşktandır’ oyununu uzun süredir oynuyorsunuz. Derdi olan, sorgulatan ve anlamlı bir oyun. Oyunu izlediğimde kendime gelemedim, her oynadığınızda sizi düşünemiyorum bile. Tam da bu tarz oyunların oynanmasına ihtiyacımız var ki biraz ayılalım, aydınlanalım değil mi? 

Benim için tiyatro hiçbir zaman iki kalas bir heves olmadı, yaşamdan daha gerçek bir yer çünkü tiyatro. Bu yüzden hayatta benim canımı acıtan birçok şeyin yeri, birçok şeyi işaret edeceğim yer tiyatro. Füruğ Ferruhzad bir kadın hikâyesi de böyle bir oyun. Kadın meselesi Türkiye'de maalesef yıllardır dinmeyen bir yara. Ve kadınların öldürülmesinin bu kadar sıradanlaşması aslında kötülüğün sıradanlaşmasıyla da doğru orantılı bir şey. Dünyada ne kadar çok kötülük varsa, sanat yapmak için o kadar çok sebebimiz var. Tiyatroyla, Füruğ bahanesiyle aslında biz bütün kadınlara ‘Yaralarım Aşktandır” ile şunu söylüyoruz; “Hepiniz çok güçlüsünüz, sadece gücünüzün farkında değilsiniz. Hadi kadınlar düştüğünüz yerden kalkın” diyoruz. Gittiğimiz her yerde Füruğlar çok var, belki Amasra’daki sesi çıkmayan kadınların da sesi olabilir bu oyun, olacaktır da. Bu oyunu seyrettikten sonra, erkeklerin de iyi kalpli erkekleri içine almıyorum tabii, bir hesaplaşma yaşamalarına sebep oluyor oyun ve kendilerini erkeklik algısı üzerinden bir hizaya getiriyorlar. Bu anlamda oyunun etkisi güçlü oluyor. 

“Kendimizi yeniden doğurabiliriz”

Toplumsal meselelere duyarlılığınız hiç değişmedi hâlbuki bir oyuncu olarak popüler bir dünyanın içindeyim, dizilerde oynuyorum, herkes beni tanıyor diye düşünmek yerine başka bir yerden bakıyorsunuz oyunculuğa… Neden böyle olmayı tercih ediyorsunuz?  

Bu durum aslında biraz benim insan olmamla alakalı bir şey sanatçı kimliğimden öte… Nazan Kesal olarak benim, hepimizin bu dünyaya gelme nedeni var ve hiçbirimizin yaşama gelişi tesadüf değil aslında. Annelerimizi, babalarımızı, doğduğumuz yeri seçemiyoruz evet ama en azından nasıl bir insan olacağımızı seçebiliriz, belirleyebiliriz. Yani bir kere doğuyoruz belki annemizin karnından ama kendimizi yeniden doğurabiliriz. İşte o yeniden doğma hikâyesinde, kendi varoluş mücadelemizde sihirli soru belki de şu; bu dünyada neden yaşıyorum? Bu soruyu herkes sorduğunda neden yaşadığının cevabını bulanlar şanslı insanlar. Çünkü o zaman sadece kendiniz için yaşamadığınızı fark ediyorsun, aslında bu kısa süreli ömrün bir sebebi olduğunu anlıyorsunuz. Benim de kendi yeteneğim doğrultusunda oyunculuk, yönetmenlik bu... Ne zaman öleceğimi bilmediğim zaman dilimi içinde yaşadığım toplumda kadın sorunu, aydın problemi, ülkenin sorunları gibi toplumsal meselelere ayna tutmak istiyorum çünkü sorun bitmiyor. Sorunlar bitse de keşke bunları malzeme yapmasak. En azından hani tiyatro, sinema, sanat aracılığıyla seyirciyi biraz kışkırtmak, biraz dürtmek, biraz onlara bir şey fark ettirmek, yaşamlarında belki hiç fark ettirmedikleri bir şey, bir bakış açısı yaratmak ve değişimlerine sebep olmak, katkıda bulunmak adına yapıyorum her şeyi. Seçtiğim eserlere, oynadığım filmlere bu toplumdaki aksayan, yürümeyen, acı çekilen, dert olmuş insan yaraları diyebiliriz. Bunları kendime dert edindiğim için de kendi alanımda, sanat alanında bu konularının altını çizmek istiyorum. Ben insan olarak zaten böyleyim, hayatta da böyleyim ama hani sanat yaptığım zaman da bu bakış açısıyla oyun seçiyorum, dizi seçiyorum, film seçiyorum. Ancak kendimi böyle işe yarar buluyorum ve hissediyorum. Zaten yaptıkça, tezahürlerini gördükçe de doğru yolda olduğumu hissediyorum.  Çünkü popüler olmak için oyunculuk yapmıyorum, yaptığım işler beni o dediğiniz yere getirdi. Onu da çok tehlikeli ve sığ buluyorum, popüler olmaya, ona yaslanmaya ve sadece kendini büyütmeyi çok sığ buluyorum. Çünkü oyuncu olarak bizim asıl görevimiz; özne biz değiliz, özne oynadığımız karakterler, biz sadece onları seyirciye aktaran aracılarız, yaratıcılarız kapasitemiz ölçüsünde tabii. O yüzden de ben mümkünse kimse beni tanımasın, kimse aaa işte şu demesin diye dua ederek yaşıyorum. O tanınırlık oranı ne kadar çok yüksek olursa kendimi saklayamamışım diye hissediyorum; çünkü oyuncunun gizli kalması lazım, saklanması lazım.

“Alkış çok büyük bir tuzak bir oyuncu için”

Gizli kalmak, saklı olmak hikâyesi karakterin, oynadığınız rolün inandırıcılığı açısından çok önemli değil mi?  

O yüzden kaybolması lazım. Bunu başarmak bence çok önemli çünkü popüler dünya bir tuzak, alkış çok büyük bir tuzak bir oyuncu için. Hayatım boyunca da hiç tezahürümle ilgilenmedim, hani bu topluma daha faydalı ne diyebilirim, ne söyleyebilirim durumunun peşinde oldum. Elbette tanıyanlarla, takdir edenlerle fotoğraf çektiriyoruz, sohbetler ediyoruz ona kabulüm ama o tezahürü yaşamıyorum onu söyleyebilirim.

“Oynadığım rollerin birbirine benzememesi çok önemli”

Oynadığınız kadın karakterleri nasıl seçiyorsunuz, projelerinizi nasıl belirliyorsunuz, rol size nasıl geliyor? 

Ben genelde oynadığım hiçbir rolü birbirine benzetmemeye çalışıyorum. Çünkü kendi tekrarlarımdan çok sıkılıyorum. Yaşam da öyle zaten binlerce çeşit ağaç cinsi, birbirine hiç benzemeyen insanlar var. Bu topluma ve coğrafyaya dair ortak bir dert bulmak önemli. Ben bu memleketin oyuncusuyum Edip Cansever diyor ya; her insan yaşadığı yere benzer, o yerin taşına, toprağına, havasına, suyuna… Dolayısıyla bizim yerimiz bu topraklar, buralardan gelen karakterler. Oynadığım karakterleri çok gerçek, insan yapmaya çalışıyorum. Onlar benim için kâğıt üstünde yazılmış, senaristin hayal gücünden çıkmış karakterler değil; benim elime geçtikten sonra artık ben onu ete kemiğe büründürüp, soluk alıp veren, ağlayan, gülen ve öfkelenen insanlar haline getirdiğim zaman ancak oyuncu olarak kendi işlemimi tamamlamış olabiliyorum. Bana gelen karakterlerde de hep o mücadele var. Mücadeleyi bırakmamış ve kadın olmak noktasında mağdur edilse bile düştüğü yerden kalkan kadınları oynamayı özellikle istiyorum ki diğer kadınlara örnek olsun diye. Oynadığım rollerin birbirine benzememesi çok önemli çünkü iyi bir oyuncu aslında rolün kendisine gelmesini beklemez. Sürekli farklı makyaj, kostüm ve saçla kendini başkalaştırır. İyi oyuncu role gidendir. Evet, iyi oyuncu kendini kaybedebilendir, kaybolmayı göze alandır. O bir risktir ama asıl bu işin, oyunculuk sanatı dediğimiz bu işin inceliği, asıl inceliği budur. Kendi kaybolabiliyorsa, buna cesareti varsa ki doğası budur bu işin. Bu olmazsa buna iyi bir oyuncu demek bence saçma olur çünkü oyunculukta böyle bir şey yok.

“Kendi yaşamındaki başarısızlıklarının paravanı olamayacak kadar önemli bir meslek”

Herkese de iyi oyuncu demeyelim artık bu noktada değil mi?  

Kendini beğenen, kendi güzelliğine hayran kadın ya da erkeklerin, kameraya yakışan hoş kadın ve erkeklerin kamera üzerinden bir defilesi oluyor o. Yaratıcı bir sanatçının eli değmiyor.

Popüler dünya artık ne yazık ki tırnak içinde böyle ilerliyor. Oyunculuk öyle bir meslek ki hiç kimsenin kendi yaşamındaki başarısızlıklarının paravanı olamayacak kadar önemli bir meslek. Yani bir paravan olarak kullananlar var, bir de gerçekten bu topluma oyunculuk sanatı üzerinden katkı sunmak isteyenler var. İşte ben ikincisini tercih ettim çocukluğumdan beri öyle.

“En sevdiğim şiir kitabını en sevdiğime imzasıyla” bana hediye etti

Füruğ Ferruhzad’ı nasıl keşfettiniz ve oyuna nasıl dönüştü?  

Eşim, o zaman sevgiliydik Ercan Kesal bir gün bana dedi ki; “Şiiri çok seviyorsun İranlı bir şair ver Füruğ Fehruzzad okudun mu?” O zaman kadar okumadığım bir şairdi, Ercan “En sevdiğim şiir kitabını en sevdiğime imzasıyla” bana hediye etti. O zamanlar önce Füruğ’un şiirlerinden oluşan bir performans hazırladım ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde oynadım. Aradan yıllar geçti Füruğ benim kişisel gelişimimde, hayatımda, kendi öykümde, benim karakterimi güçlendirmiş bir rol model oldu. İlk keşfettiğim günden bugüne bu karakter içimden çıkmadı zaten. Bir gün bunun oyununu mutlaka yapmalıyım dedim ve yolum sevgili Berfin Zenderlioğlu ile kesişti, sonra şiirlerinden yola çıkarak Haşim Hüsrevşahi’nin de çevirileriyle ve zamanında yapılan Onat Kutlar çevirilerinin de olduğu 14 şiiriyle birlikte Şebnem İşigüzel’in biyografiyi yazmasıyla bir oyun oluşturduk. İyi ki Ercan sayesinde Füruğ ile tanıştım ve bu tanışmak bana çok iyi geldi. Onun oyununu oynamak inanılmaz bir yolculuk. Aslında Füruğ ölmedi, ölüm nedir ki! Ölümüne bilen tek canlı insanmış ve bu süreli ömrümüzde biz kadın-erkek yaşama ne kadar değer katabiliyoruz? Ben biraz bunun peşindeyim. Bu ülkede, bizim gibi coğrafyalarda gerçekten kadının adı yok. Var ama yok. Kadına biçilmiş bir rol var sadece. Sürekli bir direnme ve varoluş peşinde kadın maalesef. 

Füruğ için çok cümle kurulabilir ama tek cümle gerekirse ne dersiniz? 

Yaşamını şiire dönüştürmüş kadın. 

“Bir başkasının hayatına sanat eliyle dokunmak çok büyük bir zenginlik”

Ercan Kesal ile Urla’da kurduğunuz sanat mekânı nasıl bir oluşum?

Ercan ve benim finansımız ile kurulmuş bir yer. Biz kazançlarımızı yat, kat gibi şeylere yatırmayan insanlarız ki onu da tercih edebilirdik ama bizim için sanatın içinde olduğu oluşumlara yatırım yapmak önemli ve anlamlı. Bir başkasını bir şeyin uykusundan uyandırmak, bir şey fark ettirmek, ertesi gün başka biri olarak en azından uyanmasa da bugün farklı bir şey var cümlesini kurdurmak bence çok büyük bir zenginlik. Orası bu amaçla kurulmuş bir yer. İleride inşallah akademi yapacağız. Kendi hünerlerimizi gençlere, bizden sonraki kuşaklara el vererek onları da büyüterek onlara da dokunarak hayatı iyileştirmek üzerine bir yer, yani yaşam merkezi aslında. Bu anlamda Urla’da UrlaDam’ı kurduk. Bir başkasının hayatına sanat eliyle dokunmak çok büyük bir zenginlik ve biz bu zenginliği istiyoruz. 

“Ama ben hep mutlu bir insan oldum”

Geriye dönüp baktığınızda nasıl geçmiş yıllar? 

Valla nasıl geçmiş şimdi biz yolu yarıladık tabii hani ne kadar zaman kaldı onu da bilmiyorum ama benim bagaj yüklü yani öykü çuvalım bayağı var. Kolay olmadı tabii hani ilk gençlik yıllarım özellikle hiç kolay olmadı çünkü bu ülke hiçbir kadın için kolay değil. Ama ben hep mutlu bir insan oldum, kendiyle barışık bir insan oldum, hep böyle ne istediğini, nasıl bir yol çizeceğini bilen ve en çok da hep hayal kuran bir insan oldum. Dolayısıyla da güzel bir ömür yaşadım, en azından şunu gerçekleştirdim; çok sevdiğim bir eşim, yol arkadaşım var sonra canımdan çok sevdiğimiz bir oğlumuz var. Ben aslında şanslı bir kadınım bir tarafıyla. Kadınların acıları üzerinden işler yapıyoruz, onu göstermeye çalışıyoruz ama kendim mutlu bir hayat yaşadım diyebilirim yani acıları da içine katıp mutlu bir hayat yaşadım.



‘Yaralarım Aşktandır’ oyununun yönetmeni Berfin Zenderlioğlu 

Bu tür durumlarda oynanacak karakterin dünyasını ele alarak bir taraftan da metinin size sunduğu dünyayı iç içe geçirerek sahnede de başka bir dünya yaratıyorsunuz. Burada yönetmene düşen en önemli etmen hem karakterin dünyasını anlamak ama bir taraftan da o karakterin dünyasına girecek olan oyuncunun da dünyasını anlamak, bir taraftan metnin içindeki dünyayı anlayarak ilerlemek. Bütün bu birleşimlerin sonucunda başka bir dil yaratarak sahneye sunmak. Benim için bu oyun 7-8 aylık bir süreç oldu, şiirleri belirledik ve var olan metnin içine yerleştirerek kurguyu oluşturduk. Füruğ’un dünyasını yansıtabileceğimiz bir tarafta da İran’daki olaylara ışık tutabileceğimiz atmosferi yaratabilmek için bir sahne hazırladık. Rejinin üzerine düşen en önemli görev; bütün bu parçalı yapının içerisinde nasıl bir yorumla sahneye taşıyacağız ve seyirciyle buluşturacağız? Benim için aslında hem Füruğ’u derinlemesine daha fazla incelediğim hem de bir taraftan İran edebiyatı, o dönemin İran’daki sosyolojik yapısını incelediğim bir araştırma süreci oldu. Nazan Kesal ile de oyun kurma üzerinden güzel bir partnerlik durumu yakalayarak sahnede buluşturduk. Oyunumuz ilgi gördü ki 5. sezonumuzu oynuyoruz.  



Haşim Hüsrevşahi - Çevirmen  

Füruğ’u anlamak bir süreçtir o süreci de yaşadıktan sonra o şiirin içerisine girmek bambaşka bir duygu. O şiirleri o dil dünyasından alıp yeni bir dil dünyasına getirmek ve Farsça’dan alıp Türkçeye getirmek büyük sorumluktu. Çünkü o dünyayı iyi yaşamak ve bilmek lazım ki Füruğ’un şiirlerindeki dünyayı yansıtabilelim. Harikulade bir deneyimdi kimi zaman çok acı verici kimi zaman güzel bir çeviri çıktığında da iyi ki çevirmişim duygusunda ilerlediğim. Füruğ’un bütün şiirlerini Onat Kutlar-Celal Hosrovşahi’den sonra genişleterek çevirmem Türkiye’de bir harekete yol açtı, özellikle kadın şiirinde etkisi oldu. Füruğ’un şiirleri gündelik hayatımıza girdi ve hepimizi etkiledi. Bu noktada Nazan Kesal’ın oyunuyla daha da Füruğ anlam kazandı ve anlaşıldı. Nazan Hanım’ın performansı müthiş, Füruğ’un hayatını şiir olarak getirip sahnede canlandırmak her yiğidin işi değil. Özellikle seyirciyi Füruğ’un şiirinin içine sokmak, hayatın içine sürüklemek ve etkisinde bırakmak ustalık gerektiren bir iş. İzledikten sonra herkes Füruğ ile birlikte baş başa kalıyor bir süre, bu etkiyi seyirciye geçirmek inanılmaz. Nazan Kesal çok iyi bir oyuncu ve çok başarılı. 



Anadolu’daki ilk kadın yönetici tarafından kurulmuş Amasra’nın aktivist belediye başkanı

Geçtiğimiz hafta Amasra Şehir Festivali’ne gittim. Amasra daha önce gördüğüm bir yerdi ve tekrar gitmek istediğim bir yer olarak aklımda kalmış, unutamamıştım. Şehir festivali olması kulağa çok hoş geldi açıkçası ve her şehrin festivali olmalı hayalini kurdum. Amasra turizm, kültür ve tarih kenti. Amasra’yı ayrıca benim için özel kılan Anadolu’daki ilk kadın yönetici Amastris tarafından kurulmuş olması ve ismi de buradan geliyor. Üstelik Fatih Sultan Mehmet tarafından savaşılmadan barış içinde Amasra’yı topraklarımıza katarak "dünyanın gözbebeği" anlamına gelen çeşm-i cihan, Fatih Sultan'ın da göz bebeği olarak kabul ediliyor. 

Bütün bu özelliklerinin yanı sıra Türkiye’de en taze balığı burada yiyeceğinizi söyleyebilirim ama yemediyseniz ispat edemem. 

Ama bütün bunların yanında Belediye Başkanı Recai Çakır’ın başkan olma hikâyesi de ilginç. Kendisi Amasralı değil ama Amasralı olmuş. Aslında sınıf öğretmeni aynı zamanda bir aktivist. Sivil toplum örgütleri, sendikalar ve dayanışma örgütleri ile omuz omuza vererek geçirmiş yıllarını bir dönem sendika başkanlığı da yapmış. Hayatını ve geleceğini geçirmeye karar verdiği Amasra’da termik santral tehdidi tekrar hortlayınca 2004 yılında Amasra Çevre Birliği’ni oluşturmuşlar. Tüm kitle örgütleri, sendikalar ve STK’lar ile birlikte bu tehdidi önlemek için harekete geçmişler ve Bartın ile de güçlerini birleştirmişler. 120’nin üstünde bir yapı oluşturarak “halk termik santral istemiyor” protestoları gerçekleştirerek, protestolara çoğalarak devam etmiş.  ÇED olumlu kararına dair kısa süre içerisinde 43 bine varan itiraz dilekçeleri toplamayı da başarmışlar ve dava sürecinde 2002 bireysel davacıya ulaşarak belki de dünyada tek örnek olan bir direnişe imza atmışlar. Dünya Çevre Günü’nde bütün esnafın kepenk kapatması gibi kitlesel eylem, etkinlik, panel, şenlik gerçekleştirerek köyüyle kentiyle bilinç diri tutulmuş. Bu direncin etkisiyle hukuksal mücadeleyi kazandılar. Hâlâ temyizi devam eden süreçler olmakla birlikte ayrıksı bir örnek bu direniş. Size iş vereceğiz, aş vereceğiz hikâyesine direnen, parayı reddeden bir halk direniş örneği Amasra. “Bu bölge değerlerine sahip çıktı. Bu hikâyeden sonra termik santrale karşı çıkarak “Buradan görev istenmez verilir” durumunu yaşadığım için belediye başkanı olmaya karar verdim.” diyor başkan ve hikâyesini böyle özetliyor. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi